աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: fil hadisesi
      Bugün Ziyaretçi: 47
      Bugün Tıklama: 366
      Toplam Ziyaretçi: 136644
      Toplam Tıklama: 277850
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.139.104.134

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>fil hadisesi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    fil hadisesi

    Fil Hadisesi

    Hidayet Güneşinin doğmasına az bir zaman kalmıştı. Kâ­be’ye her taraftan insanlar akın akın gelip hac mevsiminde ziyaret ediyorlardı.

    Kâbe’nin bu kadar çok ziyaretçi toplamasını birtakım kimseler hazmedemi­yor ve rahatsızlık duyuyorlardı. Bunlardan biri de, Habeş Melikinin Yemen Vâlisi Ebrehe Eş­rem idi.

    Ebrehe, Kâbe’ye olan insan akınını önlemek için, Bizans İmparatorunun da yardımıyla önce San’a şehrinde Kulleys adında bir kilise yaptırdı. İçini büyük masraflar sonucu altın ve gümüşle süsledi, dışını çeşitli yerlerden getirttiği son derece kıymetli taşlarla donattı. Öyle ki o anda yaptırdığı kilisenin bir benzeri başka bir yerde yoktu!

    Bu süs ve tezyinat ile Ebrehe, güya halkı buraya cel­be­de­cek­ti. Dolayısıyla Kâbe’ye karşı gösterilen muazzam teveccühü aklınca kırmış olacaktı!

    Ebrehe, kilisenin inşası bittikten sonra, Habeş Hüküm­da­rına, takdirini ka­zan­mak niyetiyle de şu mektubu yazdı:

    “Hükümdarım! Senin için öyle bir mâbed yaptırdım ki şimdiye kadar ne bir Arap, ne de bir Acem, onun gibisini yapmış değildir! Arapların haccını buraya çevirmedikçe de asla durmayacağım!”[1]

    Fakat Ebrehe’nin bütün bu masraf ve gayretleri boşa çıktı. Yaptırdığı kilise­nin müstesna tezyinatını ve muhteşem yapısını görmek için birçok kimse et­raftan geldi. Ama sadece süsünü püsünü görmek için... Kâbe’ye olan akın, yine eskisi gibi, eksilmek şöyle dursun, artarak devam ediyordu!

    Kulleys’in Kirletilmesi ve Ebrehe’nin Kararı

    Ebrehe’nin, Kâbe’ye olan teveccühü kırmak niyetiyle muh­teşem bir kilise yaptırdığı, Araplarca da duyulmuştu. Bu arada, Kinâne kabilesinden Nevfel adında biri, bu kiliseyi kirletmeyi aklına koydu. Bir gece yarısı giderek Kul­leys’in içini dışını pisliğiyle kirletti; sonra da kaçıp memleketine döndü.

    Bu hadise, insanların Kâbe’ye teveccühünün devam etmesinden fazlasıyla öfkelenmiş bulunan Ebrehe’yi bütün bütün çileden çıkardı. Hadiseyi Araplar­dan birini yaptığını da öğrenince, “Araplar, bunu, Kâbe’lerinden yüz çevirtti­ğim için yapıyorlar. Ben de onların Kâbe’sinde taş üstünde taş bırakmayaca­ğım!” diye yemin etti;[2]sonra da, Kâbe’yi yıkmak gayesiyle Mekke üzerine yü­rümeye hazırlandı. Habeş Necâşîsinden “Mah­mud” adındaki meşhur fili is­te­di. Necâşî, o sırada dünyada büyüklük ve kuvvetçe eşsiz olan Mahmud isim­li fili, Eb­re­he’­ye göndererek onun arzusunu yerine getirdi.[3]

    Ebrehe, ordusunu hazırladı, Mekke’ye doğru yola çıktı.

    Mahmud adlı fille, ordunun önünde, Mekke’ye doğru iler­li­yor­du.

    Bu arada, bazı Arap kabileleri, bu büyük orduya karşı çıktılar; fakat muvaf­fakiyet gösteremediler ve Ebrehe tarafından mağlup edildiler.

    Ebrehe, ordusuyla Mekke’ye yakın Muğammis denilen mev­kiye gelince, bir süvari birliğini öncü olarak gönderdi.

    Süvari birliği, Mekke civarına kadar sokularak Resûl-i Ekrem Efendimizin dedesi Ab­dül­mut­ta­lib’in iki yüz devesi de dâhil Ku­reyş ve Tihamelilerin sü­rü­lerini gasp etti.[4]

    Bu sırada, Ab­dül­mut­ta­lib, Ku­reyş kabilesinin reisi idi.

    Ebrehe ve Ab­dül­mut­ta­lib

    Ebrehe, bir elçiyle, Ku­reyşlilere şu haberi gönderdi:

    “Ben sizinle harp etmek için değil, şu mâbedi yıkmak için gel­dim! Eğer ba­na karşı koymazsanız, kanınızı akıtmaktan vazgeçerim. Şayet Ku­reyş kabile­sinin reisi benimle harp etmek istemiyorsa, yanıma kadar gelsin!”[5]

    Ku­reyş Reisi Ab­dül­mut­ta­lib’in, elçiye cevabı şu oldu:

    “Allah adına yemin ederiz ki biz kendisiyle harp etmek is­te­mi­yo­ruz. Zaten, buna gücümüz de yetmez. Yalnız, bu mâbed, Allah’ın evidir. Onu yıkılmaktan ancak Allah koruyabilir. O kendi mukaddes beytini muhafaza etmezse, bizde Ebrehe’yi bu hareketinden vaz­geçirecek güç ve kuvvet yoktur.”[6]

    Karşılıklı bu konuşmadan sonra Ab­dül­mut­ta­lib, elçiyle birlikte Ebrehe’nin ya­nına vardı.

    Ab­dül­mut­ta­lib, heybetli bir görünüşe sahipti. Onu bu haliyle gören Ebrehe, içinden kendisine karşı gayriihtiyarî bir hürmet hissi duydu. Ona, şerefli bir misafir muamelesinde bulunduktan sonra, arzusunun ne olduğunu sordu.

    Ab­dül­mut­ta­lib, isteğini belirtti: “Askerlerin, iki yüz devemi almıştır. Ar­zum, develerimin iadesidir.”

    Ebrehe, bundan pek hoşlanmadı ve alaylı bir tavırla, “Seni görünce büyük bir adam zannetmiştim; konuşmaya başlayınca, pek de öyle büyük olmadığını anladım! Ben, senin ve atalarının tapınağı olan Kâbe’yi yıkmaya gelmişken, sen ondan söz etmiyorsun da aldığım iki yüz deveden bahsediyorsun!” diye ko­nuştu.

    Ab­dül­mut­ta­lib, Ebrehe’nin alaylı tavrına aldırmadan, “Ben, develerimin sa­hi­biyim. Kâbe’nin de bir sahibi ve koru­yucusu vardır; elbette onu koruya­caktır!” diye karşılık verdi.

    Bu sözler, Ebrehe’yi hiddete getirdi ve şöyle konuştu:

    “Onu bana karşı kimse koruyamaz!”

    Ab­dül­mut­ta­lib, yine sözün altında kalmadı ve “Orası beni ilgilen­dirmez. İş­te sen ve işte o!”[7]dedi.

    Karşılıklı bu konuşmalardan sonra Ebrehe, Ab­dül­mut­ta­lib’­in gas­p edilen de­velerini geri verdi. Ab­dül­mut­ta­lib, ordugâhı terk ederek Mekke’ye geldi ve olup bitenleri Ku­reyşlilere anlattı. Ayrıca iki yüz deveyi de Allah için kurban etmek üzere işaretleyerek serbest bı­raktı.

    Mekke Boşaltılıyor!

    Ab­dül­mut­ta­lib, ayrıca Ebrehe ordusunun şerrinden ve zulmünden korun­mak için Mekke’yi boşaltmalarını, halka tavsiye etti. Kendisi de birkaç kişiyle birlikte Kâbe’nin yanına vardı ve kapısının halkasına yapışarak, “Allahım! Bir kul dahi evini barkını korur. Sen de Kendi evini koru! Ta ki yarın onların sa­lîb­leri ve kuvvetleri, Senin kuvvetine galebe çalmasın”[8]diye dua etti.

    Mekke boşaltıldı. Halk, dağ başlarına ve kuytu yerlere sığınarak, Ebrehe ordu­sunun yapacaklarını beklemeye ko­yul­du.

    Mekke mahzun, Kâbe mahzun, Ku­reyş mahzundu.

    Ordu Harekete Hazır; Fakat!

    Ertesi günün sabahı idi.

    Mekke üzerine yürüyüp Kâbe’yi yerle bir etmek için, Eb­rehe ordusunda ha­zırlık tamamdı. Ordu tek bir işaret beklemekte idi.

    Tarih: Milâdî 571, 17 Muharrem Pazar günü.

    Ordu, hareket edeceği sırada Ebrehe’ye kılavuzluk görevini üzerine almış bulunan Nüfeyl b. Habib adındaki adam, büyük fil Mahmud’un kulağına eği­le­rek şunları fısıldadı:

    “Çök Mahmud! Sağ sâlim geldiğin yere dön. Sen, Allah’ın mukaddes say­dığı beldedesin!”[9]

    Bu sözleri söyledikten sonra da koşarak bir dağa sığındı.

    Nüfeyl’in bu sözleri üzerine, o heybetli fil birdenbire çöküverdi.

    Kaldırmak için her tedbire başvurdular, fakat bir türlü muvaffak olamadı­lar. Yönünü Yemen’e doğru çevirdiklerinde ko­şuyor, Şam’a doğru çevirdikle­rinde yine koşuyor, doğu tarafına yönelttiklerinde aynı şekilde durmadan ko­şuyordu. Ancak yüzünü Mekke’ye doğru çevirdiklerinde, adeta bacaklarındaki kuvvet birdenbire çekiliveriyor ve Mahmud çöküveriyordu.[10]

    Bu heyecanlı anda, kimsenin Fil-i Mahmud’un bu hareketine akıl erdireme­yip düşündüğü sırada, Cenab-ı Hak, “Celâl” ismiyle tecelli etti ve Kur’an’da “Ebâbil” diye adlandırılan kuş­ları, deniz tarafından, Ebrehe ordusunun üze­ri­ne salıverdi.

    Kır­langıçlara benzeyen bu kuşların her biri, biri ağzında, ikisi de ayakla­rın­da olmak üze­re nohut veya mercimek tanesi büyüklüğünde üçer taş taşı­yordu. Bu taşların isabet ettiği her asker, ânında yerde debelenip ölüve­ri­yordu.[11]

    Taş yağmuruyla karşı karşıya kalan askerler, şaşırıp kal­dılar. Bir anda ka­rargâh, yıkılan, yere serilen insan ve hayvanlarla doldu. Kendilerine taş isabet etmeyenler ise, kaçışmaya başladılar. Ebrehe de o anda canlarını zor kurtaran­lar arasında idi. Fakat aldığı bir taş yarasıyla sonradan o da, arzusuna muvaf­fak olamadan ölüp gitti.[12]

    Bu arada, Kâbe üzerine yürümemenin bir mükâfatı olarak Mahmud adın­daki fil de sağ kurtuldu.

    Cenab-ı Hak, Ebrehe ordusuna Ebâbil kuşlarını musallat ettikten sonra, ay­rıca arkasından sel halinde yağmur yağdırdı. Yağmur seli, Ebrehe ordusunun ölülerini de silip süpürerek denize döktü.[13]

    Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’inde bu hadiseyi bize şöyle haber verir:

    “(Ey Resûlüm! Kâbe’yi tahrip etmek isteyen) Ashab-ı Fil’e (fillerle teçhiz edilmiş Ebrehe ordusuna) Rabbinin ettiğini gör­me­din mi? Onların kötü niyet ve teşebbüslerini boşa çıkarmadı mı? Üzerlerine sürü sürü kuşlar salıverdi, on­lara ‘siccil’­den [pişmiş çamurdan] taşlar atıyorlardı. Derken Rabbin, onları (kurtlar tarafından kemirilip doğranan) yenik ekin yaprakları haline getirdi!”[14]

    Bu hadise, Resûl-i Ekrem Efendimizin peygamberliğinin bir deliliydi.[15]Zira, dünyaya gözlerini açmaya pek az bir zaman kala meydana gelmiş ve doğum yeri, sevgili vatanı ve kıblesi olan Mekke ve Kâbe-i Muazzama, harika ve gaybî bir surette Ebrehe ordusunun tah­ribinden masun kalmıştır.

    Evet, Cenab-ı Hakk’ın rahmet ve hikmeti, elbette Ha­bibinin yüzü suyu hür­metine bu muazzam mâbedi Ebrehe ordusuna çiğnetmeye müsaade etmez­di ve etmedi de!


    ___________________________________________

    [1] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 45; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 91; Taberî, Tarih, c. 2, s. 109.
    [2] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 47; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 91; Taberî, Tarih, c. 2, s. 110.
    [3] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 91.
    [4] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 50; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 91; Taberî, Tarih, c. 2, s. 111.
    [5] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 50.
    [6] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 50.
    [7] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 51; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 92.
    [8] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 53; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 92.
    [9] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 54.
    [10] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 54; Taberî, Tarih, c. 2, s. 113.
    [11] İbn Hişam, a.g.e., s. 54-55; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 92.
    [12] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 56.
    [13] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 92.
    [14] Fil Suresi.
    [15] Resûl-i Ekrem Efendimize risâlet vazifesi verilmeden önce, peygamberliğiyle alâkalı olarak mey­­dana gelen hârikulâde hadiselere “irhasat” denir. Bu hadiseler, Efendimizin peygamberli­ğine delil teşkil ederler. Âlimler, Fil Vak’asını da irhasattan kabul etmişlerdir.

    Yazar: 
     
    Bugün 47 ziyaretçi (366 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol