աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: peygamberimizin cahiliye devri kotuluklerinden uzak kalisi
      Bugün Ziyaretçi: 70
      Bugün Tıklama: 912
      Toplam Ziyaretçi: 136667
      Toplam Tıklama: 278398
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      18.222.109.84

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>peygamberimizin cahiliye devri kotuluklerinden uzak kalisi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    peygamberimizin cahiliye devri kotuluklerinden uzak kalisi

    Peygamberimizin Cahiliye Devri Kötülüklerinden Uzak Kalışı

    Ebû Tâlib, bütün bu olup bitenlerden sonra nur yüzlü yeğeni Peygamberi­miz­den adeta ayrılmaz bir parça haline gelmişti. Kendisinde git­tikçe kuvvet peydâ eden kanaat şuydu:

    “Bu yeğenim, ileride büyük ve mühim bir şahsiyet olacaktır!”

    Bu sebeple, Peygamberimiz üzerinde himâyesini son derece dikkatli ve şu­urlu bir şekilde sürdürüyor, adeta bir dediğini iki etmi­yordu.

    Artık Peygamberimiz de ruhu ve dış görünüşü ile eşsiz bir genç olmuştu. Kalp ve ruhundaki eşsiz fazilet ve güzellikler, suretini de fevkalâde güzel şe­killendirmişti: Ortadan uzun boylu, siyah dalgalı saçlıydı. Açık ve yüksek alın­lı, kalın siyah kaşlıydı. Kaşları birbirine çok yakın, fakat bitişik değildi. Göz­be­bekleri, çok tatlı bir siyahtı. Uzun ve siyah kirpikleri, bakışlarına apayrı bir tat­lılık verirdi.

    Kader-i İlâhî, onu ezelden “İnsanlığın Peygamberi” olarak tak­dir ve tayin et­mişti. Bu sebeple o, Âlemlerin Rabbi’nin ter­biyesi altında hayat seyrine de­vam ediyordu. On­dan­dır ki bütün Arabistan’la birlikte Mekke’de de hüküm sü­ren fısk, fücur, sefahet ve dalâletten, kötülük ve ahlâksızlıklardan en ufak bir eser, en küçük bir iz hayatında görülmez.

    Putlardan şiddetle nefret ederdi. Ömründe bir defa bile onlara hürmette bulunmadı.

    Ku­reyş müşriklerinin bir âdeti vardı. Her senenin belli bir gününde Buvane adlı putun etrafında toplanırlar, geceye kadar orada bulunurlar, yanında traş olurlar, kurban keserek büyük merasim tertiplerlerdi.

    Yine böyle bir merasim için bütün Ku­reyş hazırlanmıştı. Ebû Tâlib de onlar gibi aile efradını toplayarak merasime iştirak etmek istedi. Peygamber Efendi­mize de hazırlanmasını söyledi. Ancak o, buna yanaşmadı ve mâzur görülme­sini istedi. Efendimizin bu davranışını, Ebû Tâlib ve halaları, taaccüple karşıla­dılar; hatta kızar gibi oldular. Bir iki sefer daha tekliflerini tekrarladıkları halde Resûl-i Ekrem Efendimiz yine red cevabı verdi. Bunun üzerine kızarak, “İlâh­larımızdan yüz çevirmek demek olan bu hareketinden dolayı bir felâkete uğ­rayacağından korkuyoruz!” dediler.

    Bunu demekle de iktifa etmediler; üzerine öylesine var­dı­lar ki Sevgili Pey­gamberimiz daha fazla ısrar edemedi ve istemeye istemeye, sadece amcası Ebû Tâlib’in ve halalarının hatırını kırmamak için kendilerini takibe râzı oldu. Fa­kat putun yanına varır varmaz, nur yüzlü Efendimizin bir ara ortadan kaybol­duğunu fark ettiler. Bir müddet sonra yanlarına gelince onu müthiş bir hal içinde gördüler: Benzi sararmış, her halinden korktuğu belli idi.

    Amcası ve halaları, kendisine sordular: “Ne oldu sana? Neye uğradın?”

    Sevgili Efendimiz, şu cevabı verdi:

    “Bana bir fenalık gelmesinden korktum!”

    Onlar, “Allah sana kötülük eriştirmez. Sende çok iyi haslet ve meziyetler var. Söyle bakalım, sen ne gördün?” dediler.

    Bu sefer Peygamberimiz, şunları anlattı:

    “Ben, bu putun yanına yaklaştığım zaman, uzun boylu ve beyazlar giyinmiş biri orada peydâ oldu. Bana ‘Yâ Muhammed! Geri çekil, sakın o puta el sürme!’ diye haykırdı.”[1]

    Bu vak’adan sonra, Re­sû­lul­lah Efendimiz, herhangi bir sebep ve saikle put­ların yanına uğramadı ve onların bu bay­ram ve merasimlerine hiçbir zaman katılmadı.

    Evet, risâlet vazifesiyle memur edilir edilmez eline tev­hid bayrağını alıp dalgalandıracak bir zât, elbette çocukluğunda ve gençliğinde de tevhid inancı­nın zıddı olan şirkten ve putperestlikten uzak, tertemiz bir hayata sahip bulu­nacaktır.

    Cenab-ı Hak, Sevgili Resûlünü, henüz ne teklif, ne memuriyet, hiçbir şeyle alâkalı bulunmadığı zamanlarda bile her türlü çirkinlikten koruyor ve onu hu­susî bir murakabe altında terbiye ediyordu. Resûl-i Kibriya Efendimiz de, “Beni Rabbim terbiye etti; ne güzel terbiye etti!”[2]sözleriyle bu gerçeğe işaret buyurmuşlardır.

    İnsaflı müsteşrikler de, her şeye rağmen bu hususu inkâr edememişlerdir. Sir W. Muir, Muhammed’in Hayatı isimli eserinde, şu itirafta bulunmaktan ken­dini alamaz:

    “Hz. Muhammed hakkındaki bütün neşriyatımız bir nokta üzerinde ittifak eder. O da, onun ahlâkının temizliği ve yüksekliğidir!”

    DÖRDÜNCÜ FİCAR MUHAREBESİ VE EFENDİMİZ

    Peygamberimiz yirmi yaşında iken, Dördüncü Ficar Muharebesi patlak verdi.[3]

    İslam’dan evvel, Câhiliyye devrinde, Araplar arasında cinayetlerin, kanlı çarpışma ve şiddet olaylarının, kan davalarının ve her türlü hırsızlık ve yol­suz­luk olaylarının ardı arkası kesilmiyordu. Kalpleri şefkat ve merhametten mah­rum, cemiyet hayatları hak ve hukuktan uzak insanlardan, birbirini kırıp geç­mekten başka zaten ne beklenebilirdi?

    Muharrem, Receb, Zilkade ve Zilhicce ayları, öteden be­ri Araplarca mu­kaddes aylar sayılıyordu. Bu aylarda her türlü kötülüğün işlenmesi, her türlü haksızlığın yapılması, kan dökülmesi kesinlikle yasaktı. Bunun için de “haram aylar” adıyla anılıyorlardı.

    İşte, Ficar Muharebeleri bu aylardan birinde vuku bul­du­ğu ve iki taraf ara­sında büyük haksızlıklar, zulümler irtikâb edildiği, kan döküldüğü için bu is­mi almışlardı.[4]

    Araplar arasında Ficar Muharebeleri, dört kere meydana gel­mişti.

    Birinci Ficar Muharebesi sırasında, Kâinatın Efendisi, he­nüz on yaşlarında bulunuyordu.[5]

    Dokuz sene gibi uzun bir zaman süren bu dört muharebe, aslında oldukça basit ve ehemmiyetsiz hadiseler yüzünden mey­dana gel­mişti.

    Birinci Ficar Muharebesi, Gıfarîlerden bir adamın Ukâz panayırında uzan­mış olarak, “Arabın en şereflisi benim!” sözü üzerine Havazin kabilesinden bi­ri­nin bunu kendisine hakaret kabul edip, kılıcını çekerek, övünen adamın aya­ğını yaralaması sebebiyle Ki­nâ­ne ve Havazinliler arasında vuku bulmuştu.

    İkincisi, yine Ukâz panayırında bir kadına sataşmak yü­zünden Ku­reyş ile Havazin kabilesi arasında patlak vermişti.

    Üçüncüsü, Kinâneoğulları kabilesinden bir adamın, Âmiroğulları kabilesin­den birine olan borcunu ödemeyip, müddeti uzat­ması sebebiyle Kinâne ve Havazin kabileleri arasında meydana gelmişti.

    Peygamberimizin yirmi yaşlarında iken katıldığı Dördüncü Fi­car Muhare­besi ise, Ku­reyş ve Kinâneoğulları ile Kays-ı Aylan kabileleri arasında, Kinâneli Barraz b. Kays adındaki adamın Kays-ı Aylan [Havazin] kabilesinden Urve nâmındaki adamı öldürmesi neticesi çıkmıştı.[6]

    Ku­reyşliler, Kinâneoğullarının müttefiki bulunduklarından, dolayısıyla bu muharebeye katılmak zorunda kalmışlardı.

    Ukâz panayırında yapılan Dördüncü Ficar Muharebesi’ne Ebû Tâ­lib, haram ayda olduğu ve çok zulüm işleneceğini tahmin ettiği için katılmak istememişti. Ancak Ku­reyş kabilesinin diğer kollarının diretmesi üzerine iştirak etmek mec­buriyetinde kaldı.

    Muharebe sırasında Ebû Tâlib’in, aziz yeğeni Efendimizi bir iki defa yanına alarak götürdüğü rivayet edilmiştir. Ancak o, sadece atı­lan düşman oklarını toplayıp amcasına vermekle yetinmiştir.[7]

    Çarpışmanın bir türlü son bulmadığını gören taraftar, nihayet birbirlerine anlaşma teklif ettiler. Buna göre, ölüler sayılacak, hangi tarafın ölüsü fazla ise diğer taraf onların diyetlerini ödeyecek, böy­lece de harp son bulmuş olacaktı.

    Sayım neticesinde, Kays-ı Aylanların ölüleri yirmi kadar fazla çıktı. Kinâ­ne­oğulları ve Ku­reyşliler tarafından bu yirmi kişinin diyeti ödenerek, Fil ta­rihin­den yirmi yıl sonra vuku bulan[8]bu kanlı çarpışma da böylece nihayet buldu.

    _______________________________________

    [1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 158; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 1, s. 164.
    [2] Abdurrahman Münavî, Feyzü’l-Kadir, c. 1, s. 224.
    [3] İbn Hişam, Sîre, s. 198; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 128.
    [4] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 195.
    [5] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 196.
    [6] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 196-197; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 126-128.
    [7] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 198.
    [8] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 128; Taberî, Tarih, c. 1, s. 201.

    Yazar: 
     
    Bugün 70 ziyaretçi (912 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol