աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: muslumanlara karsi boykot
      Bugün Ziyaretçi: 61
      Bugün Tıklama: 708
      Toplam Ziyaretçi: 136658
      Toplam Tıklama: 278192
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      18.191.192.225

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>muslumanlara karsi boykot

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    muslumanlara karsi boykot

    Müslümanlara Karşı Boykot

    (Bi’setin 7. senesi / Milâdî 617)

    Bu tarihe kadar İslam’ın inkişafına mani olmak gayesiyle müşrikler tarafın­dan girişilen her teşebbüs akîm kalmıştı! Üstelik İslamiyet, daha da hızlı inki­şaf kaydediyordu. Müslümanların sayısı günden güne her türlü şiddet ve mu­kavemete rağmen artıyor ve İslam’ın nuru Mekke dışındaki kabileleri de ku­caklamaya başlıyordu!

    Hz. Ömer ve Hz. Hamza gibi iki kahraman İslam safına katılmış bulunu­yordu. Hz. Ömer, önceki halin tam tersine İslam davasını bü­tün güç ve gayre­tiyle benimsemiş, adeta İslam’ın sağ kolu olmuştu. Bu durum, Müslümanlara cesaret ve moral verirken, müşrikleri ise fazlasıyla sarsmış ve onları derinden derine düşündürmüştü!

    Diğer taraftan, Ku­reyş müşrikleri, Necâşînin ülkesine sığınmış bulunan Müs­­lümanları geri alma işini de başaramamışlardı. Hükümdar Ashame, mül­te­ci Müslümanları geri vermediği gibi, onları koruyacağına dair de söz ver­miş­ti!

    Bütün bunlar, Ku­reyş müşriklerini son derece tedirgin edip endişeye sevke­diyor ve yeni kararlar almaya, yeni plânlar tertiplemeye zorluyordu!

    Müşrikler, işkence yapmakla, şiddet göstermekle kimseyi dininden çevire­meyeceklerini, İslam’ın ilerleyip yayılmasına en­gel olamayacaklarını anlamış­lardı. Nasıl ki akıl almaz işkence ve zulümlere rağmen tek bir Müslüman dahi dininden dönmemişti!

    Şu halde, bütün bunların dışında başka bir siyaset takip etmeleri gerekiyor ve bu yolda karar almaları lâzım geliyordu. Öyle yaptılar. Vakit geçirmeden bir araya geldiler. Uzun uzadıya düşünüp taşındıktan ve aralarında müşavere ettikten sonra, gerek Müslüman ve gerekse gayrimüslim olsun, Hâşimoğul­la­rı­nın tamamıyla münâsebetlerini kesmeye karar verdiler.

    İttifakla aldıkları bu kararın maddelerini de bir sahife üzerinde şöyle tespit ettiler:

    1) Hâşim ve Muttaliboğulları ailelerinden kız alınmayacak.

    2) Hâşim ve Muttaliboğulları ailelerine kız verilmeyecek.

    3) Hâşim ve Muttaliboğullarına hiçbir şey satılmayacak.

    4) Hâşim ve Muttaliboğullarından hiçbir şey satın alınmayacak.[1]

    Bu karara akıllarınca kutsî bir mahiyet vermek için de yazılı sahifeyi Kâbe duvarına astılar. Ayrıca bu karara aykırı davranmayacaklarına dair ant içti­ler.[2]

    Bu boykot, Hâşim ve Muttaliboğullarının vücudunu or­tadan kaldırmaya ve köklerini kazımaya müteveccihti. Bu durum karşısında Hâşim ve Muttalibo­ğulları aileleri ar­tık dağınık bir şekilde ayrı ayrı semtlerde otura­mazlardı. Ebû Leheb hâriç, Mekke’nin kuzey tarafında bulunan Şi’b-i Ebû Tâlib [Ebû Tâ­lib Mahallesi] denilen yere topluca taşındılar.[3]

    Artık bu mahalle sâkinleriyle bütün münâsebetler kesilmişti. Ka­zara oraya gidenler olsa ağır bir şekilde azarlanıyorlardı.

    Müşrikler, boykota uğrayanların toplandıkları mahalleye yiyecek içecek nâmına bir şey sokmuyorlardı. Sadece, hac mev­siminde dışarı çıkıp alış verişte bulunmalarına sözde müsaade ediyorlardı. Sözde diyoruz, çünkü o zaman da, çarşı pazarda, köşe başlarında durarak, onlara bir şey aldırmamak için ellerin­den gelen her türlü engellemeyi yapıyorlardı. Hatta zaman zaman satıcıları, onlara mal satmamak için tehdit bile ediyorlardı. Bazen de, bin bir türlü dala­vere ve hileye başvurarak satıcıların ellerinden mallarını alıp, boykota uğra­yanlara bir şey bırakmamaya çalışıyorlardı.

    Ebû Leheb, Hâşimoğullarından olmasına rağmen, öz kardeşlerinin, hısım ve akrabalarının açlıktan ölmesini istiyor ve bu hususta elinden gelen her türlü gayreti gösteriyordu. Mekke’ye yiyecek maddeleri getiren kervanları şehrin dı­şında karşılıyor ve “Ey tacirler! Hâşimoğullarına bir şey satmayın! Fiyatları yüksek söyleyin ki almaya güçler yetmesin! Benim, servet sahibi olduğumu bi­lirsiniz. Söz verdiğim zaman da mutlaka sözümü yerine getiririm. Yi­ye­cek, gi­yecek mallarınızın kıymetini bir kat artırın. Üst tarafını ben öderim!” diyor ve Müslümanların, açlıktan feryat eden çocuklarının ya­nına boş dönmelerine se­bep oluyordu.

    Çocukların açlıktan gelen acıklı ve yürek parçalayıcı feryatlarına müşrikler kulaklarıyla birlikte gönüllerini de tıkamışlardı. Taşları parçalayacak raddeye varan bu feryatlardan adeta emsâlsiz bir zevk alıyorlardı. Bu hadise, imansızlı­ğın, inkâr ve küfrün, insanı, hemcinsine karşı dahi olsa ne kadar merhametsiz ve gaddar bir duruma getirdiğinin ibretli bir misâlidir!

    Boykota uğrayanlar, dışarıdan fazla bir şey alamadıklarından, haliyle şid­detli bir açlık ve kıtlıkla karşı karşıya kaldılar. Öyle ki bazıları, yiyecek bir şey bulamadıklarından ağaç yaprakları, hatta orada burada ele geçirdikleri kuru deri parçalarını ateşe tutup yemeye başladılar.

    Bununla birlikte Müslümanların bu haline acımayanlar da yok değildi. Bir gün, Hz. Hatice’nin kardeşinin oğlu Hâkim b. Hizam, bir deve yükü un gönde­re­rek onu Şi’b­de­ki sıkıntıdan kurtarmaya çalışmıştı.

    Yine bir gün, kölesinin sırtına buğday yükletip halası Hz. Hatice’ye götürü­yordu. Yolda Ebû Cehil’e denk geldi.

    Ebû Cehil ona, “Sen, Hâşimoğullarına yiyecek götürüyorsun, öyle mi? Val­lahi gidemezsin! Gitmeye kalkarsan, bu hareketini Mekke’de açıklayıp, seni re­zil ederim!” dedi.

    O sırada Ebu’l-Bahterî yanlarına çıkageldi ve Ebû Cehil’i mua­heze ederek, “Sana ne oluyor? Halasına bir miktar buğday götürmek isteyen bir insana mani olmak doğru değildir!” diye konuştu.

    Ancak Ebû Cehil, inat ve ısrarından vazgeçmiyordu. Bu­nun üzerine Ebu’l-Bahterî’yle birbirlerine girdiler. Ebu’l-Bahterî, eline geçirdiği bir deve çenesi kemiğiyle vurup onun başını yardı ve üzerine çullanıp yumruklamaya başladı.

    Yine bu meyanda, akrabalık gayretiyle Hâşimoğulları ve Müslümanlara yar­dımını esirgemeyenlerden biri de, Hişam b. Amr b. Hâris idi. Birkaç kere müşriklerden haber­siz Şi’b’de bulunanlara, develerle yiyecek götürmüştü.

    Servetlerini Harcamaları

    Boykota uğrayanların ihtiyaçlarını gidermek için başta Peygamber Efendi­miz olmak üzere Ebû Tâlib ve Hz. Hatice var yoklarını harcadılar; fakat yine de, onları açlık ve kıtlıktan kur­taramadılar.

    Şi’b’de korkunç bir hüküm sürmeye başlamıştı.

    Bütün bunlar niçin yapılıyordu?

    Tek bir şey için: Pey­gam­be­ri­miz Hz. Muhammed’i (a.s.m.) teslim almak!

    Müşrikler, bu tarz bir tatbikatla maksatlarına erişeceklerini zannediyorlardı. Ne var ki hadise tamamen arzularının aksine tecelli etti. Öyle ki Müslümanlar ve Hâşimoğulları, bu abluka devresinde Efendimizi korumaya ve muhtemel teh­likelere karşı muhafazaya son derece dikkat gösteriyorlardı. Hatta Ebû Tâlib, “herhangi bir suikaste maruz kalabileceği” ihtimaline binaen geceleri Pey­gam­be­ri­mizi yanına alıyor veya adamlarıyla bekletiyordu!

    Bi’setin 7. senesi Muharrem ayı başında başlatılan bu boykot, tam üç sene sürdü. Bu zaman zarfında müşriklerin Müslümanlara çektirdikleri sıkıntı, açlık ve kıtlık da İslam’ın gelişmesine engel olamadı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bü­tün bu sıkıntılı ve ağır şartlar altında, yine tebliğ vazifesini hakkıyla ifa ediyor, ak­rabalarına, Hâşimoğullarına iman ve İslam’ı anlatmaktan bir an dahi geri dur­muyordu!

    Boykot Kaldırılıyor!

    Boykot uygulamasının 3. senesiydi.

    Cenab-ı Hak, müşriklerin Kâbe içine astıkları malum sahi­feye bir kurt mu­sallat etti ve durumu vahiyle Resûlüne bildirdi. Sahifede, güvenin yemediği, “Bismike Al­la­hüm­me! [Allahım, senin isminle başlarım!)” yazısı kalmıştı sa­dece...

    Resûl-i Ekrem, durumu amcası Ebû Tâlib’e anlattı. Bunun üzerine Ebû Tâ­lib, gidip müşriklere şu teklifte bulundu:

    “Kardeşim oğlunun bana haber vermesine göre, Allah, sizin Kâbe’de astığı­nız sahifeye bir kurt musallat etmiş ve (Allah) lâfzı dışında bulunan, zulüm, akrabalarla münâsebeti kesme ve iftira gibi ifadeleri yiyip bitirmiştir. Kâbe’ye gidip sahifeye ba­kınız. Eğer yeğenim doğru söylemişse, bu zulüm ve kötü dav­ranışınızdan vazgeçiniz. Eğer (hâşâ) yalan söylemişse, ben onu size teslim ede­ceğim. Onu öldürmek veya diri bırakmak hususunda serbestsiniz!”[4]

    Kâbe’ye giden müşrikler, Ebû Tâlib’in anlattıklarının aynısını gözleriyle gör­düler. Hayret içinde kalmalarına rağmen, yine de Efendimizin bir mucizesi olarak kabul etmediler ve “Bu da bir sihirdir” diyerek nura gözlerini ka­padılar!

    Bununla birlikte bu hadise, boykot havasının şiddetini bir derece kırdı. Boykot kararının aleyhinde hatırı sayılır birkaç kişi de ortaya çıkınca, bi’setin onuncu yılında (Milâdî 619 senesinde), Ku­reyş’in hudut tanımaz inat ve kü­fürlerinin eseri olan bu uygulama ortadan kaldırıldı. Kararın feshedildiği halka duyuruldu ve boykotun yazılı bulunduğu sahife yırtılıp atıldı.

    Böylece müşrikler, “vazgeçilmez bir karar” olarak vasıflandırdıkları zulüm ve dalâlet kokan bir karardan da dönmüş oluyorlardı. Bu, şirkin iman önünde mağlubiyetinin açıkça bir kere daha ilanı idi.

    Bu üç senelik muhasara öylesine şiddetli ve sıkıntılı geçmişti ki Resûl-i Ek­rem Efendimiz bu hadiseyi seneler sonra bile unutmamıştı. Mekke’nin fethine geldikleri sırada, Mina’dan Mekke’ye ineceği zaman, “Ertesi gün inşallah vara­cağımız yer, Kinâneoğullarının yurdu, yani Mu­has­sab olacaktır ki burada Ku­reyş ve Kinâneoğulları, küfür ve inkâr üzerine söz ve fikir birliği yapmış­lardı”[5]diyerek, o acı günleri ashabına hatırlatmıştı!


    __________________________________________________________________________________________________

    [1] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 375; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 208-209; Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 229-230; Taberî, Tarih, c. 2, s. 225.
    [2] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 375; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 209; Belâzurî, a.g.e., c. 1, s. 230.
    [3] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 376; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 209; Taberî, Tarih, c. 2, s. 225.
    [4] İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 16-17, İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 209-210.
    [5] Buharî, Sahih, c. 3, s. 62.

    Yazar: 
     
    Bugün 61 ziyaretçi (708 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol