աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: peygamberimizin sama ikinci gidisi
      Bugün Ziyaretçi: 66
      Bugün Tıklama: 830
      Toplam Ziyaretçi: 136663
      Toplam Tıklama: 278314
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.20.204.163

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>peygamberimizin sama ikinci gidisi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    peygamberimizin sama ikinci gidisi

    Peygamberimizin Şam'a İkinci Gidişi

    Mekke halkının meşguliyetleri başında ticaret geliyordu. Ebû Tâlib de bir müddet ticaretle uğraştı. Ancak kıtlık kuraklık yıllarının başgöstermesi, kabile savaşlarının birbirini takip et­mesi ve aile efradının fazla oluşu gibi sebepler yüzünden ticaret yapabilecek malî kuvveti pek kalmamıştı. Bu yüzden, Efen­di­mizi de yanına alarak yaptığı Suriye seyahatinden sonra bir daha ticaret ker­vanlarına katılma imkânını elde edemedi. Mekke’nin içinde bazı işler yap­mak­la geçinip gidiyordu.

    Mekke’de Nebiyy-i Ekrem Efendimizin akrabalarından zen­gin bir dul kadın vardı: Hatice binti Hüveylid... O, servetiyle ticaret kervanlarına ortak olu­yordu.

    Peygamber Efendimiz, yirmi beş yaşında bulunduğu sırada, Ku­reyş yine Şam’a göndermek üzere bir ticaret kervanının hazırlığı içindeydi. Bu kervana Hz. Hatice de, mallarıyla iştirak edecekti. Her seferinde olduğu gibi bu defa da mallarının başında gön­derecek emin ve sağlam adamlar arıyordu.

    Geçim sıkıntısı içinde kıvranıp duran Ebû Tâlib, bunu duydu. Himâyesinde bulunan yeğeni Nebiyy-i Muhterem Efendimizi yanına çağırarak, kendisine açılmak zorunda kaldı ve şöyle konuştu:

    “Ey kardeşim oğlu! Mal ve mülk sahibi olmadığımı biliyorsun. Şiddetli kıt­lık ve kuraklık, elimizi avucumuzu kuruttu; bizde ne ticaret bıraktı, ne de kal­kacak, kımıldana­cak güç ve derman... Bak, kavminin ticaret kervanı Şam’a git­meye hazırlanıyor. Hüveylid’in kızı Hatice de, bu ker­vana yükleyeceği mallar­la katılacak ve mallarıyla birlikte de kavminden bazı kimseler göndere­cektir. Hatice, ticaretle uğraşan, serveti bol ve başkasının da bu servetten isti­fade et­mesini isteyen bir kadındır. Senin gibi emniyet edilen temiz, vefalı bir insana, onun bu konuda ihtiyacı vardır. Gidip bu hususu kendisine anlatsan, herhalde dürüstlüğün ve üstün meziyetlerinden dolayı seni başkaları­na tercih edecek­tir!”

    Bu konuşmasının ardından endişesini de üzüntü içinde belirtti: “Gerçi, seni Şam’a göndermekten çekiniyorum; Yahudilerin sana bir zarar vermesinden de korkuyorum! Ama ne yapayım ki geçimimizi temin konusunda, bundan başka hatırıma gelen bir fikrim de yok.”[1]

    Amcasına, “Amcacığım, sen nasıl istiyorsan öyle yap” cevabında bulundu.

    Ebû Tâlib’le Resûl-i Ekrem Efendimiz arasında geçen konuş­ma, Hz. Ha­ti­ce’ye ulaştı. Nebiyy-i Mükerrem’in doğru söz­lü, güvenilir, emniyetli, üstün ah­lâklı olduğunu bilen Hz. Hatice, hemen haber göndererek çağırttı, kendisine şöyle dedi:

    “Ben, seni Şam’a gidecek ticaret mallarımın başında gön­der­mek istiyorum. Senin doğru sözlü, son derece güvenilir ve güzel ahlâklı olduğunu biliyorum. Sana, kavmim­den hiçbir kimse­ye vermediğim yüksek bir ücret vereceğim!”

    Peygamber Efendimiz, teklifi amcası Ebû Tâlib’e haber verdi. Bu­na son de­rece sevinen amcası, “Bu, Allah’ın sana ihsan ettiği bir rızıktır!” diye konuştu.

    Ebû Tâlib, ücreti tayin etmeden yola çıkılmasını münasip görmediğinden, Efendimize, gidip bizzat Hz. Hatice’yle bu hu­susu konuşmasını söyledi. Ancak Peygamber Efendimiz, bunu istemediğini belli etti. Bunun üzerine Ebû Tâlib kendisi bizzat giderek, “Ey Hatice!” dedi. “Biz işittik ki sen filanı iki erkek de­ve vermek üzere tutmuşsun. Biz, Muhammed için dört erkek deveden aşağısına râ­zı olmayız!”

    Efendimiz gibi son derece itimat edilir birini bulan Hz. Hatice sevinç içinde, “Ey Ebû Tâlib!” dedi. “Sen çok kolay ve hoşa gidecek bir ücret dilemiş bulunu­yorsun! Bundan daha fazlasını isteseydin bile ben yine kabul ederdim!”[2]

    Haliyle Ebû Tâlib, bu sözlerden fazlasıyla memnun oldu.

    Hz. Hatice, kölesi Meysere’yi de Re­sû­lul­lah Efendimizin emrine verdi ve ona şu tembihte bulundu:

    “Sana ne emrederse derhal itaat edeceksin, hiçbir fikrine kar­şı ay­kırı iş görmeyeceksin, bir dediğini iki etmeyeceksin ve her halini bana bildireceksin!”

    Kervanın yola çıkması için bütün hazırlıklar tamam­lan­dı. Ebû Tâlib ile Efen­dimizin halaları da, onu uğurlamaya geldiler ve kervanda bulunanlara onunla ilgilenmelerini rica ettiler.

    ...Ve kervan yola çıktı.

    Ticaret kervanı üç aylık yorucu bir yolculuktan sonra, Şam topraklarına vardı. Kervana iştirak edenlerin her biri, Busra panayırının münasip yerlerine tezgâhlarını kurdular. Kâinatın Efendisi ise, oradaki manastıra yakın bir zeytin ağacının altına indi.

    Rahip Nastûra ve Efendimiz

    Efendimizin daha önceki Şam seyahati sırasında manastırda bulunan Rahip Bahîra, ölümüyle yerini Nastûra adındaki rahibe bırakmıştı.

    Efendimizin, zeytin ağacının altına inmesi, pencereden gelen ka­fileyi seyre­den rahibin dikkatinden kaçmadı. Önceden tanıştığı Meysere’yi yanına çağırdı ve ağacın altında konaklayanın kim olduğunu sordu.

    Meysere, “O, Ku­reyş ve Mekke halkından bir zâttır” cevabını verdi.

    Nastûra, bir anlık bir düşünceye daldı. Sonra da Mey­sere’yi hayretler içinde bırakan fikrini açıkladı: “O ağacın altına şimdiye kadar (bu vakitte) peygam­berden başka kimse inmemiştir.”[3]

    Daha sonra Meysere’ye şu suali yöneltti:

    “Onun gözünde biraz kırmızılık var mıdır?”

    Meysere’den “Evet” cevabını alınca, teşhisini kesinleştirdi: “O, peygamber­dir, hem de peygamberlerin sonuncusu­dur!”[4]

    Meysere, heyecan ve hayretinden şaşkına döndü. İstikbâlin peygamberinin hizmetinde bulunma saadet ve sevinci, vücudunun bütün zerrelerine bir anda yayıldı. Tabii, rahibin söyledikleri de hâfızasına nakşoldu.

    Satışlar tamamlanmış ve alınacaklar alınmıştı. Bir de baktılar ki Peygambe­rimiz herkesten ziyade kârlı bir ticaret yapmış.[5]Bu sefer Meysere’nin hayre­tine, kafiledekilerin de hayret ve şaşkınlığı katıldı.

    Kervan, Busra’dan ayrılarak Mekke’ye doğru yola çıktı.

    Melekler Gölge Ediyor!

    Kervan, sıcak kumlar üzerinde Mekke’ye doğru yol alıyordu. Kızgın güneş, ateşten oklarını yere saplamakta idi. Fakat bu da ne? Meysere, gözlerine inana­mıyordu. Tekrar tekrar açıp kapatıyordu gözlerini... Acaba yanlış mı görü­yordu?

    Ama hayır! Gördüğü, ne hayal, ne de gözlerindeki bir yanılmanın eseri idi; tamamıyla gerçekti: İki melek, kavurucu sıcaktan rahatsız olmaması için, bulut tarzında Kâinatın Efendisi üzerinde gölgelik ediyordu.[6]

    Meysere, hayranlık ve heyecanından yerinde duramaz hale gelmişti. Güne­şin sıcaklığı, bu garip hadisenin mûnis sıcaklığı yanında artık ona pek de tesir etmiyordu. Ne var ki Nur Muhammed’e (a.s.m.), bu olup bitenleri ve duy­duklarını anlatma cesaretini kendinde bir türlü bulamıyordu! Hayretini, heye­canını ve şaşkınlığını hep içinde saklıyor, dışa aksetmemesi için var gücünü sarfe­di­yor­du.

    Artık kervan, Mekke’den görülmeye başlanmıştı.

    Hz. Hatice, evinin damında, Ku­reyş kadınlarıyla birlikte, gelen kafileyi göz­lü­yordu. Herkes gibi o da hayret içinde idi! Gelen, Muhammed ve Mey­se­re’dir. Ya Muhammed’in (a.s.m.) başı üzerinde gelenler ne? Gözleri yan­lış mı gö­rü­yor? Hayır, o da gerçeğin ta kendisini görüyordu ve yine iki melek, Kâi­na­tın Efendisi üzerinde gölgelik ediyorlardı. Hatice, heyecan içinde yanın­daki ka­dınlara da bu garipliği gösteriyordu:[7]“Bakın, bakın, Muhammed me­lekler ta­ra­fından gölgeleniyor!”

    Kervan Mekke’ye ulaştı. Peygamberimiz, malları Hz. Hatice’ye teslim etti. Hatice de getirilen malları yüksek bir kârla sattı.[8]Meysere, müşâhedelerini an­latıyor...

    Meysere, bu yolculuk esnasında Kâinatın Efendisinden çok şey görmüş, çok şey öğrenmişti.

    Her şeyden önce, temizliğe son derece riayet ediyordu, ahlâkı mükemmeldi, doğru sözlüydü, arkadaşlığı samimi ve ciddiydi. Ticaretteki dürüstlüğüne di­yecek yoktu.

    Bütün bunları, Rahip Nastûra’nın söylediklerini ve yolda gördüğü garipliği, Meysere bir bir Hatice’ye anlattı.

    Hz. Hatice’nin yirmi beşindeki bu gence karşı hayranlık ve alâkası artık son haddine varmıştı. Meysere’den duyduklarını ve kendisinin gördüğünü, vakit ge­çirmeden amcası oğlu Varaka b. Nevfel’e nakletti.

    Varaka, bilgili bir Hıristiyandı. Putperestliğe taraftar de­ğildi. Kendi halinde yaşlı ve aklı başında bir insan idi.

    Hatice’den duydukları karşısında o da hayretini gizleyemedi: “Eğer bu söy­lediklerin doğru ise, şüphesiz Muhammed bu ümmetin peygamberidir! Ben, zaten bu ümmetten bir peygamberin çıkacağını biliyor ve onu bekliyor­dum. Bu zaman, onun tam zamanıdır!”[9]

    Bu ifade ve itiraf karşısında Hz. Hatice’nin gönlü sevinçle doldu.


    ____________________________________________________________________

    [1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 129-130.
    [2] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 130.
    [3] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 199; İbn Sa’d, Tabakat, c, 1, s. 130; Taberî, Tarih, c. 2, s. 196.
    [4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 130; Süheylî, Ravdü’l-Ünf, c. 1, s. 122.
    [5] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 130.
    [6] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 200; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 130; Taberî, a.g.e., c. 2, s. 196.
    [7] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 200; İbn Sa’d, a.g.e., s. 130-131.
    [8] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 200; Taberî, a.g.e., c. 2, s. 197.
    [9] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 203; Süheylî, Ravdü’l-Ünf, c. 1, s. 123; İbn Kesir, Sîre, c. 1, s. 267.

    Yazar: 
     
    Bugün 66 ziyaretçi (830 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol