աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: sad bin ebi vakkasin islamiyetle sereflenmesi
      Bugün Ziyaretçi: 68
      Bugün Tıklama: 861
      Toplam Ziyaretçi: 136665
      Toplam Tıklama: 278345
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      18.191.150.201

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>sad bin ebi vakkasin islamiyetle sereflenmesi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    sad bin ebi vakkasin islamiyetle sereflenmesi

    Sa'd Bin Ebî Vakkas'ın İslâmiyetle Şereflenmesi

    Sa’d b. Ebî Vakkas, henüz 17 yaşlarında, hareket ve heyecan dolu bir genç idi. Bu sırada bir rüya gördü: Zifirî bir karanlığın içindeyken, birdenbire parlak bir ay doğuyor ve o, ayın aydınlattığı yolu takip ediyor. Sonra aynı yolda, Zeyd b. Hârise, Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir’in önünden ilerle­di­ğini görüyor. Ken­dilerine, “Siz ne vakit buraya geldiniz?” diye soruyor. Onlar da, “Şimdi” diye cevap ve­ri­yor­lar.[1]

    Bu rüyasından üç gün sonra, İslam’a gizli davet devresinde fevkalâde bü­yük bir cehd ve gayret gösteren Hz. Ebû Bekir, ken­disine İslamiyetten bahsetti, sonra da alıp Resûl-i Zîşan Efendimizin huzuruna götürdü. İslamiyet hakkında Resûl-i Ekrem Efendimizden malumat alan Hz. Sa’d, hemen orada Müslüman oldu.[2]

    Nesebi, hem baba tarafından hem de anne tarafından Peygamber Efendi­mizle birleşir. Resûl-i Ekrem Efendimiz de, Hz. Sa’d da, annesi tarafından Zühreoğullarına mensup bulunduğundan, Hz. Sa’d annesi tarafından Pey­gam­be­ri­mizin dayısı dü­şerdi. Bu sebeple Re­sû­lul­lah Efendimiz, “İşte da­yım Sa’d! Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin!” diyerek kendisine ilti­fatta bulu­nurdu.[3]

    Hz. Sa’d ve Annesi

    Hz. Sa’d’ın Müslüman olması, annesi Hamne’nin hoşuna gitmedi. Oğlu, atalarının dinini bırakıp yeni dine, onun rızası olmadan nasıl tâbi olabilirdi? Oğlunun kendisine karşı saygısını ve bağlılığını bilen Hamne, onu İslami­yetten vazgeçirip tekrar putperestliğe döndürmek için kararlıydı. Bir gün kendisine şöyle dedi:

    “Allah’ın, sana hısım ve akraba ile ilgilenmeyi, anne babaya daima iyilik etmeyi emrettiğini söyleyen, sen değil misin?”

    Hz. Sa’d, “Evet” dedi.

    Bunun üzerine asıl maksadını şu cümlelerle ifade etti:

    “Yâ Sa’d!” dedi. “Vallahi, sen Muhammed’in getirdikle­rini inkâr etmedikçe, ben açlık ve susuzluktan helâk olun­caya kadar ağzıma hiçbir şey almayacağım! Sen de bu yüzden anne katili olarak insanlarca ayıplanacaksın!”

    O güne kadar, Hz. Sa’d, annesinin her isteğine boyun eğmişti. Bir dediğini iki etmemişti. Fakat artık o, Allah’a iman etmiş ve Resûlüne kalbinin bütün samimiyetiyle teslim olmuştu. Elbette, her şeyini bu iman ölçüsü içinde değer­lendirecekti!

    Annesinin yememekte ve içmemekte inat ettiğini görünce, yanına vardı ve “Ey anne!” dedi. “Senin yüz canın olsa ve her birini İslamiyeti bırakmam için versen, ben yine dinimde sâbit kalırım! Artık ister ye, ister yeme!”[4]

    Bu cevap üzerine anne Hamne’nin inadı, Hz. Sa’d’ın hakta sebatı karşısında eridi; hem yemeye, hem de içmeye başladı. Böylece bir kere daha küfür ima­nın, şirk tevhidin azameti karşısında ezildi ve mağlubiyetini ilan etti!

    Hz. Sa’d ile annesi arasında geçen bu hadise üzerine Ce­nab-ı Hak, Ankebut Suresi’nin 8. ayetini göndererek, mü’minlere ebedî bir ölçü verdi: “Biz insana, ana ve babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın (ilâh tanımadığın) bir şeyi Bana ortak koşmak için sana emrederlerse, artık onlara (bu hususta) itaat etme! Dönüşünüz ancak Bana­dır. Ben de, yaptığınızı (amellerimizin karşılığını) size haber verece­ğim!”[5]

    Hamne, oğlunu İslam’dan vazgeçirmek için bu sefer başka bir yol denedi: Bir gün Hz. Sa’d, evde namaz kılarken, konu komşusunu da çağırdı ve hep be­raber kapıyı kapatarak onu evde hapsettiler. Ciğerpâresine eziyet edecek kadar şirkin kalbini katılaştırdığı Ham­ne, o sırada şöy­le bağırıyordu:

    “Ya o burada girdiği yeni dini terk eder veya ölür gider!”

    Şirk ve dalâletin kalpleri nasıl karartıp merhamet ve şef­katten mahrum hale getirdiğini, bir annenin öz evladına eziyet etmekten çekinmemesinden anla­mamız mümkün­dür!

    Hadiseler, hep Hamne’nin aleyhinde cereyan ediyordu. Çünkü İslamiyetten vazgeçirmek için çırpınıp durduğu Hz. Sa’d’ın peşini oğlu Âmir de takip etmiş ve Müslüman olmuştu.

    Büsbütün hırçınlaşan Hamne, bu sefer Âmir’in yakasına yapıştı ve “Tuttu­ğun dini bırakmadıkça, şu hurma ağacının altında gölgelenmeyecek ve yiyip içmeyeceğim!” dedi.

    Allah’a imanın ve Resûlüne tâbi olmanın hadsiz zevkini tadan ve İslam’ın emirlerini ihlâs ve samimiyetle yaşayan Hz. Sa’d, annesinin bu yeminini duyar duymaz yanına vardı. “Ey anne!” dedi. “Cehennem ateşi durağın oluncaya ka­dar sakın ‘Gölgeleneyim, yiyip içeyim’ deme!”[6]

    Bu harika iman, sarsılmaz azim ve irade karşısında anne Hamne’nin elin­den, susmaktan başka bir şey gelmedi.

    Hz. Sa’d’ın Cesareti

    Müslümanların, müşrikler tarafından işkence ve eziyet cenderesine alın­dıkları en çetin bir sırada idi.

    Hz. Sa’d, ilk Müslümanlardan birkaçıyla Mekke’nin Ebû Dübb vadisinde namaz kılmakta idiler. Müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Süfyan, birkaç müş­rikle yanlarına geldi. Yaptıkları ibadetin asıl­sız bir şey olduğunu iddiaya kalkı­şınca, yaka paça birbirlerine gir­diler. Hz. Sa’d, eline geçirdiği bir deve çenesi kemiğiyle müşriklerden birinin başını yardı. Bunu gören diğer müşrikler, cesa­retlerini kaybettiler ve kaçmaya başladılar. Müs­lümanlar da onları vadiden çı­kıncaya kadar kovaladılar.

    Böylece, Hz. Sa’d, “Allah yolunda ilk kan döken sahabe” un­vanını almış ol­du. İslam tarihinde dökülen ilk kan budur!

    Aynı zamanda son derece cömert olan Hz. Sa’d b. Ebî Vak­kas, cennetle müjdelenen on sahabeden biridir. Allah Resûlü zamanında bütün gazâlara ka­tıldı. Uhud Harbi’nde Fahr-i Kâinat’a vücudunu siper etti ve müşriklere öyle­sine ok attı ki Allah Resûlünün, hiçbir faniye nasip olmayan şu hitabına maz­har oldu:

    “Anam babam, sana feda olsun yâ Sa’d! Durma, at!”[7]

    Hz. Ali der ki:

    “Re­sû­lul­lah (a.s.m.), ‘Fedake ebî ve ümmi’[8](Anam ba­bam sana feda olsun) cümlesini sadece Uhud günü Hz. Sa’d için söyledi.”[9]

    Aynı muharebede, Hz. Sa’d, her ok attıkça, Allah Resûlü, “İlâhî, bu Senin okundur” diyor ve onun için şöyle dua ediyordu:

    “Allahım! Sana dua ettiğinde Sa’d’ın duasını kabul et, atışını da doğrult!”[10]

    Allah Resûlünün,“Allahım, onun dua­sını kabul et!” bu­yurması sebebiyledir ki kahramanlığı, cesareti ve ok atmadaki mahareti ya­nında duasının kâbulüyle de şöhret bulmuştur. İslam düşmanları onun kılıç ve okundan korktukları gibi, Müslümanlar da bu sebeple onun dua oklarından korkarlardı. Onu üzmekten son derece çekinirlerdi.[11]

    İslam’a davetin henüz gizli devresinde, ömrünün baharında Müslüman olan Hz. Sa’d, o genç yaşından itibaren bütün ömrünü İslam’a hizmette ge­çir­di. Hz. Ömer devrinde İran’a gönderilen ordu­nun kumandanlığına tayin edildi ve Kadisiyye Zaferi’nin kumandanlığını yürüterek Kisrâ ülkesini fethe­dip İs­lam topraklarına kattı. Bu sebeple ona “İran Fâtihi” unvanı verildi.


    ________________________________________________________________________________

    [1] İbn Esîr, Üsdü’l-Gabe, c. 2, s. 292.
    [2] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 266; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 139; Taberî, Tarih, c. 2, s. 216.
    [3] İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 33; İbn Esir, a.g.e., c. 2, s. 291.
    [4] İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 31; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 1, s. 280.
    [5] Bu âyet-i kerîmenin hükmüne göre bir evlat, anne babasının ancak İslam’ın dışında olmayan meşru emirlerini tutmakla mükelleftir. Böyle bir itaat evlat üzerine vaciptir. Aksi hâlde, yani anne veya baba, Müslüman evladını imanın ve İslam’ın dışında birtakım meşru olmayan hare­ketleri işlemeye emir ve teşvik ederse, bu sefer onlara bu hususta itaat etmemek vaciptir. Çün­kü “Allah’a isyan olacak şeyde kullara itaat edilmez, emirleri yerine getirilmez.” kaidesi, İs­lam’ın bir düsturudur (Nesefî, Tefsir, c. 3, s. 251).
    [6] İbn Esir, a.g.e., c. 2, s. 292.
    [7] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s.139.
    [8] “Fedake ebî ve ümmi” tâbiri, asıl manasında değil, örfî manasında kullanılır. Bu kelimeler, râzı olmayı, memnun olmayı ifade eder. Yaptığı tebcile şâyan bulunan zât­lar, bu kelimelerle medh ve senâ edilirler.
    [9] Müslim, Sahih, c. 7, s. 125.
    [10] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 141.
    [11] Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 149.

     
    Bugün 68 ziyaretçi (861 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol