աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: hz resulullahin vefatindan sonrasi
      Bugün Ziyaretçi: 65
      Bugün Tıklama: 788
      Toplam Ziyaretçi: 136662
      Toplam Tıklama: 278272
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.133.120.150

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>hz resulullahin vefatindan sonrasi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    hz resulullahin vefatindan sonrasi

    Hz. Resûlullah'ın Vefâtından Sonrası

    Hâtemü’l-Enbiya Efendimizin pâk ruhları artık Âlâ-yı İlliy­yîn’e [En Yüksek Makama] yükselmişti. Ezvac-ı Tâ­hi­rat, üzerine bir örtü örttüler ve feryada başladılar!

    O sırada annesi tarafından “Hz. Re­sû­lul­lah’ın son anlarını yaşadığını” ha­ber alan Hz. Üsame, hareket etmeyip or­dusuyla Mescid-i Şerif’e gelmişti. Hâ­ne-i saadette feryat ve figanın yükseldiğini duyan ashap, kalplerinden vu­rul­muşa döndüler. Sanki gök kubbe bir anda başlarına yıkıl­mış gibiydi. Herke­sin nutku tutulmuş, gözler damla damla keder ve hüzün akıtıyordu.

    Hz. Ömer, cesaret ve adalet timsâli Hz. Ömer bile kendisini bu dehşetli ânın tesirinden kurtaramadı; hatta herkesten daha çok dehşete kapılarak şöyle ba­ğırdı:

    “Re­sû­lul­lah ölmemiştir ve sağdır! Ona sadece, Hz. Mûsa’ya ârız olan saika gibi bir saika ârız olmuştur. Kim ‘Muhammed öldü’ derse, onu kılıcımla iki parça ederim!”[1]

    Halkı Teskin Eden Sıddık-ı Ekber

    Hz. Ebû Bekir o sırada Sünh mahallesindeki evinde bulunuyordu. Yürekleri dağlayan haberi kendisine ulaştırdılar. Gönlünün bir parçasının adeta koptu­ğunu fark eden Hz. Ebû Bekir, süratle hâne-i saadete geldi.

    Dehşet ve hayret içinde, Fahr-i Kâinat’ın mübarek yüzlerini örten örtüyü kaldırdı. Yüzü, tecessüm etmiş bir nur idi. Eğildi, tâzim ve hürmetle pâk ve nurlu alınlarından üç kere öptü. Akan gözyaşları arasında dilinden dökülen kelimeler şunlar oldu:

    “Ölümün de hayatın gibi temiz ve lâtif, yâ Re­sû­lal­lah!”[2]

    Sonra da Ehl-i Beyt’e teselli verdi.

    Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer

    Hz. Ebû Bekir, hâne-i saadetten çıktıktan sonra Mes­cid-i Şerif’e vardı. Hz. Ömer’in “Re­sû­lul­lah vefat etmedi” söz­lerini duymuştu. Bunun üzerine şöyle ko­nuştu:

    “Kim ki Muhammed’e (a.s.m.) tapıyorsa, bilsin ki Muhammed (a.s.m.) öl­müştür. Kim ki Allah’a ibadet ve kulluk ediyorsa, bilsin ki Allah, Hayy’dır, ölümsüzdür.”[3]

    Sonra da şu ayet-i kerimeyi okudu:

    “Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce birçok peygamber gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, siz ardınıza dönüverecek misiniz? (Dininizden dönecek veya savaştan kaçacak mısınız?) Kim ardına dönerse, el­bette Allah’a hiçbir şeyle zarar verecek değil; fakat şükredip sabredenlere, Al­lah muhakkak mükâfat verecektir!”[4]

    Bu ayet-i kerime, Uhud Muharebesi’nde, “Muhammed öldü­rüldü!” şâyiası üzerine nâzil olmuştu. Ashap, onu belki yüzler­ce, bin­lerce defa okumuş ol­dukları halde, o andaki teessür se­bebiyle bir anda unutuvermişlerdi sanki!

    İşte, yalnız metanetini muhafaza eden Hz. Ebû Bekir bu­nu unut­mamış ve as­haba hatırlatmakla en büyük hizmeti ve vazifeyi ifa etmiş oluyordu.

    Bu hitabe ve bu ayet-i kerimeyi hatırlamaları üzerine sahabeler, kendilerine geldiler. Bir anda toparlandılar ve şaşkınlıklarını üzerlerinden attılar.

    Daha sonra Hz. Ebû Bekir, şu meâldeki ayet-i kerimeyi okudu:

    “(Ey Resûlüm!) Elbette sen de öleceksin, onlar da ölecekler!”[5]

    Metanetini yitirmeyen Hz. Ebû Bekir, bu hitabesiyle, o zamanki İslam cemaa­tine büyük bir hizmet ifa etmiş oluyordu.

    Ashab-ı güzin artık Kâinatın Efendisinin bu dünyadan göçmüş olduğunu anlayıp kabul ettikleri gibi, Hz. Ömer de “Re­sû­lul­lah ölmemiştir!” sözünü söy­le­mekten vazgeçerek ken­dine geldi.

    Evet; Medine, Medine olalı beri, Kâinatın Efendisinin kendisine teşrifiyle duy­duğu sevinç kadar hiçbir sevinç duymamıştı. Şimdi ise, aynı Medine, en bü­­yük hüzün ve keder ânını yaşıyordu; adeta, semâlarını hüzün ve kederden bir kara bulut kaplamıştı.

    Hz. Ebû Bekir’in Halife Seçilmesi

    Resûl-i Kibriya Efendimizin vefatıyla Medine mâteme bürünmüştü. Göz­lerden gözyaşı, gönüllerden tahassür, keder ve elem akıyordu.

    Ancak bununla hiçbir iş hallolmazdı. Müslümanların işlerini görecek, İs­lam’ın hükümlerini tatbik edecek, Resûl-i Ekrem Efendimize halife olacak bir devlet başkanının seçilmesi ge­rekliydi.

    Bunun için derhal teşebbüse geçildi. O sırada, bu yüksek ma­kama herkesten en lâyık ve ehliyetli olan, Sıddık-ı Ekber Hz. Ebû Bekir’di. Zira, ashab-ı kiramın en yüksek tabakası, en evvel Mekke’de iman eden seçkin sahabelerdi. Onların da en efdali Hz. Ebû Bekir idi. Gerçi, Hz. Abbas ve Hz. Ali, akrabalık cihetiyle herkesten ziyade Resûl-i Ekrem Efendimize yakın idiler; fakat Nebiyy-i Muhte­rem Efen­dimiz, yâr-ı gârı olan Hz. Ebû Bekir’i, ashabının hepsinden üstün tu­tardı. Vefatını netice veren hastalığında da bunu göstermişti. Mescid-i Şerif’e açılan kapıların hepsini kapattırdığı halde Hz. Ebû Bekir’inkini açık bıraktır­mıştı. Ebedîyet âlemine göç etmesine üç gün kala imamlık vazifesini yine ona dev­retmiş, İslam’ın temel şartlarının en mühimi olan namazda onu bütün Müs­lümanların önüne geçirmişti. Bu sebeple, Hz. Re­sû­lul­lah’tan sonra halife­li­ğe en lâyık o idi. Nitekim netice de öyle oldu.

    Resûl-i Ekrem Efendimizin ebedîyet âlemine irtihal bu­yur­dukları Pazartesi gü­nü öğleden sonra akşama kadar yapılan uzun konuşma, görüşme ve müza­ke­relerden sonra, Hz. Ebû Bekir, Hz. Re­sû­lul­lah’ın halifesi seçildi ve ona bîat edil­di.

    Hz. Ebû Bekir’e Umumî Bîat

    Rebiülevvel ayının 13’ü, Salı günü...

    Hz. Ebû Bekir, Mescid-i Nebevî’ye geldi, minbere çıkıp oturdu.

    Henüz konuşmaya başlamadan önce, Hz. Ömer ayağa kalktı; Allah’a hamd ve şükürde bulunduktan sonra, Müslümanlara hitaben, “Allah halifeliği, sizin hayırlınız, Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) yâr-ı gârı olan zâta nasip etti. Kalkınız, ona bî­at ediniz!” dedi.

    Mescid-i Şerif’te bulunan Müslümanlar kalkıp Hz. Ebû Bekir’e umumî bîat yaptılar.[6]

    Bîat işi bitince, Hz. Ebû Bekir, Allah’a hamd ve şükrettik­ten sonra şöyle ko­nuştu:

    “Ey insanlar! Ben, üzerinize vâli ve emîr oldum. Hâlbuki, sizin en hayırlınız değilim! Eğer iyilik edersem bana yardım ediniz, fenalık yaparsam bana doğru yolu gösteriniz! Doğruluk emanettir, yalancılık hıyanettir. İnşallah, içinizdeki en zayıfınız, kendisinin hakkını alıncaya kadar, yanımda en güçlünüz olacak­tır! İnşallah, içinizde en güçlünüz de, üzerine geçirdiği hak­kı kendisinden alın­caya kadar benim yanımda en zayıfınız olacaktır!

    “Ey insanlar! Allah yolunda cihadı terk etmeyin! Bilin ki cihadı terk eden kavim zelil olur. Ben, Allah ve Resûlüne itaat ettikçe, siz de bana itaat ediniz; ben, Allah ve Resûlüne âsi olursam, sizin de bana itaatiniz lâzım gelmez. Ken­dim ve sizin için Allah’tan af ve mağrifet dilerim!”[7]

    Peygamber Efendimizin Yıkanması ve Kefene Sarılması

    Rebiülevvel ayının 12’si Pazartesi günü Müslümanlar öğleden sonra ak­şa­ma kadar işlerini yürütecek bir halifenin seçimiyle meşgul olduklarından, Pey­gamber Efendimizin yıkanması, teçhiz ve defni Salı gününe kaldı. O gün, Hz. Ebû Bekir’e Mescid-i Nebevî’de umumî bîat yapıldıktan sonra bu işlere baş­lan­dı.

    Resûl-i Kibriya Efendimizin hücre-i saadetlerinde yıkama işiyle meşgul ol­mak için Hz. Ali, Hz. Abbas, Fadl b. Abbas, Kusem b. Abbas, Üsame b. Zeyd ve Pey­gam­be­ri­mizin azatlısı Şükran (Sâlih) bulunuyordu.[8]

    Bu arada, ensar-ı kiram da, bu ulvî hizmette bulunmak is­tiyordu. Bu hu­sus­taki arzularını izhar ettiler. Onları temsilen de Hz. Ali, Evs b. Havlî’yi içeri aldı.[9]

    Yıkama işini Hz. Ali yaptı; zira, Resûl-i Kibriya Efendimiz, sağlığında ona, “Vefat ettiğim zaman, beni sen yıka” diye vasiyet etmişlerdi.[10]

    Evs b. Havlî testiyle su taşıyor, Hz. Abbas ile Üsame ve Şükran, Pey­gam­be­ri­mizin üzerine su döküyorlardı. Hz. Ali de, eline sarmış olduğu bezle gömlek üzerinden ovuşturarak Pey­gam­be­ri­mizi yıkıyordu. Mübarek ce­setleri son de­re­ce temizdi, mis gibi kokuyordu. Hücre-i saadetin içini, o âna kadar görül­me­miş gü­zel bir koku kap­lamıştı. Peygamber Efendimizde, ölü­lerde görülege­len şey­ler­den hiçbirinden eser yoktu. Hz. Ali yıkarken, “Anam babam sana feda ol­sun! Hayatında da, vefatında da temizsin, güzelsin yâ Re­sû­lal­lah!”[11]diyordu.

    Yıkama işi bittikten sonra, Hâtemü’l-Enbiya Efendimiz, yine Hz. Ali, Hz. Ab­bas, Fadl b. Abbas ve Şükran tara­fından kefene sarıldı.[12]

    Pey­gam­be­ri­mizin Üzerine Namaz Kılınması

    Rebiülevvel ayının 13’ü, Salı günü öğleye doğru Resûl-i Kibriya Efendimi­zin yıkanma ve kefene sarılma işi tamamlandı. Hücre-i saadetinde seririnin üzerine konuldu. Bundan sonra hâne-i saadetlerinin kapısını açtılar. Önce er­kekler, sonra kadınlar, daha sonra da çocuklar, Fahr-i Âlem Efendimize kar­şı bu son vazifelerini huşû ve hüzün için­de ifa ettiler.

    Resûl-i Ekrem’in Defni

    Resûl-i Ekrem’in nereye defnedileceği hususu görüşüldü.

    Bir kısmı, Mekke’ye götürülmesini, diğer bir kısmı Medine’­de ve Bâkî Kab­ristanı’na, bazıları ise mescidin içine defnedilmesini teklif etti.[13]

    Fakat Hz. Ebû Bekir, “Ben, Re­sû­lul­lah’tan şu sözü işitmiştim ve hâlâ unut­ma­mışımdır: ‘Cenab-ı Hak, her peygamberin ruhunu, o peygamberin def­no­lun­mak istediği yer­de kabzetti.’ Dolayısıyla, Re­sû­lul­lah’ı istirahat döşeğinin bulunduğu yere defnetmeliyiz!”[14]dedi.

    Bu teklif, ashab-ı kiram tarafından da benimsendi. Böy­lece, Resûl-i Kibriya Efendimizin, Hz. Âişe’nin evinde yattığı döşeğin altının kabir olarak kazılması kararlaştırıldı. Bundan sonra döşek kaldırılarak altı lahd tarzında kazıldı.

    Hz. Bilâl’in, Müslümanları Ağlatması

    Resûl-i Kibriya Efendimiz henüz defnedilmemişti.

    Bu sırada Hz. Bilâl, hüzün ve hasret akıtan yanık sesiyle ezan okudu. “Eşhe­dü enne Muhammede’r-Re­sû­lul­lah” dediği zaman, ashab-ı kiram hüngür hün­gür ağlamaya başladı; Mes­cid-i Nebevî, ağlama sesleriyle çalkalandı.

    Bu, Hz. Bilâl’in son ezanı oldu. Resûl-i Kibriya Hazretleri defnedildikten sonra artık ezan okumadı.

    Pey­gam­be­ri­mizin Kabre Konması

    Çarşamba gecesinin geç vakitleri idi.

    Nihayet, gönül ve gözyaşları arasında Server-i Kâinat’ın mübarek na’şını kabrine tevdi ettiler.

    Bu büyük, eşsiz ve benzersiz hayatın safhalarını gücümüzün yettiği kadar anlatmaya çalışıp burada bitirirken, duamız da şu:

    Allahım! Bizi dünyada Resûlünün sünnetinden ayırma; ahirette ise şefaa­tin­den mahrum kılma!

    Âmin... Âmin... Âmin...


     



    __________________________________________________

    [1]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 266.
    [2]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 268.
    [3]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 268; Buharî, a.g.e., c. 3, s. 95.
    [4]Âl-i İmrân, 144.
    [5]Zümer, 30.
    [6]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 311; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 203.
    [7]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 311; İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 183; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 203.
    [8]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 312; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 278-279.
    [9]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 312; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 1, s. 260.
    [10]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 278, 280-281.
    [11]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 313; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 281.
    [12]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 291.
    [13]İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 314; İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 292.
    [14]İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 292; Tirmizî, a.g.e., c. 3, s. 338
     

    Yazar: 
     
    Bugün 65 ziyaretçi (788 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol