աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: haccin farz kilinmasi
      Bugün Ziyaretçi: 51
      Bugün Tıklama: 156
      Toplam Ziyaretçi: 136791
      Toplam Tıklama: 278812
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.142.43.96

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>haccin farz kilinmasi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    haccin farz kilinmasi

    Haccın Farz Kılınması

    İslam’ın beş şartından biri olan hac, Hicret’in 9. senesinde farz kılındı.[1]

    “Doğrusu, insanlar için konulan ilk mâbed, şüphesiz ki Mekke’de bulunan çok mübarek ve bütün âlemlere hidayet olan Beyt’­tir.

    “Orada açık alâmetlerle İbrahim’in (a.s.) makamı vardır. Kim ora­ya girerse taarruzdan emin olur.

    “Azık ve binek bakımından yoluna gücü yeten her kimsenin o Beyt’i hac­cet­mesi, insanlar üzerinde Allah’ın bir hakkıdır, farzdır. Kim bu farzı tanı­maz­sa, herhalde Allah’ın ihtiyacı yok. O, bütün âlem­lerden müstağnîdir”[2]meâ­lin­de­ki ayet-i kerimeler, Hicret’in 9. yılında nâzil olunca, Hz. Re­sû­lul­lah bir hutbe irad ederek Müslümanlara bu mükellefiyetlerini şöyle bildirdi:

    “Ey insanlar! Hac, üzerinize fark kılındı; o halde haccediniz!”[3]

    Resûl-i Ekrem’in bu tebliği üzerine sahabeler, “Yâ Re­sû­lal­lah, her yıl mı?” diye sordular.

    Peygamber Efendimiz, cevap vermeyerek sustu.

    Aynı sualin sahabeler tarafından üçüncü kere tekrarlan­ma­sından sonra Pey­gam­be­ri­miz, “Hayır! Her yıl değil. Şayet (bu sualinize cevap olarak) ‘Evet’ de­miş olsaydım, muhakkak ki her sene haccet­mek üzerinize farz olurdu ve siz buna güç yetiremezdiniz.”[4]

    Peygamber Efendimiz, ashab-ı kiramın aynı şeyi tekrar tekrar sor­masından dolayı da şu dersini verdi:

    “Ben, (bir şey teklif etmeyerek) sizi kendi halinize bıraktıkça, siz de beni kendi halime bırakınız. Muhakkak ki sizden evvelki milletler, ancak çok sual sormaları ve peygamberlerine karşı muhalefetleri yüzünden helâk olmuşlardır! Binaenaleyh, ben size bir şey emrettiğimde, siz bundan gücünüzün yettiği ka­dar yapınız; bir şeyden de sizi nehyettiğimde, artık onu terk ediniz.”[5]

    Peygamber Efendimiz, bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:

    “İslam, beş şey üzerine kuruldu: Allah’tan başka ilâh bulunmadığına ve Muhammed’in Re­sû­lul­lah olduğuna şe­hâ­det etmek, namaz kılmak, zekât ver­mek, haccetmek, Ra­mazan orucunu tutmak.”[6]

    Peygamber Efendimizin, Niyetlendiği Haccı Tehir Etmesi

    Hac farz kılınınca, Peygamber Efendimiz hac yapmak istedi. Fakat sonra, “Beytullah’ta müşrikler de bulunacaklar ve onu çıplak tavaf edecekler. Bu hal ortadan kalkmadıkça, ben haccetmek istemem”[7]buyurarak şimdilik bu iste­ğini tehir etti.

    Gerçekten, müşrikler, geceleyin Kâbe’yi kadın erkek karışık ve çıplak olarak tavaf ederlerdi; üstelik bunu, Kâbe’ye hürmet sayarlardı![8]

    Hz. Ebû Bekir’in, Hac Emîrliğine Tayini

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, kendisi gitmeyince, Hicret’in 9. yılında, Hz. Ebû Bekir’i, Müslümanlara haccettir­mek ve hac yapma usûlünü öğretmek üzere Hac Emîri olarak tayin etti.[9]

    Hz. Ebû Bekir, hac yapmak üzere hazırlanmış bulunan üç yüz Müslümanla Medine’den yola çıktı; Medinelilerin ihrama girme yeri olan Zülhuleyfe’ye va­rınca orada ihrama girdi ve “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk. Lebbeyke lâ şerîke leke Leb­beyk. İnnel hamde ven’nimete leke ve’l-Mülk. Lâ şerîke leke” diyerek telbiye getirdi.

    Hz. Ali’nin Arkadan Gönderilmesi

    Üç yüz kişiden ibaret İslam’ın ilk hacı kafilesi Medine’den hareket ettikten bir müddet sonra, Berâe (Tevbe) Suresi nâzil oldu. Ashab-ı kiram, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bu sureyi, halka okumak üzere Ebû Bekir’e gönderseniz!” dedi.

    Peygamber Efendimiz, “Bu tebliği ya benim veya ev halkımdan birisinin ye­rine getirmesi lâzımdır” diye buyurdu.[10]

    Arapların âdet ve geleneklerine göre, herhangi bir anlaşmayı an­cak kabile­nin reisi veya onun akrabasından biri yapabilir veya bo­zabilirdi.

    Hz. Ali, akrabalık cihetiyle Peygamber Efendimize Hz. Ebû Bekir’den daha yakın bulunuyordu. Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ali’yi huzuruna çağırdı ve “Be­râe Suresi’nin baş tarafından şu yazılmış olanları götür” diye em­rettikten sonra şöyle buyurdu:

    “Kurban kesme günü Mina’da toplandıkları zaman halka yüksek sesle ilan et ki: Hiçbir kâfir, cennete giremez. Bu yıl­dan sonra hiçbir müşrik, hac yapma­yacak! Hiçbir çıplak, Beytullah’ı tavaf etmeyecek! Kimin Re­sû­lul­lah’la an­laş­ması varsa, onun anlaşması, müddeti bitinceye kadar geçerli olacaktır; müd­detsiz anlaşmalar için dört ay müddet tanınacaktır!”[11]

    Hz. Ali, neden kendisinin gönderilmek istendiğini öğren­mek istiyordu.

    “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Ben yaşlı olmadığım gibi, hatib de değilim!”

    Peygamber Efendimiz, “Bunu, mutlaka ya ben götüreceğim ya da sen götü­receksin. Fakat sen git! Muhakkak Allah, senin diline ve kalbine sebat ihsan eder!”[12]buyurdu.

    Bunun üzerine Hz. Ali, derhal Medine’den hareket etti. Beraberinde Ebû Hüreyre de (r.a.) vardı. Yolda Hz. Ebû Be­kir’e yetişti.

    Hz. Ebû Bekir ona, “Amir misin, memur mu?” diye sor­du.

    Hz. Ali, “Memurum” dedi ve geliş maksadını izah etti: “Re­sû­lul­lah (a.s.m.), beni, halka Berâe Suresi’ni okuyayım ve ahd sahibine ahdinin tamamlanaca­ğı­nı haber vereyim diye gönderdi.”[13]

    Mekke’ye Varış

    Hz. Ebû Bekir başkanlığındaki ilk hacı kafilesi Mekke’ye sâlimen girdi. Hz. Ebû Bekir, bir hutbe irad buyurdu. Hutbesinde, halka haccın nasıl yapılacağını anlattı.

    Hz. Ebû Bekir hutbesini bitirince, Hz. Ali ayağa kalktı ve “Ey insanlar! Ben, size, Re­sû­lul­lah’ın elçisiyim” dedikten sonra Berâe Suresi’nin (Tevbe Suresi) ilk otuz veya kırk ayetini okudu.

    Bu surenin ilk beş ayeti meâlen şöyledir:

    “Allah ve Resûlünden, muahede ettiğiniz müşriklere bir ültimatomdur: Bundan böyle yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi dolaşın. şunu da bilin ki siz, Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz! Allah, herhalde, kâfirleri rüsva edecek!

    “Bir de, Allah ve Resûlünden hacc-ı ekber günü insanlara bir ilandır ki Al­lah ve Resûlü, müşrikleri himâye etmekten artık kesin olarak uzaktır!

    “Bununla birlikte (ey kâfirler, küfürden ve muahedeye riayetsizlikten) tevbe ederseniz, bu, sizin için hayırlıdır. Yok, yine yüz çevirirseniz, bilin ki siz Al­lah’ı âciz bırakacak değilsiniz!

    “(Ey Resûlüm) sen, Allah’ı, Peygamberi tanımayanlara elîm bir azabı müj­dele! Ancak muahede yapmış olduğunuz müşriklerden bilâhare size ahitle­rin­de hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinizde hiçbir kimseye yardım et­me­miş olan müstesnadır. Bunlara, müddetlerine kadar ahitlerini tamamıyla ifa edin! Çünkü Allah, müttekileri (anlaşma hukukuna riayet edenleri) sever.

    “O haram olan aylar çıktı mı, artık o müşrikleri nerede bulursanız, öldürün! Yakalayın, hapsedin ve onların bütün geçit başlarını tutun. Eğer, onlar tevbe edip müşriklikten vazgeçerler ve namaz kılıp zekâtı verirlerse, kendilerini ser­best bırakın! Çünkü Allah, Gafûr’dur (çok affedicidir), Rahîm’dir (çok merha­metlidir).

    “Ve eğer müşriklerden biri eman dilerse, ona eman ver; ta ki Allah’ın kelâ­mını dinlesin. Sonra da onu, emin olduğu yere kadar ulaştır. Çünkü bunlar hakikati bilmez bir kavimdirler.”[14]

    Daha sonra Hz. Ali, “Ben, size dört şeyi bildirmeye me­mu­rum” dedi ve me­mur bulunduğu hususları halka ilan etti: “Hiçbir kâfir, cennete giremez! Bu se­neden sonra hiçbir müşrik, haccetmeyecek! Beytullah çıplak tavaf edil­me­yecek! Kimin Re­sû­lul­lah’la (a.s.m.) anlaşması varsa, onun anlaşması, müddeti bitin­ceye kadar muteber olacak! Bunlar dışındakilere dört ay daha mühlet tanın­mıştır. Bun­dan sonra hiçbir müşrik için ne ahd, ne de himâye var­dır.”[15]

    Hz. Ali yanında, Hz. Ebû Hüreyre de yukarıdaki hususları zaman zaman halka yüksek sesle ilan ediyordu.

    Haclarını tamamladıktan sonra Hz. Ebû Bekir, Hz. Ali ve beraberindeki sa­ha­beler Medine’ye döndüler.


    _____________________________________________________________________

    [1]Tecrid Tercemesi, c. 6, s. 11-12.
    [2]Âl-İmrân, 96-97.
    [3]Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 1, s. 255; Müslim, Sahih, c. 2, s. 975.
    [4]Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 2, s. 113-255; Müslim, a.g.e., c. 2, s. 975.
    [5]Müslim, a.g.e., c. 4, s. 102.
    [6]Buharî, Sahih, c. 1, s. 11; Müslim, a.g.e., c. 1, s. 45; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 5.
    [7]İbn Kesir, Sîre, c. 2, s. 332.
    [8]Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 233.
    [9]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 188; İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 68.
    [10]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 190.
    [11]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 190; Tirmizî, a.g.e., c. 3, s. 222.
    [12]İbn Kesir, Tefsir, c. 2, s. 333.
    [13]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 190; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 168.
    [14]Berâe (Tevbe), 1-5.
    [15]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 190-191; İbn Kayyim, Zâdü’l-Meâd, c. 3, s. 30
     

    Yazar: 
     
    Bugün 51 ziyaretçi (156 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol