աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: peygamberimizin muslumanlarla helallesmesi
      Bugün Ziyaretçi: 68
      Bugün Tıklama: 878
      Toplam Ziyaretçi: 136665
      Toplam Tıklama: 278362
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      18.191.150.201

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>peygamberimizin muslumanlarla helallesmesi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    peygamberimizin muslumanlarla helallesmesi

    Peygamberimizin Müslümanlarla Helalleşmesi

    Resûl-i Ekrem, hastalığının en şiddetli olduğu bir günde ashabıyla helâl­leş­meyi arzu etti.

    Yine bir taraftan Hz. Ali’ye, diğer taraftan da Fadl b. Abbas Hazretlerine da­yanarak güçlükle ayağa kalktı ve mescide gitti. Min­be­re çıkıp oturdu.

    Hz. Bilâl’e de (r.a.) şu emri verdi:

    “Halka nidâ et; mescide toplansınlar. Onlara vasiyet etmek isterim. Bu, be­nim son vasiyetim olacaktır!”

    Hz. Bilâl, emri yerine getirdi. Bir anda toplanan halkı, mescit almaz oldu.

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, Allah’a hamd ve senâdan son­ra ashab-ı kirama şöyle hitap etti:

    “Ey insanlar! Sizden ayrılma vaktim oldukça yaklaşmıştır! Sizden birine vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Birinizin malını almışsam, gelsin, hak­kını alsın! Sakın hak sahibi, şayet kısas talebinde bulunursam, ‘Re­sû­lul­lah bana da­rılır’ diye dü­şünmesin! Bilmelisiniz ki benden hakkını isteyene darılmak, be­nim fıtratımda yok­tur.­ Benim yanımda en sevimliniz, hakkı varsa, gelip ben­den onu isteyen kimsedir veyahut helâl edendir. Ben, Rab­bimin huzuruna, üzerimde kul hakkı olmadan varmak is­tiyorum!”[1]

    Bir anda ortalığa hazin bir sükût çöktü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, sözlerini tekrarladı: “Ey insanlar! Kime vurmuşsam, işte sırtım, gelsin vursun! Her ki­min benden alacağı varsa, işte malım, gel­sin alsın!”[2]

    Cemaat içinden biri ayağa kalktı: “Yâ Re­sû­lal­lah! Sizden üç dirhem alaca­ğım var!”

    Peygamber Efendimiz, “Ben bu hususta hiç kimseyi yalanlamam ve hiç kimseye ‘Yemin et’ diye teklif de etmem; ancak bu üç dirhemin zimmetime na­sıl geçtiğini öğrenmek isterim!” dedi.

    Adam, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bir defasında huzurunuza bir fakir gelmişti. Bana, fakire üç dirhem vermemi emrettiniz. Ben de verdim. İşte, istediğim, bu üç dirhemdir!” dedi.

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Doğru söylüyorsun!” dedikten sonra, “Ey Fadl! Buna üç dirhem ver!” buyurdu.[3]

    Mescide Açılan Kapıların Kapatılması

    Bundan sonra Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Mescide açılan kapıları kapatı­nız; sadece, Ebû Bekir’in kapısı açık kalsın!”[4]buyurdu.

    Emir gereği Mescid-i Şerif’in çevresindeki evlerin kapısı, Hz. Ebû Bekir’inki hâriç, hepsi kapatıldı.[5]

    Hz. Ebû Bekir, Namaz Kıldırmaya Memur Ediliyor

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, hastalığı esnasında ezan okununca daima Mes­cid-i Şerif’e çıkar ve cemaate namaz kıldırırdı.

    Vefatına üç gün kala hastalığı birden ağırlaştı. Bu sebeple artık Mescid-i Şe­rif’e de çıkamaz oldu. O zaman, “Ebû Bekir’e söyleyiniz; insanlara namaz kıl­dırsın!”[6]diye emir vererek, imamlığı Hz. Ebû Bekir’e bıraktı.[7]

    Pey­gam­be­ri­mizin Son Namaz Kıldırışı

    Hz. Ebû Bekir, Müslümanlara öğle namazını kıldırıyordu.

    Bu sırada Resûl-i Kibriya Efendimiz, bedeninde bir hafiflik hissetti. Hz. Ab­bas ile Hz. Ali’nin yardımıyla yavaş yavaş Mescid-i Şerif’e çıktı.

    Hz. Ebû Bekir, Fahr-i Âlem Efendimizin gelmekte oldu­ğunu anlayınca, geri çekilmek istedi. Efendimiz, yerinde durması için işaret etti. Sonra Hz. Ebû Be­kir’in yanına oturtulmasını emir buyurdu. Hz. Ebû Bekir’in sol tarafına götü­rüp oturttular. Hz. Ebû Bekir ayak­ta, oturmuş olan Efendimize tâbi oldu.[8]

    Resûl-i Kibriya Efendimizin Mescid-i Şerif’te Müslümanlara kıldırdığı son namaz budur!

    Hz. Cebrail’in, Hatırını Sormak İçin Gelişi

    Rebiülevvel ayının onu, Cumartesi günü idi.

    Cenab-ı Hak tarafından Cebrail (a.s.) geldi, Resûl-i Kib­riya Efendimizin hal ve hatırını sordu.

    “Ey Ahmed!” dedi. “Yüce Allah, sana ikram olarak beni gönderdi. Sana so­racağı şeyi senden çok daha iyi bildiği halde, sana, ‘Kendini nasıl buluyorsun?’ diye soruyor.”

    Rabb-i Rahîm’ine kavuşmanın hasretini yüreğinde duyan Fahr-i Kâinat Efendimiz, “Ey Cebrail! Kendimi baygın ve sıkıntılı bir halde görüyorum!” di­ye cevap verdi.[9]

    Vefatından Bir Gün Evvel

    Rebiülevvel ayının 11’i, Pazar günü...

    Cin ve insin peygamberi Hz. Muhammed (a.s.m.), yatağında, şiddetli ateş­ler içinde idi. Etrafında Ezvac-ı Tâhirat vardı. Başucunda Hz. Âişe validemiz otu­ruyordu.

    Bu sırada Hz. Üsame, ordugâhtan gelip huzur-u saadetlerine girdi. Efendi­miz, dalgın yatıyordu. Yerinden kımıldayacak hali yoktu. Hz. Üsame, mübarek el­lerini ve başlarını öptü. İçi hüzün ve keder doluydu. Azamî hürmet içinde Kâi­natın Efendisinin karşısında ayakta durdu. Efendimiz ona bir şey söyle­me­di. Sadece ellerini göğe kaldırdı ve onun üzerine sürdü. Ona dua ettiği anla­şıl­dı.[10]

    Resûl-i Ekrem Efendimizin duasını alan Hz. Üsame, doğruca or­dusunun ba­şına döndü.

    Hz. Cebrail’in İkinci Gelişi

    Rebiülevvel ayının 11’i, Pazar günü...

    Hz. Cebrail, yine hatırlarını sormak üzere geldi. Bu esnada Yemen’de pey­gamberlik dava eden yalancı Esvedü’l-Ansî’nin îdam olunduğunu haber verdi. Re­sûl-i Ekrem Efendimiz de bu haberi ashab-ı kirama bildirdi.[11]

    O Pazartesi…

    Hayatında mühim hadiselerin meydana geldiği Pazartesi günü... Rebiülev­vel ayının 12’si... Böyle bir Pazartesi gününde mübarek gözlerini dün­yaya aç­mışlardı.

    Bu gün de, Resûl-i Kibriya Efendimizin bir ara hastalığı hafifleyip kendine geldi. Bu hafifliği hisseder etmez yatağından kalktı. Hazırlıklarını yaparak Mescid-i Şerif’e teşrif etti.

    O sırada ashab-ı kiram saf bağlayıp Hz. Ebû Bekir’in ar­kasında sabah na­mazı kılıyordu. Kâinatın Efendisi, bu nurani manzarayı görmekle son derece sevindi, hatta tebessüm buyurdu. Kendileri de Hz. Ebû Bekir’e uyarak nama­zını eda etti.

    Resûl-i Ekrem Efendimizi, aralarında mütebessim bir sima ile gören saha­beler, bütün bütün sıhhat zannıyla son derece sevindiler.[12]

    Peygamber Efendimiz, Hücre-i Saadetlerinde

    Son günün sabah namazını Hz. Ebû Bekir’e uyup ashabının arasında kıla­rak onları sevince gark eden Fahr-i Kâinat, namazın edasından sonra yine hücre-i saadetine döndü. Yataklarına yattılar.

    Bu arada, Kumandan Hz. Üsame, son defa kendisiyle vedalaşmak üzere geldi.

    Resûl-i Ekrem, “Allah’ın bereketiyle artık hareket et!” buyurdu.[13]

    Emri alan Kumandan Hz. Üsame b. Zeyd, doğruca ordugâha gidip müca­hit­lere hareket emrini verdi.

    Hz. Ebû Bekir’in, İzin İsteyip Sünh’taki Evine Gidişi

    Pazartesi günü, Hz. Ebû Bekir de, Fahr-i Kâinat Efendimizin durumunun bir ara iyileştiğini fark etmişti. Bunun için huzura girip, “Yâ Re­sû­lal­lah! Allah’a hamdolsun! O’nun lütuf ve keremi ile sağ sâlim sabaha çıktınız! Müsaade bu­yurursanız, Sünh’taki evime gideyim” dedi.

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Olur” buyurdu.

    Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir, Sünh’taki evine gitti.[14]

    Müslümanlara ve Ev Halkına Son Seslenişi

    Son gün... Pazartesi günü...

    Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek dillerinden şu cüm­leler dökülüyordu:

    “Ey insanlar! Karanlık gece kıtaları gibi fitneler geliyor­dur!

    “Ey insanlar! Siz bana karşı hiçbir şeyle delil bulamazsınız; zira ben, ancak Allah’ın kitabı Kur’an’ın helâl kıldığını helâl, haram kıldığını da haram kıldım!

    “Ey kızım Fâtıma! Ey halam Safiyye! Allah katında mak­bul olacak ameller işleyiniz (Bana güvenmeyiniz)! Çün­kü ben, sizi Allah’ın azabından kurtara­mam!”[15]

    Pey­gam­be­ri­mizin, Hz. Fâtıma’ya Söyledikleri

    Hz. Fâtıma, Resûl-i Ekrem’in hayatta kalmış olan biricik kızı idi. Kâinatın Efendisinin evlat sevgisini kendisiyle tatmin ettiği tek evladı...

    Hz. Fâtımatü’z-Zehra, güzel ahlâkta, yürüyüşte, oturuşta, kalkışta Peygam­ber Efendimize en çok benzeyen evladı idi.

    Resûl-i Ekrem, hastalığının son gününde bir ara biricik kızı, güzel ahlâk ve zarafet timsâli Hz. Fâtıma’yı yanına çağırdı.

    Hz. Fâtıma gelince, onu sol tarafına oturttu. Ona gizlice bir şey söyledi.

    Hz. Fâtıma’yı birden bir hüzün ve keder havası kapladı. Arkasından göz­yaş­ları boşanmaya başladı.

    Peygamber Efendimiz, sonra yine bu güzide kızına gizlice bir şey daha söy­ledi. Bu sefer, biraz evvel gözyaşı döken Hz. Fâtıma, birden gülümseyip se­vinmeye başladı.

    O sırada orada bulunan Hz. Âişe, daha sonra bunun sebebini sorunca, Hz. Fâtıma şu cevabı verir:

    “Önce bana pek yakında dünyadan ve benden ayrılacağını söyledi; bunun için ağladım! Sonra da ‘Ailem içinde en evvel bana sen kavuşacaksın’ deyince de sevindim!”[16]

    Son Anlar…

    Rebiülevvel ayının 12’si, Pazartesi günü...

    Güneş, batıya doğru kayıyordu.

    Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek başları, Hz. Âişe’nin kucağında, göğ­süne dayalı idi. Artık nefes alıp vermekte güçlük çekiyordu. Dili Allah’ı zik­ret­mekle meşguldü: “Allahım, beni Refîk-i A’lâ’­ya[17]ulaştır!” duasını tekrarlı­yor­du. Bu esnada bile ümmetime irşadda bulunmaktan geri durmuyordu: “Elle­ri­niz­deki kölelerinize iyi davranınız! Namaza, namaza dikkat ve devam edi­niz!”[18]diyordu.

    Bu hazin manzara, orada bulunan Hz. Fâtıma’nın yüreğini adeta dağlı­yor­du. Bir ara Resûl-i Kibriya Efendimizi bağrına bastı; “Vay, babamın çektiği ız­dı­raba!” diyerek gözlerinden yaşlar boşanmaya başladı.

    Peygamber Efendimiz, “Bugünden sonra baban hiçbir ız­dı­rap çekmeyecek­tir” buyurdu ve ilave etti: “Kızım, sakın ağ­la­ma! Ben vefat ettiğim zaman ‘İnnâ lillah ve İnnâ ileyhi râciûn’ de.”[19]

    Hz. Cebrail ile Hz. Azrail’in Birlikte Gelişleri

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu fani dünyada artık son dakikalarını yaşı­yor­du.

    Bu esnada, Hz. Cebrail, Hz. Azrail’le geldi. Resûl-i Kibriya Efendimizin hal ve hatırını sordu; sonra, “Ölüm meleği Azrail, içeri gir­mek için izninizi ister!” de­di.

    Resûl-i Kibriya Efendimiz müsaade edince, Hz. Azrail içeri girdi. Efendimi­zin önüne oturdu.

    “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Yüce Allah, senin her emrine itaat etme­mi bana em­retti. İstersen ruhunu alacağım, ister­sen sana bıraka­ca­ğım!”

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Cebrail’e baktı. O da, “Yâ Re­sû­lal­lah, Mele-i A’lâ seni beklemektedir!” dedi.

    Bunun üzerine, Hâtemü’l-Enbiya Efendimiz, “Yâ Azrail, gel, me­mu­riyetini yerine getir” diye buyurdu.[20]

    Pey­gam­be­ri­mizin, Rabbine Kavuşması

    Mübarek başları Hz. Âişe’nin kucağında, göğsüne dayalı idi. Yanında su kabı vardı. İki elini suya batırıp ıslak ellerini mübarek yüzüne sürdü. Mübarek dudaklarından “Lâ ilâhe illallah” cümlesi dö­küldü. Sonra ellerini yüzünden kaldırdı. Göz­lerini evin tavanına dikti. “Allahım, Refîk-i A’lâ!” cümlesini tekrar­laya tekrarlaya altmış üç yaşında iken mübarek ruhu Refîk-i A’lâ’ya yük­seldi.[21]

    Tarih, Hicret’in 11. senesi, Rebiülevvel ayının 12’si, Pazartesi günü. Milâdî: 8 Haziran 632.

    عَلٰى مَنْ اُنْزِلَ عَلَيْهِ الْفُرْقَانُ الْحَك۪يمُ مِنَ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمﭭ مِنَ الرَحْمٰنِ الرَّح۪يمﭭ ، صَاحِبِ الْمِعْرَاجِ وَمَا زَاغَ اْلبَصَرُ سَيِّدِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ عَلَيْكَ يَارَسُولَ اللّٰهِ عَلٰى مَنْ بَشَّرَ بِرِسَالَتِهِ التَّوْرٰيةُ وَالْاِنْج۪يلُ وَالزَّبُورُ وَالزُّبُرُ وَبَشَّرَ بِنُبُوَّتِهِ الْاِرْهَاصَاتُ وَهَوَاتِفُ اْلجِنِّ وَاَوْلِيَآءُ الْاِنْسِ وَكَوَاهِنُ اْلبَشَرِ وَسَكَنَتْ لَهُ الشَّمْسُ وَانْشَقَّ بِاِشَارَتِهِ الْقَمَرُ سَيِّدِنَا وَمَوْلٰينَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ عَلَيْكَ يَا حَب۪يبَ اللّٰهِ ﱬ مَنْ جَآءَتْ لِدَعْوَتِهِ الشَّجَرُ وَنَزَـلَـ سُرْعَةً بِدُعَآئِهِ الْمَطَرُ وَاَظَلَّتْهُ الْغَمَامَةُ مِنَ اْلحَرِّ وَشَبَغَ مِنْ صَاعٍ مِنْ طَعَامِهِ مِآٰتٌ مِنَ الْبَشَرِ وَنَبَعَ اْلمَآءُ مِنْ بَـيْنِ اَصَابِعِه۪ ثَلَاثَ مَرَّاـتٍـ كَالْكَوْثَرِ وَسَبَّحَ ف۪ى كَــفَّيْهِ الْحَصَاةُ وَالْمَدَرُ وَاَنْطَقَ اللّٰهُ لَهُ الضَّبَّ وَالظَّبْىَ وَالذِّئْبَ وَالْجِذْعَ وَالذِّرَاعَ وَالْجَمَلَ وَالْجَبَلَ وَالْحَجَرَ وَالشَّجَرَ سَيِّدِنَا وَمَوْلٰينَا وَشَف۪يعِنَا مُحَمَّدٍ اَلْفُ اَلْفِ صَلَاةٍ وَاَلْفُ اَلْفِ سَلَامٍ عَلَيْكَ يَآ اَم۪ـينﭯ وَحْىِ اللّٰهِ


    _________________________________________________________________

    [1]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 255; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 191; İbn Kesir, Sîre, c. 4, s. 457.
    [2]İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 457.
    [3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 255; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 191.
    [4]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 227-228; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1854-1855.
    [5]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 227.
    [6]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 217.
    [7]Peygamber Efendimizin hayatında, Hz. Ebû Bekir on yedi vakit namaz kıldırmıştır.
    [8]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 218; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 356-357.
    [9]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 259.
    [10]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 119-120.
    [11]Taberî, a.g.e., c. 3, s. 220.
    [12]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 302; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 3, s. 196.
    [13]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 191.
    [14]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 304; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 191.
    [15]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 303-304; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 256; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 196.
    [16]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 247; Buharî, Sahih, c. 3, s. 92; Müslim, Sahih, c. 4, s. 1904.
    [17]Refîk-i A’lâ, en yüksek makamlarda bulunan Peygamberler Cemaati demektir.
    [18]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 254; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 78.
    [19]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 312.
    [20]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 259; İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 550.
    [21]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 229; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 6, s. 89; Buharî, a.g.e., c. 3, s. 96; İbn Kesir, a.g.e., c. 4, s. 475
     

    Yazar: 
     
    Bugün 68 ziyaretçi (878 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol