աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: peygamberimizin amcasiyla sama gidisi
      Bugün Ziyaretçi: 66
      Bugün Tıklama: 810
      Toplam Ziyaretçi: 136663
      Toplam Tıklama: 278296
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.20.204.163

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>peygamberimizin amcasiyla sama gidisi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    peygamberimizin amcasiyla sama gidisi

    Peygamberimizin, Amcasıyla Şam'a Gidişi

    Kâinatın Efendisi on iki yaşına girmişti.

    Akranları arasında artık farklı beden ve simaya sahipti. Siması etrafa pırıl pırıl nurlar saçıyordu. Gönlü huzur doluydu.

    Onu yanında barındıran Ebû Tâlib ise, o sırada büyük bir geçim sıkıntısı içinde idi. Bunun için, ticaretle uğraşmaya kendisini mecbur hissetmekteydi. Bu maksatla da Ku­reyş’in o sene tertiplediği ticaret kervanına katılarak Şam’­a gitmeyi kararlaştırdı.

    Yol hazırlıkları yapılıyordu. Yapılan hazırlıklar Efendimizin gözleri önünde cereyan ediyordu. Haliyle, çok sevdiği amcası, kendisinden bir müddet ayrıla­caktı. Ama o buna nasıl tahammül edebilirdi? Yıllar önce de hem muhterem babasını, hem de aziz annesini böyle iki seyahat sonunda kaybetmişti. Şimdi ise, hâmîsi Ebû Tâlib, böyle bir seyahate çıkacak ve günlerce kendisinden uzak bulunacaktı. Nâzik ve lâtif ruhu bu ayrılığa nasıl dayanacaktı?

    Ebû Tâlib gibi ev halkı da Kâinatın Efendisinin başına yolda bir şeylerin gel­mesinden korktukları için bu seyahate katılmasını is­temiyorlardı. Ancak o, am­ca­sıyla gitmeyi candan arzu ediyordu. Günlerce üzgün durduktan sonra amca­sı­na açılmak zorunda kaldı. Hasret ve hüzün dolu mübarek sesiyle ona şöyle hitap etmekten kendini alamadı:

    “Amcacığım! Beni nereye ve kime bırakıp gidiyorsun? Burada ne annem var, ne de babam!”

    Bu sözlerini gözyaşlarıyla bir çiçek gibi süsleyen Kâinatın Efendisinin derin hüzün ve üzüntüsüne, değil kendisini canı gibi seven Ebû Tâlib, en katı yü­rek­li­ler bile dayanamazdı. Şefkat duygusunu coşturan bu ifadeler karşısında Ebû Tâlib, derhal kararını değiştirdi. Artık Kâinatın Efendisi de amcasıyla bir­likte gidecekti.

    Efendimizin gönlü bu karardan sonra sevinçle doldu. Hazırlıklar tamam­landı ve o, amcasıyla birlikte ticaret ker­vanına katıldı.

    Kervan, çölleri aşa aşa Busra’ya vardı ve burada mola verdi. Busra, Şam ile Kudüs arasında suyu bol ve bahçelerle kaplı bir kasabaydı.

    Rahip Bahîra’nın Müşâhede ve Tespiti

    Busra panayırına yakın küçük bir manastırda o sırada bir rahip yaşıyordu: Bahîra...[1]Bu rahip, Hıristiyanların o zaman hatırı sayılır bir âlimi idi. Çünkü manastırda bir kitap vardı ki orada ibadete kapanan her rahip o kitaptan oku­yarak Hıristiyanların en bilgili kimsesi olurdu. O güne kadar gelip geçmiş bü­tün rahipler de o kitaptan istifade etmişlerdi.[2]

    Ku­reyş’in ticaret kafilesi, her sene olduğu gibi bu sene de rahibin bu ma­nas­tırına yakın bir yerde konakladı. Gariptir ki daha önceki seneler gelen Ku­reyş kervanının hiçbiriyle ilgilenmeyen, konuşmayan Bahîra, bu sefer kafileye bek­lenmedik bir sürprizle yakın alâka gösterdi, hatta kendileri için bir ziyafet ter­tipledi.

    Bu ilgi, bu ziyafet nedendi?

    Kafiledekileri düşündüren soru, bu idi!

    Bilgin rahip, kafilede o âna kadar gözlerinin şahit olmadığı bazı garipliklere şahit olmuştu: Manastırda, Ku­reyş kafilesini seyrederken bir bulutun, Efendi­ler Efendisini gölgelediğini görmüştü! Kafile gelip bir ağacın altına konunca, aynı bulutun ağacı da gölgelediğini; ağacın dallarının ise, nur çocuğun üstüne adeta eğilip gölge ettiğini müşâhede etmişti!

    Bu garipliği görmüş olan Rahip Bahîra, manastırından çıkarak, Mekkeli ti­ca­ret kafilesini çağırdı ve şöyle dedi:

    “Ey Ku­reyşliler! Size yemek hazırladım. Bu ziyafetime, büyüğünüz küçü­ğünüz, hürünüz köleniz dâhil hepinizin gelmesini istiyorum!”

    Bahîra’nın bu garip tavrı, Ku­reyşli tüccarların dikkatin­den kaçmadı. Sebe­bini merak ettiler ve sordular: “Ey Ba­hî­ra! Vallahi, bugün sende bambaşka bir hal var. Biz sa­na her gelişimizde uğrarız. Şimdiye kadar bize böyle bir şey yaptığın vâkî değil. Sendeki bu hal nedir?”

    Bahîra, sırrını açıklamadı ve şu cevapla yetindi:

    “Evet, gerçekten doğru söylediniz! Ama ne de olsa, sizler misafirimsiniz. Bunun için sizi misafir etmek, yemek yedirmek, istedim. Buyurun yeyiniz!”

    Davete icabet edildi ve sofraya oturuldu.

    Ancak kafileden, sofrada tek bir kişi eksikti: Bahîra’nın aradığı, Kâinatın Efendisi! Yaş itibarıyla en küçükleri olduğundan, kafilenin eşyalarını bekle­mekle vazifeli olarak ağacın altında oturuyordu.

    Bahîra, bütün dikkatiyle sofradakileri süzmekle meşguldü; ancak aradığı nurlu sima yoktu aralarında... Sordu: “İçinizde yemeğe gelmeyen, geride kalan kimse var mı?”

    Cevap verdiler: “Hayır ey Bahîra! Senin davetine icabet edip gel­me­yen kim­se yok. Sadece bir çocuk var: Eşyalarımızı beklemek üzere bırakılmış bir ço­cuk!”

    Mukaddes kitapları dikkatle incelemiş olan ve onlardan Son Peygamberin özellik ve alâmetlerini öğrenmiş bulunan Ba­hîra, onun da gelmesini ısrarla is­tedi.

    Ku­reyşli tüccarlar, Bahîra’nın bu ısrarlı isteğini reddetmediler ve Kâinatın Efendisi Nur Çocuğu da alıp getirdiler.

    Efendiler Efendisi sofrada yemek yemekle meşgul iken, Bahîra’­nın gözleri bütün dikkat ve hayretiyle onun üzerinde dolaşıyordu. Her halini, her hareke­tini dikkatli bakışlarla süzmekteydi.

    Bahîra, aradığını bulmuştu! Maksadına erişmişti; zira, bütün dikkatiyle süz­mekte olduğu nur çocuğun her hali ve her hareketi, yanındaki kitapta yazılı sıfatlara tıpatıp uyuyordu!

    Yemek yendi. Sofradakiler dağılırken, Bahîra, Kâinatın Efen­disi Peygambe­rimizin kulağına eğildi ve “Bak delikanlı, Lât ve Uzzâ hakkı için sana soraca­ğım şeylere cevap ver!”

    Nur gözlerde bir tiksinti, bir nefret belirtisi: “Lât ve Uzzâ adına benden bir şey isteme. Vallahi, onlardan nefret ettiğim kadar hiçbir şeyden nefret etmem!”

    Bahîra, önceki teklifinden vazgeçti: “O halde, Allah hak­kı için, sana sora­caklarıma cevap ver!”

    Peygamber Efendimiz, “Sor” dedi. “İstediğini sor!”

    Sorduğu her soruya aldığı cevap, Bahîra’yı hayretler için­de bırakıyordu; çün­kü onun Son Peygamber hakkında bildiklerine aynen uyuyordu!

    Son olarak, Kâinatın Efendisinin sırtına baktı ve Peygamberlik mührünü gördü!

    Artık Bahîra’da, şeksiz şüphesiz kesin kanaat hasıl olmuştu: Bu genç, bekle­nen Son Peygamber idi!

    Rahip Bahîra ile Ebû Tâlib Başbaşa

    Rahip Bahîra, bu teşhisinden sonra, Efendimizin amcası Ebû Tâlib’in yanına vardı. Aralarında şu konuşma geçti:

    “Bu çocuk senin neyin olur?”

    “Oğlumdur!”

    “Hayır, o senin oğlun değil! Bu çocuğun babasının hayatta olmaması lâ­zım!”

    “Evet, doğru söyledin; o benim öz oğlum değil, yeğenimdir.”

    “Peki, babasına ne oldu?”

    “Annesi bu çocuğa hamile iken vefat etti.”

    “Evet, doğru konuştun!”

    Bahîra açısından artık her şey apaçık ve kesin idi.

    Sonunda, Peygamberimizin amcasına şu tavsiyede bulunarak hakperestli­ğini gösterdi:

    “Bu yeğenini hemen memleketine geri götür! Onu hasetçi Yahudilerden ko­ru. Vallahi, Yahudiler, çocuğu görüp de, benim fark ettiklerimi onlar da fark ederlerse ona kötülükte bulunurlar. Çünkü senin bu yeğenin, ileride büyük şân ve nâm kazanacaktır. Durma, onu hemen geri götür!”[3]

    Bu tavsiye üzerine Ebû Tâlib, mallarını orada satarak aziz yeğeniyle Mek­ke’ye geri döndü.[4]

    Rahip Bahîra gibi, birçok Hıristiyan ve Yahudi âlimi, Resûl-i Ekrem Efen­di­mi­zin sıfatlarını kitaplarında görmüşler ve “Evet, kitaplarımızda Mu­hammed-i Arabî’nin (a.s.m.) sıfatları ya­zılıdır” diyerek, hak bir itirafta bulun­muşlardır. Bu itirafa rağ­men, yine de birçoğu İslam’ın şerefiyle şereflenmekten mahrum kalmışlardır.

    Bu eşsiz bahtiyarlığa erenler arasında ise şunları sayabiliriz:

    Abdullah İbni Selam, Vehb İbni Münebbih, Ebî Yâsir, Şamûl, Esid ve Sa’lebe b. Saye, İbni Bünyamin, Muhay­rık, Kâ­bü’l-Ah­bar, Dağâtır, İbni Nâtûr, Câ­rûd...[5]

    Kur’an-ı Kerim, ehl-i kitabın bu hakperest âlimlerinden şu ayetleriyle bah­seder:

    “Şüphe yok ki onlar, hakkı itiraf etmek hususunda büyüklen­mek istemez­ler. Peygambere indirilen Kur’an’ı dinledikleri zaman, hakkı tanımalarından dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Onlar, ‘Ey Rabbimiz! Biz, Se­nin indirdiğine iman ettik. Artık Sen, bizi hakka şahit olanlarla beraber yaz’ derler.”[6]


    ___________________________________

    [1] Bahîra’nın asıl adı, Circis veya Sercis’tir. Avrupalı tarihçiler, “Serciyus” derler. Kendisi bir Yahu­di âlimi iken, sonraları Hıristiyanlığı kabul etmiştir (İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 191, dipnot 1).
    [2] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 191.
    [3] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 191-194; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 153-155; Be­lâ­zu­rî, Ensab, c. 1, s. 96-97; Taberî, Tarih, c. 1, s. 194-195.
    [4] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 194; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 155; Belâzurî, a.g.e., c. 1, s. 97.
    [5] Hüseyin el-Cisr, Risale-i Hamidiyye, Terc., s. 55-56; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 168-169.
    [6] Mâide, 82-83.

    Yazar: 
     
    Bugün 66 ziyaretçi (810 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol