աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: reci vakasi
      Bugün Ziyaretçi: 46
      Bugün Tıklama: 359
      Toplam Ziyaretçi: 136643
      Toplam Tıklama: 277843
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.22.63.154

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>reci vakasi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    reci vakasi

    Reci' Vak'ası

    (Hicret’in 4. senesi Sefer ayı)

    Uhud Harbi’nden sonra, Müslümanların harpteki mağlubiyetleriyle zaafa uğradıkları zannına kapılan etraftaki bazı Arap kabilelerinde, İslam’ın merkezi Medine’ye karşı bazı kıpırdanma ve hareketlenmeler görüldü. Harekete ha­zırlananlardan biri de, Huzeyl kabilesinden Hâlid b. Süfyan idi. Medine üze­rine yürümek için hazır­lıklarını ta­mamlamıştı ki Peygamber Efendimiz du­rumu haber al­mış­tı. Ashâb-ı Suffa’dan Abdullah b. Üneys’i, haberin doğ­rulu­ğunu tahkik için göndermişti. Yayılan haberin doğru ol­duğunu, bizzat hareketi plânlayan Hâlid b. Süf­yan’­dan öğ­renen Abdullah b. Üneys, bir fırsatını kolla­yıp, kı­lıcıyla onu öldürmüştü.[1]

    Bu hadise, civar kabilelerin bir müddet sessiz sedâsız durmalarını sağla­mıştı, ama Müslümanlara karşı intikam ve taarruz hırslarını da bilemiş olu­yordu.

    Sinsi düşman, açıktan açığa Müslümanlara karşı çıkamayacağını anlayınca, bu intikam duygusunu tatmin için başka yollar aradı. Masum kılığına girerek Adal ve Kare kabilesine mensup altı kişilik bir heyet, Medine’ye çıkageldi. Müslüman olduklarını söyleyerek Peygamber Efendimizin huzuruna çıktılar.

    “Yâ Re­sû­lal­lah! Kabilemiz arasında İslamiyet yayılmış durumda. Sahabele­rinden birkaçını, İslam hükümlerini tebliğ etmek, Kur’an okuyup öğretmek üzere bizimle beraber gönder!”[2]diye ricada bulundular.

    Resûl-i Ekrem, İslam’a hizmet teşkil edecek bu masum ve mâkul görünen talebi cevapsız bırakmadı; Mersed b. Ebî Mersed başkanlığında on sahabeyi ge­lenlerle birlikte gönderdi. İrşad vazifesiyle yola çıkan on sahabeden, isimleri bilinen yedisi şunlardı:

    Mersed b. Ebî Mersed, Hâlid b. Ebî Bukeyr, Abdullah b. Târık, Âsım b. Sâ­bit, Hubeyb b. Adiyy, Zeyd b. Desinne ve Muattib b. Ubeyd.[3]

    İrşad heyeti, Huzeylilere âit Recî’ adındaki su başına geldiklerinde, âdi ve alçakça bir hıyanetle karşı karşıya bulunduklarını anladılar. Bir anda Benî Lih­yan’dan yüz ka­dar okçunun hücumuna maruz kaldılar. “Biz Müslüman ol­duk, bize irşad heyeti gönder” diye yalvaran bu adamlar, şimdi Müslüman mür­şid­­leri Lihyanların ok­çularına teslim ediyorlardı.

    Müslümanlar, kılıçlarını sıyırarak bir dağa iltica ettiler. Kendilerini kılıçla­rıyla müdafaa etmeye kalktılarsa da, kısa zamanda muka­vemetleri kırıldı. Ha­inler, Müslümanların sığındıkları dağın etrafını sardılar:

    “Eğer yanımıza inip teslim olursanız sizi öldürmeyiz!” diye seslendiler. Müslüman muallimler, müşriklerin bu sözlerine güvenmeyip teslim olmayı reddettiler. İçlerinden Âsım b. Sâbit, “Ben, müş­riklerin himâyesini ömrüm bo­yunca kabul etmemek üzere yeminliyim! Vallahi, ben bu kâfirlere asla teslim olmam!” dedi; sonra da, “Allahım, Resûlünü durumumuzdan haberdar et!” diye dua etti. Bir taraftan da müşriklere ok yağdırıyordu. Ok atarken de, “Ben ne diye çarpışmayayım ki? Gücüm kuvvetim yerinde, oklarım yanımda, yayı­mın kirişi kalın, enli temrünler sebebiyle kayıp gitmekte.

    “Ölüm hak, dünya boş ve geçicidir.

    “Takdir edilen elbette başa gelecektir!

    “İnsanlar er geç Allah’a dönecektir!

    “Eğer ben sizinle çarpışmazsam annem evlatsız kalsın”diyordu.[4]

    Bu kahraman sahabe, oku bitince, mızrağını kullanmaya başladı. O da kırı­lınca kılıcına sarıldı. Böylece birçok müşriği yere serdikten sonra son duası ise şu oldu:

    “Allahım! Ben senin dinini korumaya çalıştım; sen de cesedimi müşrikler­den koru!”

    Diğer sahabeler de kahramanca çarpıştılar. Ancak yüz kişiye karşı on kişi ne yapabilirdi ki? Sonunda, aralarında Âsım b. Sâbit’in de (r.a.) bulunduğu yedi sa­habe, müşrik oklarıyla şehit oldular. Geri kalan üç sahabe ise, müşriklerden kendilerini öldürmeyeceklerine dair kesin söz alınca teslim oldular. Müşrikler üçünü de yaylarının kirişiyle sıkıca bağladılar. Sonra Mekke’nin yolunu tuttu­lar. Maksatları, onları götürüp Müslümanlara karşı kalpleri kin ve nefretle dolu Ku­reyş müşriklerine satmaktı!

    Yolda, Abdullah b. Târık, bir fırsatını kollayıp kaçtı. An­cak bu ka­çış hayata değil, şehâdete idi. Müşriklerin attıkları taşlarla o da şehit oldu. Geriye iki kişi kaldı: Zeyd b. Desinne ve Hubeyb b. Adiyy... Bunları da götürüp Mekke’de sat­tılar.

    Âsım b. Sâbit, Uhud Muharebesi’nde, Sülâfe adındaki azılı bir müşrik kadı­nın iki oğlunu öldürmüştü. Bu şerir kadın, Hz. Âsım’ın başını eline geçirdiği takdirde, onunla şarap içeceğine dair yemin etmişti. Lihyanoğulları bunu bili­yorlardı. Bu sebeple hunharca şehit ettikleri Hz. Âsım b. Sâbit’in başını alıp Mekke’deki bu kadına götürmek istiyorlardı. Ancak Allah, kendilerine bu fır­satı vermedi. Âsım b. Sâbit’in (r.a.) şehit olmadan az önce, “Allahım! Müs­lü­man olduğum günden beri senin yüce dinini müdafaa ve himâye etmek için nefsimi feda ettim. Bugün, son günümdür. Sen de benim cesedimi (müşriklerin dokunma­sından) muhafaza eyle!”[5]diye ettiği duasını Cenab-ı Hak kabul etti. Müşrikler cesedi­nin başına yaklaşmak iste­dikleri sırada, cesedin başında bir­den bir arı sürüsü peydâ oldu ve onları cesede yaklaştırmadı. Bunun üze­rine cesedi sabahleyin gelip almak üzere ayrıldılar. Ancak sabah geldiklerinde ceset ortada yoktu. Şaşırdılar. Çünkü Cenab-ı Hak, gece bir yağmur yağdırmış ve bu büyük sahabenin cesedini ne­cis müşriklerin ellerinin dokunmasına fırsat ver­meden sellere sürükletip götürmüştü!

    Hz. Hubeyb ile Hz. Zeyd’in Şehâdetleri

    Lihyanoğulları tarafından Mekke’ye götürülen Hz. Hu­beyb b. Adiyy ile Zeyd b. Desinne, Bedir’de çok yakınları öldürülenler tarafından satın alınmış ve hapsedilmişler­di. Ku­reyş’in kararı, bu iki sahabeyi şehit etmekti. Bir müd­det hapiste işkence ve eziyetlere maruz bıraktıktan sonra, bir gün alıp ikisini birlikte Ten’im mevkiine götürdüler. İki kahraman sahabe son olarak kucakla­şıp birbirlerine sabır tavsiyesinde bulundular.

    Ten’im denilen yer, sanki bayram yeriymiş gibi, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkekle dolmuştu: Bu iki masum sahabenin maruz kalacakları gaddar hareketi seyre gelmişlerdi. Hürriyeti ve insanlığı ayaklar altına alan canileri al­kışlamaya koşmuşlardı. Yarım kalan Uhud muvaffakiyetleri ile Bedir mağlubi­yetinin acısını çıkaramadıklarını biliyor ve o acıyı, hıncı ve intikamı, bu iki ma­sum, müdafaasız ve silahsız sahabeyi darağacında sallandırmakla almaya çalı­şıyorlardı.

    Hz. Hubeyb’in Şehâdeti

    Çukur kazılmış, direk dikilmişti.

    Hz. Hubeyb’i direğe doğru götürdüler. Gönlü Allah’ın ve Resûlünün mu­habbetiyle dopdolu Hz. Hubeyb, telâşsız, tereddütsüz idi. Allah’ın dini uğ­runda şehit olmayı en büyük şeref biliyordu. İki rekât namaz kılmak için mü­saade istedi. İzin verilince bütün samimiyetiyle yüce Mevlâsının huzuruna yö­neldi. İki rekât namazını tamamladıktan sonra müşriklere dönerek, “Vallahi” dedi. “Eğer Hu­beyb ölüm­den korktu da namazı uzattı demeyecek olsaydınız, na­mazı uzatır ve çoğaltırdım!”[6]

    Hz. Hubeyb, bu hareketiyle, idamdan önce iki rekât namaz kılma âdet ve sünnetini de başlatan ilk insan oluyordu.[7]

    Müşrikler ona, “Muhammed’in dinini terk eder ve ecdadının dinine döner­sen sana eman veririz!” dediler.

    Kahraman sahabe, “Vallahi, hayır! İslam’dan asla dönmem! Hatta dünya, içindekilerle beraber bana verilse, yine de dönmem!” diye cevap verdi.

    Bu sefer müşrikler, “Doğru söyle; şimdi senin yerine Mu­hammed olsa ve sana bedel o öldürülse memnun olurdun, değil mi?” diye sordular.

    Gönlü Re­sû­lul­lah’a muhabbetle yanıp tutuşan sahabe­den gelen cevap, müş­rik canileri şaşırttı, tüylerini diken di­ken etti: “Allah’a yemin ederek söylüyo­rum ki Pey­gam­be­ri­mizin ayağına bir diken batmaktansa, evimden, hayatım­dan, çoluk çocuğumdan olmaya râzıyım!”

    Müşrikler, fedakârlığın böylesini görmemiş, Allah’a ve Resûlüne bağlılığın tatlı saadetini yaşamamış oldukları için, Hu­beyb Hazretlerinin bu cevaplarına gülüp geçiyorlardı.

    Etrafına bakan büyük insan, hiçbir nurani yüz göremiyordu. Bütün suratlar abustu; şirkin çirkinliği yüzlerine aksetmişti sanki... Kendisiyle Re­sû­lul­lah’a se­lamını iletecek kimsecikler yoktu o kocaman kalabalıkta... Bizzat kendi ağ­zıyla, hayatını uğruna feda ettiği Re­sû­lul­lah’a darağacında selam yollamaktan başka çaresi yoktu. Şöyle niyazda bulundu:

    “Allahım! Şu anda düşman yüzlerden başka yüz göremi­yorum!

    “Allahım! Burada selamımı Resûlüne ulaştıracak hiç kimse yok! Ne olur ona selamımı sen ulaştır!

    “Allahım! Sen, bize Resûlünün peygamberliğini bildirdin. Bize revâ görü­lenleri de ona sabahleyin bildir.”[8]

    Bu hazin dua yapılırken, Resûl-i Ekrem Efendimiz de, Medine’­de, Hu­beyb’in selamını, “Aleykesselam!” diyerek aldı; sonra da ashabına dönerek, “Ku­reyş, Hubeyb’i şehit etti” buyurdu.

    Hz. Hubeyb, eli kolu ağaçtan direğe bağlı bekletiliyordu. Karşısında, baba­ları öldürülmüş kırk genç, ellerinde mız­raklarla duruyorlardı. Emir alınca, dört bir taraftan mızrakları bu aziz sahabenin vücuduna batırmaya başladılar. Hubeyb’in, işkenceler altında ruhunu teslim etmesini istiyorlardı. Bir ara Hz. Hubeyb’in yüzü Kâbe’­ye döndü. Allah’a bundan dolayı hamd­etti: “Hamdol­sun o Allah’a ki yüzümü, kendisinin, Resûlünün ve mü’minlerin râzı oldukları kıbleye çevirdi!”

    Ku­reyş müşrikleri buna da tahammül edemediler ve onun yüzü­nü Kâ­be’den çevirdiler. Fakat fedakâr sahabe, yüzü Kâbe’ye doğru şehâdet maka­mına erişmek istiyordu. Rabb-i Rahîm’ine, “Allahım! Eğer ben, senin katında hayırlı biri isem, yüzümü kıblene çevir!” di­ye yalvardı.

    Kıbleye çevrilen Hubeyb Hazretlerinin yüzünü müşrikler, bir da­ha başka tarafa çeviremediler.[9]

    Hz. Hubeyb’in, ruhuyla yüce âlemlere yükselme zamanına kısa bir süre kal­mıştı. Ruhunu teslim etmeden önce kendisine Allah’a ve Resûlüne iman ve mu­habbetten dolayı bu zulmü, bu eziyeti revâ görenlere, “Allahım! Ku­reyş müşriklerini mahvet; topluluklarını tarumar et; onların birer birer canlarını al! Hiçbirini sağ bırakma Allahım!”[10]diye beddua etti.

    Yüksek sesle yapılan bu beddua, Ten’im mevkiinde yankılandı, imansız kalplere müthiş bir korku verdi: Kimisi yüzükoyun yere uzandı, kimi kulağını tıkadı. Bu korku, Hubeyb Hazretlerinin şe­hâ­de­tinden çok sonraya kadar da de­vam etti.

    Mızraklar göğsüne saplı Hz. Hubeyb, o ibret verici manzara için­de bir müddet Allah’ın varlık ve birliğini, Resûlünün hak ve peygamberliğini şirk eh­linin suratlarına hay­kırdı. Az sonra da hayatını şehâdet mertebesiyle nokta­ladı. Böylece, Allah yolunda darağacında ruhunu teslim eden ilk Müslüman oldu.

    Sıra, Hz. Zeyd’de...

    Hz. Hubeyb’in şehâdetini, Hz. Zeyd’in şehâdeti takip edecekti.

    Müşrikler onu da Ten’im’e alıp getirmişler ve darağacına bağlamışlardı.

    Hz. Hubeyb’e yapılan tekliflerin aynısı ona da yapıldı. Fakat bu büyük sa­habe de, Hubeyb’in verdiği aynı cevapları pervasızca verdi.

    Ebû Süfyan, bu durum karşısında hayret ve takdirini gizleyemedi: “Ben, in­sanlar arasında ashabının Muhammed’i sevdiği kadar hiç kimsenin, hiç kim­seyi sevdiğini şimdiye kadar görmüş değilim!”[11]

    Tekliflerinden netice almayan müşrikler, Hz. Zeyd’i oklarına he­def aldılar ve onu da şehit ettiler. Cesedi bağlı bulunduğu yerde kalan büyük sahabenin ruhu kim bilir hangi yüce âlemde tayeran ediyordu?

    Her iki sahabe de, imanlarında, Allah’a ve Resûlüne sadâkatte zerre kadar tereddüde düşmeden, işte böylesine imrenilecek güzel bir surette hayat def­terlerini kapadılar.


    ______________________________________________________________

    [1]İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 51.
    [2]İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 178; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 55.
    [3]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 178; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2. s. 55.
    [4]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 179; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 2, s. 294.
    [5]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 463; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 189.
    [6]Buharî, Sahih, c. 3, s. 28.
    [7]Buharî, a.g.e., c. 2, s. 28.
    [8]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 182; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3. s. 190.
    [9]Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 191.
    [10]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 182.
    [11]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 181; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2. s. 56.

    Yazar: 
     
    Bugün 46 ziyaretçi (359 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol