աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: peygamber efendimizin zeyd bin hariseyi azad etmesi
      Bugün Ziyaretçi: 70
      Bugün Tıklama: 924
      Toplam Ziyaretçi: 136667
      Toplam Tıklama: 278408
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      18.222.109.84

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>peygamber efendimizin zeyd bin hariseyi azad etmesi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    peygamber efendimizin zeyd bin hariseyi azad etmesi

    Peygamber Efendimizin Zeyd Bin Hârise'yi Âzad Etmesi

    Zeyd b. Hârise, Kelb kabilesine mensuptu. Henüz sekiz yaşlarında küçük bir çocuk iken, annesiyle beraber gittiği akrabalarının yanında, bir başka kabi­lenin baskını sırasında esir alın­mıştı. Esirler pazarından da, Hz. Hatice’nin ye­ğeni Hâkim b. Hi­zan tarafından dört yüz dirheme satın alınıp Mekke’ye geti­rilmişti.[1]Hz. Hatice, Zeyd’i yeğeninden almış ve evinde barındırıyordu.

    Bu sırada Efendimiz, Hz. Hatice’yle evli bulunuyordu.

    Resûl-i Ekrem, bu küçük çocuğu sevmişti. Bu sebeple, Hz. Hatice’den onu kendisine bağışlamasını istedi. Muhterem zevceleri, Pey­gam­be­ri­mizin bu arzu­sunu yerine getirdi.

    Nebiyy-i Ekrem Efendimiz, onu alır almaz azat etti.[2]

    Her zaman hürriyeti benimseyen ve seven bir büyük insandı o... Her ya­şında insanlara, onların vazgeçilmez hak ve hürriyetlerine son derece hürmet­kâr ve riayetkârdı. Fani hayatının son ânına kadar bu eşsiz ulvî duygusu ve hasleti her zaman ke­mâl derecesinde tecelli edecektir!

    Zeyd, belirttiğimiz gibi, henüz küçük bir çocuktu.

    Ebeveyni, onun nereye götürüldüğünü, kime satıldığını bil­mi­yor­du. Harise ailesi, çocukları için her gün gözyaşı döküyordu.

    Babası Harise, evde duramaz olmuştu. Diyar diyar dolaşıyor, sormadık ka­bi­le ve uğramadık yurt bırakmıyordu. Biricik oğlu Zeyd için şiirler söylene söy­lene geziyordu.

    Küçük Zeyd ise, sanki anne babasını unutuvermişti. Mesut ailenin saadeti onun da yüksek ruhunu olanca gücüyle sarmış ve adeta onun ayrılmaz bir par­çası haline gelmişti. Rahatı yerindeydi, Kâinatın Efendisiyle kaynaşmıştı. Onun şefkatli kanatları arasında mesuttu, sevinçli ve huzurlu idi.

    Zeyd’in Yeri Tespit Edildi!

    Günün birinde Kelb kabilesinden birkaç kişi, Kâbe’yi ziyarete geldi. Bu ara­da, Zeyd’i gördüler ve kendisiyle sohbet edince de tanıdılar.

    Babasının, annesinin durmadan kendisi için gözyaşı döktüklerini, hasretiyle yanıp tutuştuklarını Zeyd’e anlattılar.

    Fakat Zeyd, gayet sâkin ve rahat idi. Anne şefkati ve baba sevgisinden daha ulvî ve kutsî şeylere mazhar olmanın gönül rahatlığı içinde, onlara cevabı şu oldu:

    “Annemin babamın benim için gözyaşı döktüklerini biliyorum. Sadece siz­den, şu söyleyeceklerimin onlara ulaştırılmasını istiyorum:

    “‘Ben, her ne kadar uzaklarda bulunuyor isem de, kavmimle haber gönder­dim ki hac merasimi yapılan belli yerler yanındaki Beytullah’ta oturuyor, hiz­met ediyorum. Artık aradığınızı elde etmek için son gücünüzü harcamaktan, uzun uzun yollar katet­mek­ten, develeri yeryüzünde koşturup durmaktan vaz­geçin! Allah’a hamdederim ki ben şimdi, öyle hayırlı, öyle şerefli bir aile içinde bu­lu­nu­yo­rum ki Maad’ın sulbünden —uludan uluya geçerek gelmiş olan— en şerefliler, bu ailedendir!’”[3]

    Bu haberi alan Harise, kardeşi Kâ’b’la birlikte yanına fazla miktarda akçe de alarak Zeyd’i kurtarmak için derhal Mekke’ye geldi. Sorup soruşturup Resûl-i Ekrem Efendimizi buldu ve “Ey Ku­reyş Kavminin Efendisi, efendisinin oğlu! Siz, Harem halkı ve Harem-i Şerif’in komşususunuz! Beytullah’ın yanında esir­lerin esaret bağlarını çözer ve karınlarını doyurursunuz!” diye konuştuktan sonra, asıl maksadını şöyle arz etti:

    “Yanında bulunan oğlumuz için sana geldik. Sen bizi memnun ve râzı ede­cek bir fidye-i necat [kurtuluş akçesi] iste; biz sana onu verelim, oğlumuzu ser­best bırak!”

    Nebiyy-i Ekrem, “Oğlunuz kimdir?” diye sordu.

    “Zeyd b. Hârise...” dediler.

    Pey­gam­be­ri­miz, “Bundan başka bir istediğiniz var mı?” dedi.

    Onlar, “Hayır, başka isteğimiz yok” cevabını verdiler.

    Bunun üzerine, Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Zeyd’i çağırın! Dilediğini yap­makta serbest bırakın! Eğer, sizi tercih ederse fidye-i necat almaksızın o sizin­dir, alın götürün; yok, eğer be­ni tercih ederse vallahi ben, beni tercih edene, kimseyi tercih et­mem!”[4]diye konuştu.

    Harise ve kardeşi, Efendimizin bu konuşmasından memnun oldular ve “Sen” dediler. “Bize karşı çok insaflı davrandın!”

    Huzura gelen Zeyd’e Efendimiz, “Şunları tanıyor musun?” diye sordu.

    Zeyd, “Evet, tanıyorum” dedi.

    Pey­gam­be­ri­miz tekrar, “Kimdir onlar?” dedi.

    Zeyd, “Bu babamdır, şu da amcamdır” cevabını verdi.

    Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Zeyd’e, “Sen, benim kim olduğumu öğrendin. Sana olan şefkat ve sevgimi de gördün. O halde ya beni tercih et, ya­nımda kal; ya onları tercih et, git” diyerek, onu tercihinde serbest bıraktı.

    Zeyd’in cevabı şu oldu:

    “Ben hiçbir kimseyi sana tercih etmem! Sen, benim için an­ne ve baba ma­kamındasın!”

    Oğlunun bu cevabı karşısında şaşıran ve sarsılan baba Harise hiddetle, “Ya­zık­lar olsun sana!” dedi. “Demek ki sen kö­leliği; hürriyete, anne babana, amca­na ve ev halkına tercih edi­yorsun!”

    Fakat Zeyd, babasıyla aynı kanaatte değildi. “Babacığım!” dedi. “Ben, bu zât­tan öyle şeyler gördüm ki kendisine hiçbir zaman bir kimseyi tercih ede­mem!”[5]

    Küçük Zeyd böylece Resûl-i Ekrem Efendimize olan sa­dâkat ve bağlılığını is­patlamıştı. Kader, ona nurlu ve parlak bir istikbâl hazırlıyordu. Bu hali, onun ilk müjdesiydi.

    Efendimizin, Zeyd’i Evlat Edinmesi!

    Peygamber Efendimiz, Zeyd’e bu eşsiz bağlılığın mükâfatını ver­mede ge­cikmedi. Hemen elinden tutarak, onu Ku­reyş’in oturduğu Hıcır mahalline gö­türdü ve halka şöyle hitap etti:

    “Ey hazır bulunanlar! Şahit olunuz ki bundan böyle Zeyd, benim oğlum­dur. Ben ona vârisim, o da bana vâristir.”

    Mekkeliler, birini evlat edinmek istedikleri zaman böyle yaparlardı. Efen­dimiz de onların bu âdetlerine uyarak, Zeyd’i böylece ken­disine evlat edinmiş oldu.

    Peygamber Efendimizin bu güzel davranışı, şaşkın ve dalgın duran Ha­ri­se’nin mahzun gönlünde sevinç rüzgârı estirdi: Demek ki oğlu emin bir elde bu­lunuyordu!

    Gönül huzuru içinde Harise, oğlunu Kâinatın Efendisinin yanında bıraka­rak yurduna döndü.[6]

    Bundan sonra, Mekke’de herkes Zeyd’i, “Muhammed’in oğlu Zeyd...” diye çağırmaya başladı.

    Efendimiz, peygamberlik vazifesiyle memur edilip vahiy gelmeye başla­yınca, evlatlıkların kendi öz babalarının adlarıyla çağrılmaları emredildi.[7]Bu­nun üzerine Hz. Zeyd, babasının ismiyle, “Harise oğlu Zeyd” diye çağrıldı.

    Bu konuda ayet-i kerimede meâlen şöyle buyrulur:

    “Evlatları, babalarına nisbet ederek çağırın! Allah katında, bu, daha doğru­dur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar dinde kar­deşleriniz ve dostlarınız­dırlar (Kendilerini “kardeşim” veya “dostum” diye çağırın).[8]

    Hz. Ömer’in oğlu Abdullah (r.a.), bu hususu şöyle ifade etmiş­tir:

    “Biz, ‘Evlatları babalarının adıyla çağırın’ ayeti ininceye ka­dar Zeyd’i ‘Ha­ri­se oğlu Zeyd’ diye değil, ‘Muhammed oğlu Zeyd’ diye çağırırdık.”[9]

    Ayrıca bu ayetle, evlatlıkların, evlat edinen kimseye vâ­ris olma­sı hükmü de ortadan kaldırıldı.

    Hz. Zeyd, Efendimize peygamberlik vazifesi verildikten sonra, Hz. Hatice ve Hz. Ali’yi müteakip derhal İslam’ın sînesine koşacak ve “üçüncü Müslü­man” olma şerefine ere­cektir.

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Zeyd’i fazlasıyla severdi. Za­man zaman ken­di­sine, “Ey Zeyd! Sen, kardeşimiz ve azat­lımızsın”[10]diyerek iltifatta bulu­nur­du.

    Resûl-i Ekrem, daha sonra çok sevdiği bu büyük insanı, dadısı Ümmü Ey­men’le evlendirecektir ve bu evlilikten yine çok sevdiği ve çoğu zaman terki­sin­de taşıdığı Üsame Hazretleri dün­yaya gelecektir!


    _________________________________________________________________________________

    [1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 497; İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 2, s. 224; İbn Hacer, el-İsabe, c. 1, s. 563.
    [2] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 264; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 497.
    [3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 41; İbn Esir, a.g.e., c. 2, s. 225; İbn Hacer, a.g.e., c. 1, s. 523.
    [4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 42; İbn Esir, a.g.e., c. 2, s. 225; İbn Hacer, a.g.e., c. 1, s. 523.
    [5] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 42; İbn Esir, a.g.e., c. 2, s. 225.
    [6] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 42; İbn Esir, a.g.e., c. 2, s. 225; İbn Hacer, a.g.e., c. 1, s. 563.
    [7] Ahzab, 5, 40.
    [8] Ahzab, 5.
    [9] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 43; Buharî, Sahih, c. 3, s. 174; Müslim, Sahih, c. 3, s. 131.
    [10] Buharî, a.g.e., c. 3, s. 303.

    Yazar: 
     
    Bugün 70 ziyaretçi (924 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol