աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: hicri dorduncu senenin diger muhim bazihadiseleri
      Bugün Ziyaretçi: 69
      Bugün Tıklama: 890
      Toplam Ziyaretçi: 136666
      Toplam Tıklama: 278374
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      13.59.79.237

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>hicri dorduncu senenin diger muhim bazihadiseleri

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    hicri dorduncu senenin diger muhim bazihadiseleri

    Hicrî Dördüncü Senenin Diğer Mühim Bazı Hâdiseleri

    İçkinin Haram Kılınması

    İçki, Hicret’in 4. yılında, Benî Nadîr Yahudilerinin yurt­larından sürgün edi­lip çıkarıldıkları sırada haram kılınıp yasaklandı.

    İçki, üç safhada inen ayetlerle haram kılındı.

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Medine’ye teşrif ettikleri za­man Müslümanlar arasında da içki içiliyor, kumar oyna­nı­yor­du.

    Peygamber Efendimiz gelince, ondan içkinin ve kumarın hükmünü sordu­lar. O sırada Hz. Ömer de, “Yâ Rabbi! İçki hakkında bize, açık ve kesin bir be­yanda bulun!” diye dua etti.

    Bir müddet sonra, “Sana, içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: ‘Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise, faydalarından daha büyüktür’”[1]meâlindeki ayet-i kerime nâzil oldu.

    Bunun üzerine, Müslümanlardan bir kısmı zararından dolayı içkiyi bıraktı, bir kısmı ise içmeye devam etti.

    Ancak içenler arasında bu arada bazı nâhoş durumlar meydana geldi. Hatta ashaptan biri, akşam namazını kıldırırken, kıraati yanlış ve ters mana çıkacak şekilde karıştırdı.

    Hz. Ömer tekrar, “Allahım! İçki hakkında bize açık ve ke­sin bir beyanda bu­lun!” diye dua etti.

    Çok geçmeden, “Ey iman edenler! Siz sarhoşken, ne söyleyeceğinizi bilin­ceye ve cünüb iken de yolcu olmanız müstesna gusledinceye kadar namaza yaklaşmayınız!”[2]meâlindeki ayet-i kerime nâ­zil oldu.

    Bu da, yasağın ikinci safhasını teşkil ediyordu.

    Bunun üzerine Müslümanlar, “Yâ Re­sû­lal­lah! Biz, namaz vakti yaklaşınca içki içmeyiz!” dediler.

    Peygamber Efendimiz, onlara cevap vermeyip sustu.

    Haliyle, Müslümanlar arasında içki içenlerin sayısı da bir hayli azaldı.

    Namaz kılınacağı zaman da, Resûl-i Kibriya Efendimizin emriyle, “Hiçbir sarhoş namaza yaklaşmasın!” diye nidâ edilirdi.

    Buna rağmen Müslümanın biri akşamleyin içki içip na­ma­za geldi.

    Hz. Ömer tekrar, “Allahım! İçki hakkında bize açık ve kesin bir be­yanda bu­lun!” diye dua etti.

    O zaman şu ayet-i kerime nâzil oldu:

    “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları, şeytanın murdar, kötü bir işinden başka bir şey değildir. Bunun için onlardan kaçınınız ki kork­tuklarınızdan kurtulup umduklarınıza ere­bilesiniz!

    “Şeytan, içki ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı anmaktan ve namazı kılmaktan alıkoymak ister. Artık bunlardan vaz­geçtiniz, değil mi?”[3]

    Bundan sonra Müslümanlar, “Artık içkiden, kumardan vazgeçtik Rabbi­miz!” dediler.

    Bu da, içki yasağının üçüncü safhasıydı. Ve böylece, içki, bütün Müslü­manlara haram kılınıyordu.

    Bu ayetlerin nâzil olması üzerine Resûl-i Kibriya Efendimizin emriyle, mü­nâdî, “Haberiniz olsun ki içki haram kılınmıştır!” diyerek Medine sokaklarında nidâ etti.

    Bu emri duyan Müslümanlar, evlerinde bulunan bütün içkileri derhal dök­tüler. Dökülen içkiler, Medine sokaklarında sel gibi aktı.

    Konuyla ilgili birkaç hadisi de nakledelim:

    “Muhakkak ki Allah, içkiye, onu yapana, yapılan yere, onu içene, içirene, taşıyana, taşıtana, satana, satın alana, onun bedelini ve kazancını yiyene lânet etmiştir.”[4]

    “Her sarhoş edici şey içkidir ve her sarhoş edici içki haramdır. Kim dün­yada devamlı içki içer ve tevbe etmeden ölürse, ahirette o kimse, ahiret şerbeti içemez!”[5]

    “İçkiden uzak durunuz; çünkü o, her kötülüğün anahtarıdır.”[6]

    “İçki, ümmü’l-hebaistir [bütün murdarlıkların, kötülüklerin ana­sıdır].”[7]

    “Çoğu sarhoş edenin azı da haramdır.”[8]

    Hz. Zeyneb bint-i Huzeyme’nin Vefatı

    Pey­gam­be­ri­mizin zevcesi Hz. Zeyneb, İslamiyetten önceki devirde, yoksul ve muhtaçlara çok acıdığı, şefkat ve merhametli davrandığı, onlara devamlı ye­mekler yedirdiği ve sadakalar verdiği için “Ümmü’l-Mesakin [Miskinler, Düş­künler Annesi]” diye bilinir ve yâd edilirdi. Resûl-i Kib­riya Efendimizle evliliği Hicret’in 3. yılı Ra­ma­zan ayın­da olmuştu. Hicret’in 4. yılı Rebiülâhir ayı so­nunda ise, otuz yaşında iken vefat etti.

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, namazını kıldırdıktan sonra onu, Bâkî Kab­ris­ta­nı’na defnetti. Efendimizin hayatında Hz. Hatice-i Küb­ra ile Hz. Zeyneb’den başka zevcesi vefat et­memiştir!

    Hz. Ali’nin Validesi Fâtıma Hâtun’un Vefatı

    Fâtıma bint-i Esed, Nebiyy-i Muhterem Efendimizin amcası Ebû Tâlib’in zev­cesi idi. İlk sıralarda Müslüman olmuş ve Medine’­ye hicret etmişti. Pey­gam­ber Efendimize çocukluğunda büyük hizmetlerde bulunmuştu. Onu ço­cuk­larından daha çok sever ve ihtimam gösterirdi. Peygamber Efendimiz de her zaman onu saygıyla anar, hal ha­tırını sorar, onu ziyaret ederdi.

    İşte, yüksek ahlâk sahibi bu İslam kadını, Hicret’in 4. yılında Medine’de Hakk’ın rahmetine kavuştu. Resûl-i Kibriya Efendimiz, ona olan sevgi ve say­gısından dolayı, “Bugün, annem vefat etti” dedi.

    Hz. Ali (r.a.), “Annem Fâtıma bint-i Esed vefat ettiği zaman, Re­sû­lul­lah (a.s.m.), kendi gömleğini sırtından çıkarıp ona kefen olarak sardırdı ve cenaze namazını kıldırdı” demiştir.

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu mübarek ve muhterem kadının kabrine de indi ve bir müddet kabrin içinde uzandı. Sonra kabirden çıktı. Gözleri yaşlarla doluydu. Müslümanlar, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dediler. “Biz, senin buna yapmış ol­duğun şeyi, başkasına yaptığını görmemiştik.”

    Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, şu cevabı verdi:

    “Ebû Tâlib’ten sonra bu kadıncağız kadar bana iyiliği dokunan bir başka kimse olmamıştır. Ona, cennet elbiselerinden giydirilsin diye gömleğimi kefen olarak giydirdim! Kabir hayatı kendisine mülâyim ve kolay gelsin diye de ka­birde yanına uzandım.”[9]

    Bundan sonra da Resûl-i Zîşan Efendimiz, şu duayı yaptı:

    “Allah, sana merhamet etsin ve hayırla mükâfatlandırsın!

    “Allah, sana rahmet etsin, ey annem! Sen, benim annemden sonra annem idin! Kendin aç durur, beni doyururdun! Kendin giymez, beni giydirirdin! En iyi nimetlerden nefsini alıkoyar, bana tattırırdın! Bunu da ancak Allah rızâsını ve ahiret yurdunu umarak yapardın.

    “Allah ki diriltendir, öldürendir; Hayy ve Kayyûm’dur O!

    “Allahım! Annem Fâtıma bint-i Esed’i af ve mağrifet et; ona hüccet ve deli­lini anlat; onun kabrini genişlet!

    “Ben Resûlünün ve benden önceki peygamberlerinin hakkı için, duamı ka­bul buyur, ey merhametlilerin en merhametlisi olan Yüce Allah!”

    Pey­gam­be­ri­mizin Torunu Hz. Hüseyin’in Dünyaya Gelişi

    Hicret’in 4. yılı Şâban ayında, Resûl-i Ekrem Efendimizin torunu, Hz. Ali’nin ikinci oğlu Hz. Hüseyin, Hz. Fâ­tı­ma’­dan dünyaya geldi.

    Doğumunun yedinci gününde, Peygamber Efendimiz, bu nurtopu torunu için akîka kurbanı olarak iki koç kestirdi; kulağına ezan okuyup ismini koydu ve saçını kestirdi.

    Torunu Hz. Hasan gibi, Hz. Hüseyin de Nebiyy-i Muhterem Efendimize ben­zerdi. Bu her iki torunu için Efendimiz, “Allahım! Ben, bunları seviyorum; sen de sev bunları...”[10]diyerek dua etmiştir.

    Bir gün, Ebû Eyyûb el-Ensarî (r.a.), Resûl-i Kibriya Efendimizin huzuruna girerken, Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i, önünde oynuyorlar görmüştü:

    “Yâ Re­sû­lal­lah, sen onları çok mu seversin?” diye sorun­ca, Peygamber Efendimiz şu karşılığı vermişti:

    “Nasıl sevmiyeyim ki? Bunlar, benim, dünyada kokladığım iki reyhanım­dır!”[11]

    Zeyd b. Sâbit Hazretlerinin, Arap, İbranî ve Süryanî Yazısını Öğrenmesi

    Zeyd b. Sâbit (r.a.), Hicret’ten önce Evs ve Hazreç kabileleri arasında Buas Günü vuku bulan çarpışmalarda ba­ba­sının ölmesiyle yetim kalmıştı. O sırada altı yaşında idi.

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, Bedir’de esir alınan Ku­reyş müşriklerinden malî durumu fidye-i necat ödemeye müsait olmayan her birisinin, ensar çocukla­rından on çocuğa iyice okuma yazma öğrettiği takdirde serbest bırakılacakla­rını bildirmişti. İşte, Zeyd b. Sâbit de, o zaman okuma yazma öğrenmiş olan ensar çocuklarındandı.

    Hz. Zeyd b. Sâbit, son derece zeki idi.

    Hicret’in 4. senesinde Resûl-i Ekrem Efendimiz, kendisine Yahudi yazısını, yani İbranîceyi öğrenmesini emretti ve “Ben, yazılarımı, onların değiştirmeye­ceklerinden emin değilim!”[12]buyurdu.

    Bunun üzerine, Hz. Zeyd, on beş gün içinde İbraniceyi öğrendi; hatta onda maharet sahibi oldu. Resûl-i Kibriya Efendimiz, bundan sonra Yahudilere bir şey yazacağı zaman, onu Hz. Zeyd’e yazdırır, Yahudilerden gelen yazıları da ona okuturdu.[13]

    Yine bir gün, Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Zeyd’e, “Süryanîce güzelce okuyup yazabilir misin? Çünkü bana, Süryanîce yazılar geliyor” dedi.

    Hz. Zeyd cevaben, “Hayır, iyi okuyup yazamam” deyince, Peygamber Efen­dimiz, “O halde, sen onu iyice öğren” buyurdu.

    Bu emir üzerine Hz. Zeyd b. Sâbit, on yedi günde Süryanîceyi öğrendi.[14]

    Hz. Osman’ın Oğlu Abdullah’ın Vefatı

    Hz. Osman, Habeşistan’a hanımı Hz. Rukiyye ile birlikte hicret etmişti. Orada bir çocukları dünyaya gelmiş ve ismini Abdullah koymuşlardı.

    Abdullah altı yaşında bulunduğu sırada bir horoz yüzünü gözünü gaga­ladı. Yüzü gözü şişti. Fena halde hastalandı. Bu hastalıktan kurtulamayarak da Hicret’in 4. senesi Cemaziyelevvel ayında vefat etti.

    Bu torununun cenaze namazını bizzat Peygamber Efen­dimiz kıl­dır­dı. Kab­rine ise, onu, babası Hz. Osman in­dirdi.[15]

    Abdullah’ın mezar taşını diken Resûl-i Kibriya Efendimizin gözlerinden yaşlar döküldü. Şöyle buyurdular:

    “Allah Teâlâ, kullarından, merhametli ve yufka yürekli olanlara rahmet eder!”[16]



     


    ___________________________________________________________

    [1]Bakara, 219.
    [2]Nisâ, 43.
    [3]Mâide, 90-91.
    [4]Ebû Dâvûd, Sünen, c. 2, s. 292.
    [5]Müslim, Sahih, c. 6, s. 100.
    [6]Hakim, el-Müstedrek, c. 4, s. 145.
    [7]Dare Kutni, Sünen, c. 4, s. 247.
    [8]Ebû Dâvûd, Sünen, c. 2, s. 294.
    [9]İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 4. s. 1891.
    [10]Tirmizî, Sünen, c. 5. s. 661.
    [11]Tirmizî, a.g.e., c. 5. s. 657.
    [12]Taberî, Tarih, c. 3, s. 42; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 5. s. 186.
    [13]Ebû Dâvûd, Sünen, c. 2, s. 286; Tirmizî, Sünen, c. 5. s. 67-68.
    [14]Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 5. s. 182.
    [15]İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 53-54.
    [16]Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 401.

     

    Yazar: 
     
    Bugün 69 ziyaretçi (890 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol