աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: abdulmuttalibin ruyasi
      Bugün Ziyaretçi: 58
      Bugün Tıklama: 634
      Toplam Ziyaretçi: 136655
      Toplam Tıklama: 278118
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      13.59.226.183

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>abdulmuttalibin ruyasi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    abdulmuttalibin ruyasi

    Abdülmuttalib'in Rüyâsı

    Aradan yıllar geçti.

    Alnında parlayan Kâinatın Efendisine âit nur, onu Ku­reyş’in reisliği maka­mına getirip oturttu.

    Sıcak bir yaz günü idi.

    Kâbe’nin yanındaki Hicr mevkiinde serin bir gölgede uyuyordu. Bir rüya gördü. Rüyasında bir zât, kendisine şöyle seslendi:

    “Kalk, Tayyibe’yi kaz!”

    Sordu: “Tayyibe nedir?”

    Fakat o zât, sorusuna hiçbir cevap vermeden uzaklaşıp gitti:

    Uyanan Ab­dül­mut­ta­lib, heyecanlı idi. “Tayyibe” ne demekti? Tayyibe’yi kazmak nasıl olurdu? Rüyaya bir mana veremeden merak içinde o gün ve ge­ceyi geçirdi.

    Ertesi gün, aynı yerde yine uykuya dalmıştı. Aynı adam tekrar göründü ve seslendi: “Kalk, Berre’yi kaz!”

    Rüyasında şaşkına dönen Ab­dül­mut­ta­lib, yine sordu: “Ber­re nedir?”

    Adam yine hiçbir cevap vermeden oradan uzaklaşıp gitti.

    Ab­dül­mut­ta­lib, derin uykudan daha büyük bir merak ve heyecan içinde uyandı. Ne var ki gördüklerine bir türlü mana veremiyordu. O gün ve geceyi yine gördüğü rüyanın tesirinde geçirdi.

    Ertesi gün idi. Yine aynı yerde yatıyordu. Aynı adam gelerek kendisine, “Kalk” dedi. “Mednune’yi kaz!”

    Derin uykuda Ab­dül­mut­ta­lib, adama, “Mednûne nedir?” diye sor­du, ama adam yine cevap vermeden uzaklaşıp gitti.

    Ab­dül­mut­ta­lib’in merak ve heyecanı son haddine ulaşmıştı. Üç gün üst üste gördüğü rüyanın boş olmadığını elbette biliyordu; ama manasını anlayacak en ufak bir ipucuna da sahip değildi.

    Dördüncü gün yine aynı yerde uykuya yatan Ab­dül­mut­ta­lib, aynı adamın geldiğini gördü. Adam bu sefer şöyle seslendi:

    “Zemzemi kaz!”

    Ab­dül­mut­ta­lib, “Zemzem nedir, nerededir?” diye sorunca da adamın ce­vabı şu oldu:

    “Zemzem bir sudur ki hiç kesilmez, dibine erilmez. Hacıların su ihtiyacını onunla karşılarsın. O, Kâbe’de kesilen kurbanların kanlarının döküldüğü yer ile terslerinin gömüldüğü yer ara­sın­da­dır. Alaca kanatlı bir karga gelip orayı gagalar. Orada karınca yuvası da var­dır!”[1]

    Uyanan Ab­dül­mut­ta­lib’in heyecanına bu sefer sevinç de katılmıştı. Çünkü rüyayı manalandırmak için ipucunu elde etmişti. Zem­zem kuyusundan defa­larca bahsedildiğini duymuştu. Fakat onun yerini kimse bilmiyordu. Çünkü Cürhümlüler, Mekke’den düşman istilâsı önünden kaçarken Kâbe’nin bütün kıymetli mallarını zemzem kuyusuna atmış, kuyunun üstünü de toprakla bir edip belirsiz bir hale getirmişlerdi. O zamandan beri zemzemin ismi var, ken­disi yoktu.[2]

    Ab­dül­mut­ta­lib, artık zemzemin yerini bulup kazmakla vazifelendirildiğini anlamıştı. Derhal araştırmaya koyuldu. Rüyasında kendisine öğretilen yere git­ti. Bu sırada alaca kanatlı bir karganın süzüldüğünü ve yere konarak gaga­sıyla bir yeri karıştırdıktan sonra havalanarak göğe doğru yükseldiğini gördü.

    Ab­dül­mut­ta­lib’in sevincine diyecek yoktu. Senelerden beri gizli kalmış, ha­yat bahşeden bir kuyuyu bulma ve ortaya çıkarma şerefine erecekti. Zemze­min yerini tespit etmişti ve sıra, kazmaya gelmişti. Bu şerefi başkasına kaptır­mak ve bu sırrı başkalarına açmak istemiyordu. Bunun için ertesi gün yanına bir tek oğlu olan Hâris’i alarak tespit edilen yere gitti ve kazmaya başladılar. Bir müd­det devam eden kazı sonucu zemzem kuyusunun örülmüş duvar taş­larıyla bir daire şeklindeki ağzı meydana çıktı. Ab­dül­mut­ta­lib sevinçliydi, he­yecanlıydı. Adeta gözlerine ina­namıyordu. Ama gözlerine inansa da inanma­sa da görü­nen, bir kuyu ağzı idi. Tekbir getirmeye başladı: “Allahü Ekber! Al­lahü Ekber!”

    Ab­dül­mut­ta­lib ve Ku­reyş İleri Gelenleri

    Ab­dül­mut­ta­lib’in bu faaliyetini başından beri gözleyen Ku­reyş­li­ler, işin ar­tık ortaya çıkmak üzere olduğunu fark edince, büyüklerine haber verdiler. Bir müddet sonra Ku­reyş büyükleri, kazılan yere gel­diler ve Ab­dül­mut­ta­lib’e, “Ey Ab­dül­mut­ta­lib! Bu, babamız İsmail’­in kuyusudur. Onda bizim de hakkımız var. Bizi de bu işe ortak et” dediler.

    Ab­dül­mut­ta­lib, “Hayır, yapamam” dedi. “Bu iş sadece ba­na tahsis edilmiş ve aramızdan ancak bana verilmiştir!”

    Ab­dül­mut­ta­lib’in bu kesin cevabı, Ku­reyş ileri gelenlerinin hoşuna gitmedi. İçlerinden Adiyy b. Nevfel şöyle konuştu:

    “Sen, yalnız bir adamsın. Tek oğlundan başka dayanacağın bir kim­sen de yok. Nasıl olur da bize karşı gelir, bize boyun eğ­mez­sin?”

    Bu söz, Ab­dül­mut­ta­lib’in adeta içini yaktı. Çünkü Ku­reyş­liler, onu kimse­sizlikle küçümsüyorlardı. Bu anlayıştan fazlasıyla rahatsız olduğunu haliyle de belli etti. Bir müddet üzüntü içinde sustu. Sonra içini şöyle döktü:

    “Ya, demek sen beni yalnızlık ve kimsesizlikle ayıplıyor­sun, öyle mi?”

    Muhatabından hiçbir cevap gelmeyince, bir müddet düşündükten sonra, el­lerini açarak yüzünü semâya doğru çevirdi ve “Yemin ederim ki” dedi. “Al­lah bana on erkek çocuk verirse, bunlardan bi­ri­sini Kâbe’nin yanında kurban ede­ceğim!”[3]

    Ab­dül­mut­ta­lib’in bu sözleri, hem bir dua, hem bir yemin, hem de bir adak idi.

    Şam’a Gidiş

    Hadisenin burada sona ermeyeceği belli idi. Durum da bir hayli nâzikti. Böyle hadiseler yüzünden aralarında çok defa çarpışmalar patlak vermişti. Bu­nu bilen Ab­dül­mut­ta­lib, kazı işinden o anlık vaz­geçti ve işin bir hakem tara­fın­dan halledilmesini teklif etti. Teklifi kabul gördü.

    Hakemi tespit ettiler: Şam’da oturan Sa’d b. Hüzeym...

    Amcalarından birkaçını yanına alan Ab­dül­mut­ta­lib, Ku­reyş kabilelerinin ileri gelenlerinden bir grupla Şam’a doğru yolu çıktı.

    Ne var ki henüz Şam’a varmadan İlâhî kader onları dur­durdu. Ab­dül­mut­ta­lib ve yanındakilerin suları, alev sa­çan çölün ortasında bitti. Bu, kendileri için en büyük, en şid­detli düşmandan daha da tehlikeliydi. Ab­dül­mut­ta­lib’­in mü­racaatına, Ku­reyş ileri gelenleri, “Suyumuz ancak bi­ze yeter!” diyerek red ce­vabı verdiler.

    Ab­dül­mut­ta­lib ile yakınlarının hayatı büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bu­lunuyordu. Ellerinde yapacakları hiçbir şey de yoktu. Çöl ortasında su ara­mak, serabın peşinde koşmaktan fark­sızdı.

    Ab­dül­mut­ta­lib’in Su Aramaya Çıkması

    Fakat her şeye rağmen Ab­dül­mut­ta­lib, devesine atladı ve etrafta su ara­ma­ya koyuldu. Diğerleri ise, kendi ve yakın akrabalarının susuzluktan ölüp gide­cekleri ânı bekliyorlardı.

    Ama, ümitleri kursaklarında kaldı. Kâinatın Efendisinin mukaddes nurunu alnında taşıyan Ab­dül­mut­ta­lib, bir vadiden geçerken devesinin ayağı bir ara kuru otlar arasına gömülmüş irice bir taşa takıldı. Deve tökezledi, taş ise ye­rin­den yuvarlandı. Yere düşmemek için devesine sımsıkı yapışan Ab­dül­mut­ta­lib, dönüp arkasına bakınca gözlerine inanamadı: Alev saçan çöl­de, yuvarla­nan ta­şın çukurunda pırıl pırıl parlayan bir avuç su gördü!

    Devesinden indi. Kılıcıyla taş kovuğunu genişletince su daha da gür ak­ma­ya başladı. Az zamanda önündeki çukurda fazlasıyla su birikmişti. Geri dönen Ab­dül­mut­ta­lib, sevinç çığlığı bastı: “Gelin! Hem size, hem hayvanları­nıza ye­te­cek kadar su buldum!”

    Hepsi, yeniden hayata kavuşmuş gibi sevindiler. Su başına giderek hem kana kana içtiler, hem de hayvanlarına içirdiler.

    Bir ara Ab­dül­mut­ta­lib, kendisine su vermeyen Ku­reyşlilere döndü ve ses­lendi: “Suya gelin, suya! Allah bize su verdi. Hem ken­diniz için, hem de hay­vanlarınızı sulayın! Haydi, durmayın gelin!”

    Ku­reyşliler, mahcup mahcup kaynağa yanaştılar. Kana kana sudan içtiler. Hayvanlarını suladılar. Kırbalarındaki bayat suyu dökerek temiz suyla dol­durdular.

    Ku­reyşliler, zemzem kuyusunu kazan ellerin kendilerine sundu­ğu bu serin ve temiz suyu içer içmez, âlemleri birden değişti. Mahcup ve suçlu bir eda için­de Ab­dül­mut­ta­lib’e dönerek, “Ey Ab­dül­mut­ta­lib!” dediler. “Artık sana di­yecek bir sö­zümüz yok! Anladık ki zemzemi kazmak senin hakkın. Bu işe an­cak sen lâyıksın. Vallahi, zemzem hususunda seninle bir daha münakaşa et­meyeceğiz! Artık hakeme gitmeye de gerek görmüyoruz!”

    Ve hakeme gitmeden, yarı yoldan tekrar Mekke’ye hep bera­ber döndüler.[4]

    Mekke’ye dönen Ab­dül­mut­ta­lib, oğlu Hâris’le birlikte kazı işine devam etti ve kısa zamanda zemzemi ortaya çıkardı.

    Kıymetli Mallar İçin Kur’a Çektiler

    Zemzem kuyusundan bazı kıymetli mallar da çıktı. Bunlar arasında altın­dan iki geyik heykeli ile kılıçlar ve zırhlar da vardı.

    Zemzemi ortaya çıkarma hakkını daha önce Ab­dül­mut­ta­lib’e bırakan Ku­reyş ileri gelenlerinin, bu kıymetli malları görünce, hırs damarları tekrar ka­bar­dı. Yine Ab­dül­mut­ta­lib’in başına dikildiler. “Ey Ab­dül­mut­ta­lib!” dediler. “Bu mallara seninle beraber ortağız. Bunlarda bizim de hakkımız var!”

    Cömert ve sabırlı Ab­dül­mut­ta­lib, önce, “Hayır. Sizin bu mallar üzerinde hiçbir hakkınız yok” diyerek isteklerini reddetti. Sonra yine cömertlik ve mert­li­ğini ortaya koydu: “Ben yine de size yumuşak davranayım! Aramızda kur’a çe­kelim!”

    Bundan memnun olan Ku­reyş ileri gelenleri, “Peki, bu kur’­ayı nasıl ve ne şekilde yapacaksın?” diye sordular.

    Ab­dül­mut­ta­lib, kur’ada takip edilecek usûlü anlattı: “İlk kur’a Kâbe için, iki kur’a benim için, iki kur’a da sizin için çekeriz. Kur’ada kime ne çıkarsa onu alır, çıkmayan da mahrum kalır!”

    Bu usûl, tarafsız bir hal çaresi idi. Bu sebeple Ku­reyş­liler sevindiler ve Ab­dül­mut­ta­lib’in bu davranışını takdir ettiler. “Doğrusu” dediler. “Pek insaflı davrandın!”

    Kâbe’nin içindeki Hübel putunun yanına vardılar ve kur’a çektiler. Kur’a so­nucu, Ku­reyş ileri gelenlerinin bu mallarda hakları olmadığını bir kere daha ortaya koydu: Altından geyik heykeller Kâbe’ye, kılıç ve zırhlar Ab­dül­mut­ta­lib’e düştü.[5]Onların payı ise mahrumiyet oldu. Ama artık itiraz edecek du­rum­ları kalmadı ve mesele böylece kapandı.

    Ab­dül­mut­ta­lib, kılıç ve zırhları dövdürüp sac haline getirdikten sonra bu­nunla Kâbe’nin kapısını kapattı. Böylece, Kâbe’yi altınla süsleyenlerden oldu.

    Zemzem kuyusunu ortaya çıkardığı zaman Ab­dül­mut­ta­lib’­in yaşı kemâl yaş olan kırka ayak basmıştı.

    Otuz yıl sonra, Cenab-ı Hakk’ın ihsanıyla erkek çocuklarının sayısı onu buldu. Bu sırada seneler önce yaptığı vaadini hatırladı: Erkek çocuklarından birini Kâbe’de kurban etme vaadi. Ama hangisini? Hepsi de birbirinden güzel ve sevimli idi; fakat Abdullah çok daha başka idi.


    _______________________________________

    [1] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 150-151.
    [2] Geniş bilgi için bkz. M. Dikmen-B. Ateş, Peygamberler Tarihi, c. 1, s. 229-232.
    [3] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 160; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 88; Taberî, Tarih, c. 1, s. 128.
    [4] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 152-153; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 84.
    [5] İbn Hişam, Sîre, c. 1. s. 145-146; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 85.

    Yazar: 
     
    Bugün 58 ziyaretçi (634 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol