աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: ilk islam devleti
      Bugün Ziyaretçi: 54
      Bugün Tıklama: 541
      Toplam Ziyaretçi: 136651
      Toplam Tıklama: 278025
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.135.198.159

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>ilk islam devleti

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    ilk islam devleti

    İlk İslâm Devleti

    Peygamber Efendimiz, on üç senelik Mekke devrinde mesaisini tamamıyla iman esaslarını anlatmaya hasretmişti. Bu imanî hizmet sâyesinde birçok kimse İs­lam’ın saadetli sînesine koşmuştu. İmanlı insanların sayısı çoğalmıştı ve Müslümanlar gözle görülür bir kuvvet haline gelmişlerdi. Ancak buna rağmen bu devrede İslam düşmanlarına karşı her türlü maddî mukabele yasaktı. Müs­lü­manların tek silahı vardı, o da “sabır”dı.

    Fakat hicretle yeni bir muhite gelinmişti. Şartlar tamamıyla değişmişti. Müs­lümanlar, imanlarının gereği olan her şeyi serbestçe yapabiliyorlardı.

    Hz. Re­sû­lul­lah’ın Medine’ye gelir gelmez gerçekleştirdiği en mühim iş —da­ha önce bahsedildiği gibi— muhacirlerle ensarı kar­deş yapmış olmasıydı. Efen­dimiz, bununla, Müslümanlar arasında kuvvetli bir ittifak kurmuş olu­yor­du. İslam’ın, ırk, dil, sınıf ve coğrafî ayrılıkları tanımayan kardeşlik mües­sese­si, böylece tarihte ilk defa gerçekleşiyordu.

    Ancak bununla her şeyin bitmediği muhakkaktı. Medine’de yal­nız Müslü­manlar yaşamıyorlardı. Bu yeni muhitte Musevîler, müşrik Araplar ve bazı Hı­ristiyanlar da vardı ve haliyle mütecanis olmayan bir manzara arz edi­yor­lardı. Bu­na bir de Arap kabileleri arası tükenmek bilmeyen rekabet ve çatışmaları, Ya­hudilerle Araplar ara­sın­daki anlaşmazlıkları katarsak, bu yeni muhitin ne büyük bir karışıklık içinde olduğunu kolayca anlayabiliriz!

    Meselenin asla küçümsenmeyecek bir başka tarafı daha vardı. O da, Mek­keli müşriklerin her an Medine üzerine yürüyebilecekleri hususu idi. Arala­rında devam eden soğuk harp, her an sıcak harbe dönüşebilirdi.

    İşte, Peygamber Efendimizin önünde böylesine mühim meseleler duruyor ve bunlar hal çaresi bekliyordu.

    Bu yeni muhitte, Müslüman olmayan unsurlarla anlaşmak, cemiyete bir teşkilâtlanma ruhu ve havası getirmek icab ediyordu. Adlî, askerî, siyasî birta­kım esesların tespitine lüzum vardı.

    Henüz Hicret’in 1. yılı bitmiş değildi.

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, bütün Medine ahalisinin temsilcilerini Enes b. Mâlik Hazretlerinin evinde bir araya topladı. Maksat, bazı içtimaî prensiplerin tedvin edilmesiydi. Yapılan konuşmalar neticesinde bu prensipler tedvin edil­di ve derhal yürürlüğe kondu. Mühim maddeler yazıldı ve taraflarca im­zalandı.

    Bu maddeler, Hz. Re­sû­lul­lah’ın başkanlığında teşekkül eden ilk İslam dev­letinin anayasasıydı. Hatta “bu vesika, sadece ilk İslam devletinin anayasası olmakla da kalmamakta, aynı zamanda bütün dünyada yazılı ilk anayasayı teşkil etmekteydi.”

    Tedvin edilen bu anayasayla, Medine halkı, artık diğer insanlardan ayrı bir millet teşkil etmiş oluyorlardı.

    Şehir Devletinin Anayasası

    Elli iki maddeden ibaret olan İslam şehir devletinin ilk yazılı anayasasının birinci ve ikinci maddelerinde şöyle deniliyordu:

    “1. Bu kitap (yazı), Re­sû­lul­lah Muhammed (a.s.m.) tarafından Ku­reyşli ve Yesribli mü’minler ve Müslümanlar ve bunlara tâbi olanlarla yine onlara son­radan katılmış olanlar ve onlarla birlikte cihat edenler için (olmak üzere) tan­zim edilmiştir.

    2. İşte bunlar, diğer insanlardan ayrı bir topluluk teşkil ederler.”[1]

    Bu anayasaya göre, Medine halkı, inanç farkı gözetmeksizin diğer milletler­den ayrı bir “millet” teşkil etmekte ve ayrı bir topluluk hüviyetini taşımak­tay­dı.

    Hz. Re­sû­lul­lah, ayrıca Medine etrafında bulunan kabilelerle, özellikle Mek­kelilerin Şam ticaret yolu üzerinde ikamet etmekte olan kabilelerle derhal dost­luk tesis etmek yoluna gitti ve onlarla anlaşmalar imzaladı.

    Yine Müslümanlar, şehrin yerli halkı Yahudiler ve diğerleri ile münâsebet halinde bulunmak mecburiyetinde idiler. Bu sebeple, kurulan devletin anaya­sasında onlara da haklar tanındı.

    Buna göre, onlar da Müslümanlar gibi yeni devletin vatandaşları sayılıyor­lardı: “Muhammed’in (a.s.m.) büyük basîret ve siyasî inceliği, Yahudilere bah­şettiği fermanda görülür. Bu fer­manda diğer hususlar arasında onların da biz­zat Müslümanlar gibi yeni devletin vatandaşları olduğu, Yesrib’deki iki kabile­nin bir tek millet teşkil ettiği, suçların dinlerin ahkâmına göre cezalandırıla­cağı, ihtiyaç hasıl olduğu zaman her iki tarafın (Müslüman ve Yahudilerin) ye­ni devleti müdafaaya çağrılacağı, gelecekte zuhur edecek anlaşmazlıklar hak­kında Re­sû­lul­lah tarafından karar verileceği yazılıydı.”[2]

    Ayrıca bu anayasa metninde harple ilgili madde de ilgili çekicidir. Vuku bu­lacak herhangi bir harpte, harp mas­raflarını kendilerini karşılamak şartıyla Yahudiler, Medine şehir devletinin müdafaasına katılacaklardı.

    Anayasanın on altıncı maddesine göre, “tâbi olmaları” şartıyla Müslüman­la­rın yardım ve müzaheretlerine hak kazanacakları tespit ediliyordu. Aynı za­man­da, dışarıdan gelecek herhangi bir hücum karşısında da beraberce (Müs­lü­man ve Yahudiler) şehri müdafaa edecekler, bu hususta birbirlerinin yardı­mı­na koşacaklardır. Bu hücum ister Müslümanlara, ister Yahudilere olmuş ol­sun.

    Bu maddeler ışığında, Müslümanların ehl-i kitaptan olan Yahudilerle ittifa­kını görmekteyiz. Burada, ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlara tamamen bir din ve inanç hürriyeti tanınmıştır. Böylelikle, ehl-i kitap arasında kitapsız olan müşriklere karşı hiç olmazsa asgarî müşterekte birleşme esası getirilmiştir ve bunun için de Müslümanlarla birlikte Yahudiler ilk anayasada zikredilerek bunların birlikte “tek câmiâ” teşkil ettiklerinden söz edilmiştir.

    Peygamber Efendimiz, Medine’de tesis ettiği devleti düşmanlardan koru­mak için, buranın yerlileri olan gayrimüslim ehl-i kitapla siyasî ittifak ve ant­laş­malar yaptığı gibi, inanç yönünden de bir ittifakın sağlanmasını temine ça­lışmıştır. Onları aralarında ortak bir kelime olan “tevhid” inancı üzere bir­leş­tir­mek ve şirk ehline karşı “inananlar paktı”nı kurmak istemiştir. Nitekim bu ga­ye­yi Medine içindeki ehl-i kitap için güttüğü gibi, ehl-i kitap olan dış devletler için de takip etmeye çalışmıştır. Bizans İmparatoru Heraklius ve di­ğer Hı­ris­tiyan prenslerine gönderdikleri davet mektubunda şu ayet-i keri­meyle onlara hitap etmiştir:

    “De ki: ‘Ey ehl-i kitap (Hıristiyan ve Yahudiler)! Bizim­le sizin arasında mü­sâvî bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimize Rabler edinmeyelim.’ Eğer yüz çevirirlerse, o halde deyin ki: ‘Şahit olun; biz, gerçek Müslümanlarız!’”[3]

    Bizzat Resûl-i Ekrem tarafından yazılı anayasayla himâ­ye ve yardıma maz­har olan Kitap Ehli ne yazık ki antlaşmanın şartlarını bizzat kendileri bozmuş ve lehlerin­deki şartların ortadan kalkmasına böylece yol açmışlardır. Antlaş­mada “site devleti içinde bu­lunanların birbirlerinin aleyhinde bulunmayacak­ları” şartı, “birbirlerinin düşmanla­rıyla anlaşmaya varmayacakları” maddesi yazılı iken, onlar (Yahudiler) Medine’nin müşriklerin taarruzlarına hedef ol­duğu çok nâzik bir sırada baş kaldırdılar, daha yeni yeni teşekkül eden ve yeni yeni yerine oturan bir devletin aleyhinde tertipler düzenlemeye başladılar. Ta­bii ki bu, doğrudan doğruya onları Müslümanların himâyesinden mahrum bı­rakıyordu.

    Görüldüğü gibi, bu anayasa, kurulan yeni bir devletin birçok müessesesi hususunda hükümler taşımakta, her meselede istikametli çizgiler çizmekteydi: “Bu anayasayla İslam, hayatının yeni bir safhasına başladı. Maddî ve cismanî ile mânevîyatın karışması, ona kendine has bir çizgi getirdi. Mânevîyatı, hatta ahlâkı tanımayan bir siyaset, bizi maddeciliğe ve vahşî hayvanların hayatla­rından daha aşağı bir hayata götürür. Yaşadığımız dünyanın hadiselerinden ayrı bir mânevîyat ise bizi melek mertebesinin üze­rine çıkarabilir. Fakat bu, ancak son derece mahdut bir zümre için mümkündür. İnsanların büyük ekse­riyeti, böyle bir ideolojiyi tatbik edenlerin çemberinin dışında kalır. Hz. Mu­hammed (a.s.m.), bilhassa vasat adamı düşündü ve ona insan hayatının iki ta­rafını nasıl dengeye getireceğini, madde ve manayı aynı zamanda içine alan bir terkip yapmayı öğretti. Bu dinî doktrin, herkese en az derecede lâzım olan bazı esas noktaları seçer, fakat kendilerini mânevî hayata daha fazla verebilme ter­cihini fertlere bırakır. Bu durumda Hz. Peygamberin sahabeleri müstakil bir devletin idare edici cemaati, Hz. Peygamber ise her sahada onun reisi oldu.”[4]


    ____________________________________________________________________

    [1] İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 147. Diğer maddeler için bkz.: İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 147-150.
    [2] Prof. Harun Han Şirvanî, İslam’da Siyasî Düşünce ve İdare, Terc.; s. 18.
    [3] Al-i İmrân, 64.
    [4] Prof. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c. 1, s. 148.

    Yazar: 
     
    Bugün 54 ziyaretçi (541 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol