աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: peygamber efendimizin medineye gelisi
      Bugün Ziyaretçi: 66
      Bugün Tıklama: 809
      Toplam Ziyaretçi: 136663
      Toplam Tıklama: 278293
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.20.204.163

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>peygamber efendimizin medineye gelisi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    peygamber efendimizin medineye gelisi

    Peygamber Efendimizin Medine'ye Gelişi

    Medineli Müslümanlar, Resûl-i Kibriya Efendimizin Mek­ke’den Medine’ye gelmek üzere yola çıktığını duymuşlardı. Bunun için her gün sabah namazın­dan sonra Harre mevkiine çıkarak, öğle sıcağı basıncaya kadar yolunu heyecan ve sabırsızlıkla beklerlerdi.

    Yine bir gün teşrif-i Nebevîyi uzun uzun beklemişler, gelmediğini ve etra­fını da şiddetli sıcaklığın bastığını görünce evlerine geri dönmüşlerdi.

    Bu sırada bir işi için evinin damına çıkmış olan bir Yahudi, beyazlara bü­rünmüş birkaç kişinin çölün sıcaklığını, serap ve sisleri yara yara gelmekte ol­duğunu gördü. Müslümanların, Hz. Re­sû­lul­lah’ı günlerden beri beklemekte olduğunu biliyordu. Kendisini tutamayarak, “Ey Arap topluluğu! İşte, bekle­diğiniz devletliniz geliyor!” diye haykırarak Müslümanlara müjde verdi.[1]

    Bu müjde, Medine sokaklarında bir şimşek gibi çaktı. Şehir bir anda bayram havasına büründü. Çünkü insanlığa huzur ve saadet sunan zât geliyordu! Müslümanlar derhal silahlanıp o tarafa doğru koştular.

    Karşılayıcılar, Resûl-i Ekrem Efendimizle Hz. Ebû Bekir’e, bir hurma ağacı­nın gölgesinde dinlenirken kavuştular. Hz. Ebû Bekir, başucunda ayakta du­ruyordu! Günlerden beri yolunu heyecan, sabırsızlık ve muhabbetle bekledik­leri ak maşlaha bürünmüş Kâinatın Efendisini selamladılar, nur saçan mübarek simasını temâşâya başladılar.

    Hurma ağacının gölgesinde bir müddet yorgunluğunu gideren Resûl-i Kib­riya, daha sonra beraberindekiler ve karşılayıcılar ile birlikte Medine’nin sağ tarafına düşen Kuba köyüne doğru yoluna devam etti.

    Rebiülevvel ayının çok sıcak bir Pazartesi günü idi.

    Güneş, ateşten oklarını bütün şiddetiyle yeryüzüne gön­deriyordu. Kuşluk vakti Resûl-i Kibriya Efendimiz, etrafındaki mü’minler halkasıyla Medine’ye bir saat kadar mesafesi olan Kuba köyüne vardı. Orada Amr b. Avfoğullarının kardeşi Gülsüm b. Hidm’in evi­ne indi. Kızgın kumlar üzerindeki süratli yolcu­luk Efendimizi oldukça yormuştu. Müslümanlarla görüşmek arzusuna binaen Ku­ba’­da bir müddet ikamet etmeye karar verdi.

    Geceleri Medineli Müslümanların eşrafından oldukça yaşlı bir zât olan Gül­süm b. Hidm’in evinde kalan Efendimiz, gündüzleri ise Müslümanlarla konuş­mak, sohbet etmek için ashaptan bekâr bir zât olan Sa’d b. Hayse­me’­nin evine giderdi. Zaten, muhacirlerin bekârları da onun evinde kalırlardı. Bu sebeple evine “Dârü’l-Uzab [Bekârlar Evi] ” denirdi.[2]

    Hz. Ali’nin Gelip Efendimize Kavuşması

    Hz. Ali, Resûl-i Kibriya Efendimizin emriyle, Ku­reyşlilerin kendisine teslim ettikleri kıymetli eşya ve emanet­lerini sahiplerine iade etmek maksadıyla Mekke’de kalmıştı.

    Hz. Ali, bu vazifeyi yerine getirmiş ve Efendimizin Mek­ke’den ayrılışından üç gün sonra da hareket etmişti. Resûl-i Kibriya Efendimiz henüz Kuba’da iken gelip kavuştu. Yürümekten ayakları şişmiş ve kabarmış idi. Pey­gam­be­ri­miz, onu gözyaşları arasında kucakladı ve ayağının iyileşmesi için dua edip eliyle meshetti. Cenab-ı Hak ânında şifa ihsan etti. Hz. Ali’nin ayaklarında ne ka­barmadan, ne de ağrı ve sızıdan eser kalmadı.[3]

    KUBA MESCİDİ’NİN İNŞASI

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, Amr b. Avfoğullarında on küsur gece misafir kal­dı. Bu müddet zarfında Kuba Mescidi’ni tesis etti ve bu mescit içinde namaz kıl­dı.

    Efendimizin tesis ettikleri mescitten önce, Müslümanlardan bazıları kendi­le­ri için mescit inşa etmişlerse de, İslam cemaati için ilk olarak bina olunan mes­cit, işte bu Kuba Mescidi’dir.

    Gülsüm b. Hidm Hazretlerinin, üzerinde hurma kuruttu­ğu arsasında bina edilen bu ulvî mâbedin inşasında, Resûl-i Kibriya Efendimiz bizzat çalıştı. Bir seferinde kucağına güçlükle kaldırılabilecek büyükçe bir taş almışlardı. Saha­benin biri yanına varıp, “Yâ Re­sû­lal­lah! Anam babam sana feda olsun! Elinde­kini bana ver” deyince, “Hayır vermem! Sen de başkasını al” buyurarak gayret ve faaliyetten büyük zevk aldığını ifade etmişti. Böylece ibadeti, takvâsı, sadâ­kati, metaneti, cesareti vesâir bütün güzel vasıflarda olduğu gibi gayret ve ça­lışkanlığı ile de sahabelere en güzel örnek oluyordu.

    Kuba Mescidi

    Kuba Mescidi

    Onun bu gayret ve faaliyetini müşâhede eden Müslümanlar da, aşk ve şevk içinde bıkmadan usanmadan ve zerre kadar fütur eseri gösterme­den çalışıyor­lardı. Mescit ya­pılıp bitinceye kadar Peygamber Efendimiz, ça­lışmaktan bir an olsun geri dur­madı ve kendisi­ni sâir Müslü­manlardan farklı bir muameleye tâbi tutmadı.

    Kuba Mescidi’nin Ehemmiyet ve Fazileti

    Kuba Mescidi, Resûl-i Kibriya’nın hicreti ve özellikle Kuba köyüne ulaşma­sıyla başlayan nurani ve muazzam bir devrin mübarek bir âbidesidir. Bu se­bepledir ki Kur’an lisanıyla “Takvâ Mescidi” adı verilerek şerefli kılın­mış­tır. İl­gili ayet-i kerimede meâlen şöyle buyrulur:

    “Muhakkak bu bir mescittir ki onun temeli Medine’ye hicretin ilk gününde takvâ üzere atılmıştır. Aziz Peygamberim! Bu mescit senin, içinde namaz kıl­mana daha lâyıktır. Bu mescitte son derece temizliği ve nezaheti seven bir ce­maat vardır. Allah da, çok temiz ve faziletli olanları sever!”[4]

    Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, hayatı müddetince her Cumartesi günü ya­ya veya binitli olarak bu mübarek mescidi ziyaret eder ve içinde namaz kı­lar­dı. Ayrıca mü’min­leri de teşvik ederek, tam bir temizlik ve nezahetle bu mü­barek mescitte namaz kılan kimse için bir umre sevabı olduğunu müjde­lerdi.

    İslamî gelişmenin önündeki engellerin yavaş yavaş bertaraf olduğu, İs­lam’ın inkişaf ve teâliye başladığı bir dönemde inşa edilmiş olması, Kuba Mes­cidi’ne ayrı bir manâ ve ehemmiyet atfeder.

    Suheyb b. Sinan’ın Kuba’ya Gelişi

    Suheyb b. Sinan, müşriklerin eziyet ve işkencelerine maruz kalan kimsesiz Müslümanlardan biri idi. Medine’ye hicrete Efendimiz tarafından izin verildiği sırada bir türlü fırsatını bulup Mekke’den ayrılamamıştı.

    Hz. Ali’nin hicret ettiğini görünce, o da Medine’ye hicret maksadıyla hazır­la­nıp yola çıkmıştı. Bunu gören Mekkelilerden bazıları arkasına düşüp yetişti­ler ve “Sen buraya fakir olarak geldin, yanımızda zengin oldun! Ken­dinle bir­lik­te bu bol serveti de alıp götürmek istiyorsun. Buna müsaade ede­meyiz!” de­miş­lerdi.

    İmanından aldığı cesaretle, bu kahraman sahabe, hemen bineğinden inmiş, çantasındaki okları çıkarıp karşısında duran Ku­reyş topluluğuna, “Benim, içi­nizde en iyi ok atanlardan biri olduğumu bilirsiniz. Yanımdaki okların hepsini atar, onlar bi­terse kılıcımı çalarım! Bunlardan biri elimde bulunduğu müddetçe yanıma sizi yaklaştırmam!” diye hitap etmişti.

    Müşrikler, bu kahramanca seslenişe cevap vermemişlerdi. Bu İslam kahra­manının kolay kolay teslim olmayacağını biliyorlardı. Bir tarafta kalbindeki Al­lah’a imanın verdiği hadsiz cesaretle duran Suheyb b. Sinan, diğer tarafta gö­nüllerine şirk ürkekliği hâkim birçok müşrik vardı.

    Sonunda Suheyb, şu teklifte bulunmuştu:

    “Size, bütün servetimin yerini gösterir, onu size bırakırsam, gitmeme müsa­ade eder misiniz?”

    Gönülleri dünya malı sevgisiyle dolu müşrikler, “Evet...” demişlerdi.

    Hz. Süheyb de onlara servetini bırakarak Allah yolunda dini ve imanını serbestçe yaşamak uğrunda hicretine devam etmişti.

    Rebiülevvel ayının ortalarına doğru gelip Kuba’da Resûl-i Kibriya Efendi­mize kavuştu. Yolda gözü ağrımış, karnı ise son derece acıkmıştı. O sırada Efendimiz ve yanında bulunan Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer’in önünde taze yap­raklı salkım halinde hurma vardı. Hz. Suheyb, hemen yaş hurmaları ye­me­ye başladı.

    Hz. Ömer, “Yâ Re­sû­lal­lah! Suheyb’i görmüyor musun? Hem gözü ağrıyor, hem de yaş hurma yiyor!” dedi.

    Resûl-i Ekrem, “Ey Suheyb! Hem gözün ağrıyor, hem de yaş hurma yiyor­sun!” buyurunca sahabe, “Yâ Re­sû­lal­lah! Ben, gözümün sağlam, ağrımayan ta­rafıyla yiyorum!” diye lâtif bir cevap vererek Efendimizi tebessüme getirdi.

    Hz. Süheyb daha sonra, “Yâ Re­sû­lal­lah! Sen Mekke’­den çıktığın zaman müşrikler beni yakalayıp hapsettiler. Ben de servetimi vererek kendimi ve ai­le­mi satın aldım!” de­di.

    Resûl-i Muhterem Efendimiz, “Suheyb kazandı! Su­heyb kazandı! Ebû Yah­ya! Satış kârlı çıktı! Satış kârlı çıktı”[5]buyurarak, bu kahraman sahabeyi müj­de­leyip sevin­dir­di.

    Bunun üzerine şu ayet-i kerime nâzil oldu:

    “İnsanlardan, Allah’ın rızasını kazanmak için canını se­ve seve feda edenler var! Allah ise, kullarına karşı çok şef­katlidir.”[6]

    Kuba’dan Hareket

    Server-i Enbiya Efendimiz, Kuba’da on küsur gece ika­met buyurduktan sonra bir Cuma günü Medine’ye doğru ha­reket etti. Kasvâ adındaki devesinin üzerinde idi. Peşinde Hz. Ebû Bekir, sağ ve solunda ise ana tarafından dayıları olan Neccaroğullarından silahlı yüz kişi ile birçok Medineli Müslüman yer al­mıştı.

    Manzara, düşündürücü olduğu kadar da sevindirici ve ümit verici idi. Mek­ke’de yal­nızlıkla başbaşa bırakılmış bulunan Resûl-i Kib­riya’nın etrafını şimdi, içleri nur, dışları nur yüzlerce insan sarmıştı! Dillerinde tekbir, gönülle­rinde ise had­siz sürur vardı. Ken­dilerine dünya ve ahiret saadetinin kaynağı olan gerçek iman ve İslam’ı sunan bu şerefli zâtın yolunu günlerden beri sabır­sızlıkla bek­le­miş­lerdi. Şimdi ise ona kavuşmanın eşsiz sevincini duyarak, his­sederek yaşı­yor­lardı.

    MEDİNE’DE İLK CUMA NAMAZI

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, yol esnasında sol tarafa yöne­lerek Sâlim b. Avfo­ğulları yurduna vardı. Ranuna mev­kii­ne geldiklerinde Cuma namazı vakti gir­di. Efendimiz, Ranuna vadisinin ortasındaki Cuma Mescidi’nin yerine indi ve burada Cuma namazı kıldı.

    Bu, Peygamber Efendimizin Medine’de kıldığı ilk Cuma na­mazı idi.

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, burada arka arkaya iki hutbe irad buyurdu. İlk hutbesinde Allah’a hamd ve senâdan sonra meâlen Müslümanlara şöyle hitap etti:

    “Ey insanlar! Sağlığınızda ahiretiniz için tedarik görünüz. Muhakkak bilir­siniz ki kıyamet gününde birinin başı­na vurulacak ve çobansız bıraktığı koyu­nundan sorulacak. Sonra Cenab-ı Hak, ona diyecek. Ama nasıl diyecek? Ter­cümanı yok, perdedarı yok. Bizzat diyecek ki: ‘Sana benim Resûlüm gelip de tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, sana lütuf ve ihsan ettim. Sen kendin için ne tedarik ettin?’ O kimse dahi sağına soluna bakacak, bir şey gör­me­ye­cek. Önüne bakacak, cehennemden başka bir şey görmeyecek! Öyle ise, her kim ki kendisini velev ki bir yarım hurmayla olsun ateşten kurtarabilecekse, hemen o hayrı işlesin. Onu da bulamazsa, bâri kelime-i tayyibe ile [güzel sözle] kendi­sini kurtarsın. Zira, onunla bir hayra on mislinden yedi yüz misline kadar sevab verilir. Allah’ın selam, rahmet ve bereketi üzerinize olsun!”[7]

    İkinci Hutbe

    Resûl-i Kibriya, ikinci hutbesinde ise meâlen şöyle buyurdu:

    “Allah’a hamdolsun. Allah’a hamdederim ve O’ndan yar­dım isterim. Ne­fis­le­rimizin şerlerinden ve kötü amelleri­miz­den Allah’a sığındık. Allah’ın hi­da­yet ettiğini kimse saptıramaz. Allah’ın idlâl ettiğine de kimse hidayet ede­mez.

    “Allah’tan başka ilâh olmadığına şehâdet ederim. O, bir­dir, şeriki yoktur.

    Cuma Mescidi

    Cuma Mescidi

     “Kelâmın en güzeli Kelâmullah’tır. Kimin ki Allah, kalbini Kur’an’la süsler ve onu kâfir iken İslam’a dâhil eder, o da Kur’an’ı sâir sözlere tercih ederse, iş­te o kimse felâh bu­lur.

    “Doğrusu, Kitabullah, kelâmların en güzeli ve en beliğidir. Allah’ın sevdi­ğini seviniz. Allah’ı can ve gönülden se­viniz. Allah’ın kelâmından ve zikrinden usan­mayınız. Ve Allah’ın kelâmından kalbinize kasavet gelmesin. Zira, Kelâ­mul­lah, her şeyin en güzelini, en iyisini ayırıp seçer. Amellerin hayırlısını ve kul­ların güzidesi olan peygamberleri ve kıssaların iyisini zikreder; helâl ve ha­ra­mı beyan eder. Artık. Allah’a ibadet ediniz ve O’na hiçbir şeyi şerik etme­yi­niz. O’ndan hakkıyla sakınınız.

    “Hayırlı işler işleyiniz ve bu iyi işleri diliniz de teyit etsin.

    “Allah’ın kelâmıyla birbirinizi seviniz. Muhakkak bilmelisiniz ki Allahü Teâlâ ahdini bozanlara gazap eder.

    “Allah’ın selamı üzerinize olsun!”[8]

    Akabe’deki bîatta Medineli Müslümanlar, Resûl-i Ekrem Efendimiz kendi bel­delerine geldiği zaman, her cihetle onu koruyacaklarına dair söz vermiş­ler­di.

    Önce, Re­sûl-i Ekrem onların yur­duna gelip bir müddet Kuba’da ika­met bu­yur­duktan sonra, bu sefer bizzat Medine’ye girmek üzere bulunduğun­dan, ar­tık onların sözlerini yerine getirme vakti gelmiş demekti.

    Bu sebeple Re­sû­lul­lah Efendimiz, ikinci hutbesinin sonunda Cenab-ı Hakk’ın, ahdini bozanlara gazap edeceğini be­yan etmekle sözlerine son veri­yor­du.


    ________________________________________________________________

    [1] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 137; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 233.
    [2] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 138; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 233.
    [3] Halebî, İnsan, c. 2, s. 233.
    [4] Tevbe, 108.
    [5] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 227-229.
    [6] Bakara, 207.
    [7] İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 146.
    [8] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 147.

    Yazar: 
     
    Bugün 66 ziyaretçi (809 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol