աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: peygamberimiz amcasi ebu talibin yaninda
      Bugün Ziyaretçi: 67
      Bugün Tıklama: 833
      Toplam Ziyaretçi: 136664
      Toplam Tıklama: 278317
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.145.84.90

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>peygamberimiz amcasi ebu talibin yaninda

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    peygamberimiz amcasi ebu talibin yaninda

    Peygamberimiz Amcası Ebu Talib'in Yanında

    Sevgili Peygamberimiz, sekiz yaşında...

    Dedesi tarafından kendisine koruyucu olarak tayin edilen amcası Ebû Tâ­lib’in himâyesinde.

    Ebû Tâlib, son derece merhametli bir insandı. Fakat oldukça fakirdi. Mekke et­rafında yayılan ve şehre getirilince sütünden faydalanılan birkaç devesinden başka herhangi bir mal ve mülke de sahip değildi. Aile efradı kalabalık olan Ebû Tâlib, haliyle maişet cihetiyle büyük sıkıntı içinde bulunuyordu.

    Bütün bunlara rağmen o, dürüstlüğü ve doğru yaşayışı ile Ku­reyşliler tara­fından sevilir, sayılır ve hürmet görür idi. Hz. Ali, ba­basının bu durumunu şu ifadelerle dile getirir:

    “Babam, Ku­reyş’in fakir, fakat ileri gelenlerinden şerefli biri idi. Hâlbuki, kendisinden evvel, böyle yoksul olduğu halde kavminin ulu kişisi olmuş bir kimse gelmemiştir.”

    Ebû Tâlib, yaşayışı bakımından da, Câhilliyye devrinin kötülük ve çir­kin­lik­le­rinden uzaktı. Ku­reyşli müşriklerin su gibi içtikleri içkiyi o, babası Ab­dül­mut­ta­lib gibi, asla kullanmazdı. Görüldüğü gibi Ebû Tâlib, her haliyle Kâinatın Efendisini himâye edecek evsafta bulunuyordu.

    Ebû Tâlib, aynı zamanda kardeşi Zübeyr’den kendisine geçen Kâbe per­de­dar­lığı demek olan “rifade” ve hacılara su içirme hizmeti demek olan “sikâye” vazifelerini de yürütüyordu. Ne var ki fazla masraf gerektiren bu va­zifelerin altından dar bütçesiyle kalkamayacağını anlayınca, üç hac mevsimin­den sonra bu görevleri kardeşi Hz. Abbas’a devretmek zorunda kaldı. Sikâye ve rifade hiz­metleri, Mek­ke’nin fethine kadar Hz. Abbas’ın elinde devam etti. Re­sû­lul­lah, Mekke’yi fethettikten sonra bu görevleri yine aynı elde bıraktı.

    Ebû Tâlib de, babası gibi, Sevgili Peygamberimize candan bağlıydı. Öz baba gibi, yetişmesine son derece dikkat ediyordu. Yeğenini asla yanından ayırmak istemezdi. Gittiği her yere onu da götürür, yanıbaşına oturtur ve bir arkadaş gibi kendisiyle sohbet eder ve konuşurdu.

    Ebû Tâlib’in evinde onsuz sofraya oturulmazdı. Sofra hazırlandığında Pey­gamber Efendimiz görülmeyince amca, “Muhammed’im nerede? Çağırın, gel­sin” derdi. Çünkü onun bulunduğu sofrada herkes doyarak kalkar ve yemek yine de artardı. Bulunmadığı sofralarda ise, çok kere sofradakiler doymadan yemek bitiverirdi.[1]

    Zaten, Sevgili Peygamberimiz, ta o zamandan beri az yiyordu. Sofrada son derece ciddi ve nimetlere hürmetkâr bir tavır içinde bulunurdu. Diğer çocuklar kurulur kurulmaz sofraya saldırırken, o büyükleri başlamadan lokmayı ağzına koy­mazdı. Hatta bazı kere am­cası, çocuklardan rahatsız olmasın diye onun için ayrı sofra kurdururdu.[2]

    Henüz bu yaşında Sevgili Efendimiz, —büyüklüğünde ol­duğu gibi— aç­lık­tan, susuzluktan da şikayet etmiyordu. Dadısı Ümmü Ey­men, bu hususu şu ifadelerle dile getirir:

    “Re­sû­lul­lah’ın, çocukluğunda ne açlıktan, ne de susuzluktan şikayet ettiğini görmedim. Sabahleyin bir yudum zemzem içerdi. Kendisine yemek yedirmek istediğimizde, ‘İstemem, karnım tok’ derdi.”[3]

    Yine Peygamber Efendimiz, sabahları pırıl pırıl parlayan temiz bir yüz, ta­ranmış tertemiz saçlarıyla gündüz âle­mi­ne sev­gi, neşe ve hayat dolu nur gözle­rini açardı.[4]

    Peygamberimiz, Amcasıyla Yağmur Duasında!

    Mekke ve havalisi, şiddetli bir kuraklık ve kıtlık yılı yaşıyordu. Yağmurun damlası yoktu. Yerler kupkuru ve toprak susuzluktan şerha şerha idi.

    Ku­reyşliler Ebû Tâlib’e başvurarak, “Ey Ebû Tâlib!” dediler. “Kuraklık ve kıt­lıktan çoluk çocuğumuz ölmeye, hay­vanlarımız kırılmaya başladı! Ne olur, bizim için yağmur duasına çıksan?”

    Ebû Tâlib teklifi reddetmedi. Ancak yalnız gidemezdi, gitmek de istemezdi. Yanına yeğeni Nur Muhammed’i de almalıydı. Çünkü onun bereket ve ihsan­lara vesile olduğu­nu birçok hadisede görmüş ve anlamıştı.

    Ebû Tâlib, yeğeni Saadet Güneşiyle birlikte Kâbe’ye vardı. Sırtını bu kutsî mâ­bede dayadı, ellerini Kâinat Sultanına açtı ve yalvarmaya başladı. Nur Mu­hammed (a.s.m.) ise, Kâbe’nin örtüsüne yapışmış, bir parmağını da gö­ğe doğru kaldırmıştı.

    ...Ve az sonra Rahmân-ı Rahîm’in rahmet deryası coştu ve yağmur, bar­dak­tan boşalırcasına Mekke ve halkının üzerine döküldü. Öyle ki kendilerini zor­lukla evlerine atabildiler. Bir anda vadiler dolup taştı. Yüzler ve gözler se­vinçle doldu.

    Evet, Hz. Muhammed (a.s.m.), insanlığa maddî mânevî rahmet ve bereket getirmek, insanlığı ve dünyayı mesut ve mamur etmek üzere vazifelendiril­mişti. Daha çocukluğundan iti­baren de bu ulvî ve büyük vazifenin sahibi bu­lunduğunun izlerini üzerinde taşıyordu!

    Fâtıma Hâtun’un Peygamberimize Sevgisi

    Ebû Tâlib’in hanımı Fâtıma Hâtun’un da Peygamber Efendimize olan sev­gisi ve şefkati sonsuzdu. Onu öz evladı gibi seviyor, bakımına son derece dik­kat ediyordu. Hatta onu yedirip doyurmadan, çocuklarına bakmıyor ve onlarla ilgilenmi­yordu. Böylece, Dür­r-i Yetim’e, annesiz kalmış olmanın ız­dırap ve hasretini his­se­tir­memeye çalışıyordu!

    Sevgili Peygamberimiz de, Fâtıma Hâtun’a sevgi ve say­gısında hiçbir za­man kusur etmiyordu. Ömrünün sonuna kadar da kendisine yapılan iyiliği unutmadı Öyle ki Fâtıma Hâtun, vefat ettiğinde “Bugün annem öldü!” diyerek ona karşı olan sevgisini ifade etmişti. Sonra da gömleğini çıkararak ona kefen yapmış ve beraberinde kab­re inerek bir müddet mezarında uzanmıştı.

    Resûl-i Ekrem’in bu hareketi, ashabının gözünden kaç­ma­dı. Sebebini sor­duklarında, şu cevabı verdi:

    “Ebû Tâlib’ten sonra, bu kadıncağız kadar bana iyilik eden hiçbir kadın yok­tur. Ahirette, cennet elbiselerinden elbise giy­mesi için ona gömleğimi kefen yaptım. Kabre ısın­ması için de oraya kendisiyle birlikte uzandım.”[5]

    Kendisine yapılan iyilikleri, kim tarafından olursa olsun asla unutmayan ve o iyiliklerin altında kalmayıp birkaç misliyle mukabele eden büyük Peygamber (a.s.m.)...

    Resûl-i Ekrem’in bu yüksek hasletinin, bu müstesna sıfatının, insanların hi­dayete ermesinde büyük tesiri olduğu, hayat safhaları içinde görülecektir.

    PEYGAMBER EFENDİMİZİN KOYUN GÜTMESİ

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, ömr-ü saadetlerinin onuncu yılı içinde bulunu­yorlardı.

    Bu sırada, himâyesinde bulunduğu amcası Ebû Tâlib’in koyun ve keçilerini gütmek istediğini söyledi. Onu canı gibi seven amcası, önce buna râzı olmadı. Ancak Efendimizin şiddetli arzu ve ısrarı karşısında kabul etti. Fakat bu sefer zevcesi Fâtıma Hâtun, bu isteğe şiddetle karşı koydu. Gözbebeklerinden daha çok kıymet verdikleri Kâinatın Efendisini yakıcı güneş altında bırakmaya gö­nülleri nasıl rıza gösterebilirdi?

    Fakat Fahr-i Âlem Efendimiz, bu arzusunda kararlı idi. Bunun için Fâtıma Hâtun’u ikna ve râzı etti.

    Efendimiz, sabahları koyun ve keçileri alarak vadilerde ve tepelerde dolaş­tırıp otlatmaya başladı.

    Böylece, hem geçim sıkıntısı içinde bulunan amcasına, hiç olmazsa çoban tutma masrafından kurtarmak suretiyle yardımda bulunmuş, hem de yalnız ba­şına yerleri ve gökleri derin derin tefekkür edebilme imkânını elde etmiş olu­yordu. Kırda Cenab-ı Hakk’ın, her an tazelendirdiği yer ve gök sahifele­rin­deki ulvî manzaraları seyrediyor ve adeta ruhu onlardan eşsiz bir zevk ve de­rin bir feyiz alıyordu. Üzerine aldığı bu va­zife, onu aynı zamanda tefessüh et­miş cemiyetin yalan ve hile ile dolandırıcılık ve riyâ ile bulaşmış hayatlarından uzak kalma imkânına da kavuşturuyordu.

    Ömr-ü saadetlerinin bir senesini koyun gütmekle geçiren Efendimize nü­büvvet vazifesi verildikten sonra, sahabeleriyle bir gün kıra çıkmışlardı. Mer­ruzzahran mevkiinde beraberce misvak ağacının yemişini topluyorlardı. Gö­nülleri kucaklayan tebessümleri arasında sahabelerine şöy­le buyurdu:

    “Siz bu yabanî yemişlerin karalarını tercih ediniz. Çünkü onun siyahı en lezzetlisidir!”

    Sahabeler, merak ve hayret içinde, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dediler. “Bu yemişin iyisini kötüsünü çobanlar bilir. Siz de ko­yun güttünüz mü?”

    Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, yine ruhlar okşayan tebessümleri ara­sında, “Hiç­bir peygamber yoktur ki koyun gütmemiş olsun!”[6]ce­vabını verdiler.

    Ömür defterine tatlı bir hatıra olarak kaydedilen bu ko­yun gütme hadise­sini, yine Resûl-i Zîşan Efendimiz bir gün şöyle yad e­de­cek­tir:

    “Mûsa (a.s.)  peygamber gönderildi, koyun güderdi. Dâ­vud (a.s.)  peygam­ber gönderildi, koyun güderdi. Ben de peygamber gönderildim. Ben de kendi ailemin koyunlarını Ciyad’da (Mekke’nin alt tarafında bir yer) güderdim.”[7]

    Görülüyor ki Kur’an’da “en yüksek ahlâkın sahibi” olarak tavsif edilen Re­sû­lul­lah Efendimizin, henüz on yaşlarındaki gayret ve himmeti dahi boş otur­mayı hoş görmemiş ve başkasına yük olmayı uygun bulmamıştır.

    Tafsili ciltler teşkil edecek şu mübarek sözlerinde de bu bir senelik koyun gütme tecrübesinin eserini bulmak müm­kündür:

    “Hepiniz çobansınız. İdareniz altında bulunanlardan mes’­ûl­sünüz. Devlet reisi, idaresi altındakilerden mes’­ûl­dür. Kişi, ehil ve iyâlini gözetip korumakla mükellef ve bundan mes’ûl­dür. Kadın, kocasının evinden mes’­ûldür. Hiz­metçi, efendisinin malının muhâfızıdır ve bun­dan mes’ûldür. Kişi, babasının malının muhâfızıdır ve bun­dan mes’­ûldür. Hepiniz, idareniz altında olanlardan mes’­ûl­sünüz.”[8]

    Eğlencelere Katılmaktan Alıkonması

    Cenab-ı Hakk’ın hususî terbiyesi ve muhafazası altında ömür geçiren Kâi­natın Efendisi Peygamberimiz, amcasının koyunlarını güttüğü sıralarda başın­dan geçen bir hadiseyi şöyle anlatmıştır:

    “Ben, Câhiliyye devri insanlarının işledikleri bir şeyi iki defa yapmaya te­şebbüs ettimse de Allah, beni o işten alıkoydu. Bundan sonra Allah, beni pey­gamberlik vazifesiyle şereflendirinceye kadar hiçbir kötülüğe teşebbüs etme­dim. Teşebbüs ettiğim şeye gelince... Bir gece, Ku­reyş’ten bir gençle, Mekke’nin yukarı taraflarında kendi koyunlarımızı (veya develerini) otlatıyorduk. Ben ar­kadaşıma, ‘Ko­yunlarıma bakarsan, ben de diğer arkadaşlarım gibi Mek­ke’ye giderek, gece eğlencelerine, gece masalları toplantılarına katılmak isti­yo­rum’ teklifinde bulundum. Arkadaşım, ‘Olur, bakarım’ de­di. Bu maksatla Mekke’ye gel­dim.

    “Şehrin ilk evinin yanına yaklaştığımda, defler, düdük ve ıslıkların çalındı­ğını duydum. ‘Nedir bu?’ diye sordum. ‘Filanın oğlu, filanın kızıyla evlenmiş; on­ların düğünleri yapılıyor’ dediler. Hemen oturup onları seyre başladım. Der­ken, Allah, kulak­larımı tıkadı. Uyu­yakaldım ve ancak sabah güneşinin ışık­larıyla uyanabildim. Dö­nüp arkadaşı­mın yanına geldiğimde benden, ne yap­tı­ğımı sordu. ‘Hiçbir şey yapmadım’ dedim ve sonra da başımdan geçeni ol­du­ğu gibi anlattım.

    “Bir başka gece, yine arkadaşıma aynı şekilde rica ettim. Ricamı kabul etti. Yola çıkıp Mekke’ye geldiğimde, geçen sefer işittiklerimin aynısı­nı yine işittim. Hemen ora­da çöküp yine seyre daldım. Derken, Allah, yine kulakları­mı tıkadı. Vallahi, beni uykudan ancak güneşin sıcaklığı uyan­dırabildi! Uyanır uyanmaz arkadaşımın yanına vardım ve başımdan geçeni olduğu gibi anlattım.

    “Bundan sonra Allah, beni peygamberlik vazifesiyle şereflendirinceye ka­dar, hiçbir kötülüğe teşebbüs etmedim.”[9]


    ______________________________________

    [1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 120.
    [2] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 119.,
    [3] Kadı İyaz, eş-Şifa, c. 1, s. 729-730.
    [4] Kadı İyaz, a.g.e., c. 1, s. 730.,
    [5] Süheylî, Ravdü’l-Ünf, c. 1, s. 112; İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 1, s. 369-370.
    [6] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 125-126; Buharî, Sahih. c. 2, s. 247-248; Müslim, Sahih, c. 6, s. 125; İbn Mâce, Sünen, c. I2, s. 727.
    [7] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 126.
    [8] Müslim, Sahih, c. 6, s. 8.
    [9] Taberî, Tarih, c. 1, s. 196.

    Yazar: 
     
    Bugün 67 ziyaretçi (833 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol