աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: dagtas ve cansiz bazi varliklarla ilgili mucizeler
      Bugün Ziyaretçi: 69
      Bugün Tıklama: 880
      Toplam Ziyaretçi: 136666
      Toplam Tıklama: 278364
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      13.59.79.237

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>dagtas ve cansiz bazi varliklarla ilgili mucizeler

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    dagtas ve cansiz bazi varliklarla ilgili mucizeler

    Dağ,Taş ve Cansız Bazı Varlıklarla İlgili Mucizeler

    Bu bölümde Efendimizin (asm) dağlar ve taşlar gibi bazı cansız varlıklarla ilgili göstermiş olduğu mucizelerden bir kısmını nakledeceğiz.

     

    Tesbih Eden Yiyecekler

    Kadı İyaz, Şifâ-i Şerif isimli eserinde Buharî gibi sahih kaynaklara dayanarak naklediyor ki:

    Peygamberimizin (asm) yanında ve hizmetinde bulunan Hazret-i Abdulah İbni Mes’ud der ki:

    ”Biz Allah Resulü’nün (asm) yanında yemek yerken, yediği yiyeceklerin tesbihlerini işitiyorduk.”[1]

     

    Avuç İçinde Tesbih Eden Taşlar

    Sahih hadis kitaplarından naklediliyor. Hazret-i Enes demiş ki: “Allah Resulü’nün (asm) yanındaydık. Avucuna küçük taşları aldı; mübarek elinde tesbih etmeye başladılar. Sonra Hazreti Ebu Bekir’in eline koydu; yine tesbih ettiler.”[2] Aynı hadise hakkıda Hazret-i Ebu Zer demiş ki: “Sonra Hazret-i Ömer’in eline koydu; yine tesbih ettiler. Sonra aldı, yere koydu, sustular. Sonra yine aldı, Hazret-i Osman’ın eline koydu; yine tesbihe başladılar.” Sonra, Hazret-i Enes ve Ebu Zer diyorlar ki: “Ellerimize koydu, sustular.”[3]

     

    Peygamberimize (asm) Selam Veren Taşlar

    Hazret-i Ali ve Hazret-i Câbir ve Hazret-i Aişe’den sahih kaynaklarda nakledilen bir mucizedir.

    “Dağ, taş, Allah Resulü’ne (asm) “Selâm sana ey Allah’ın Resûlü!” diyorlardı.”

    Hazret-i Ali’den nakledilen rivayette diyor ki:

    “Peygamberlik vazifesinin verilmesinin ilk zamanlarında, Mekke çevresinde Allah Resulü (asm) ile beraber gezdiğimizde, ağaç ve taşa rast geldiğimiz vakit “Selâm sana ey Allah’ın Resûlü!” diyorlardı.”[4]

    Hazret-i Cabir’den nakledilen rivayette diyor ki:

     “Allah Resulü (asm) taş ve ağaca rast geldiği vakit, ona secde ediyordular. Yani, boyun eğip “Selâm sana ey Allah’ın Resûlü!” diyorlardı.”[5]

    Hazreti Câbir’in bir rivayetinde, Allah Resulü (asm) demiş ki “Bana selâm veren bir taş biliyorum.”[6] Bazılar o taşın Hacerü’l-Esved olduğunu söylemişlerdir.

    Hazret-i Aişe (r.anha), bir rivayette Allah Resulü’nün (asm) şöyle dediğini bize nakletmektedir:  “Cebrâil bana vahiy getirmeye başladıktan sonra hangi taşın ve hangi ağacın yanından geçsem, bana mutlaka‘Esselâmü aleyke yâ Resulallah’ derlerdi.”[7]

     

    Duaya Amin Diyen Ev

    Peygamberimizin (asm) amcası Hazret-i Abbas’tan naklediliyor ki: Allah Resulü (asm), Hazreti Abbas ve dört oğlunu (Abdullah, Ubeydullah, Fazl, Kusem) beraber, “mülâet” denilen bir perde altına alarak üzerlerine örttü. “Yâ Rabbi! Bu benim amcamdır ve babamızın öz kardeşidir. Bunlar da onun çocuklarıdır. Ben abâmla onların üzerlerini örttüğüm gibi, sen de onları örterek ateşten koru.”[8] deyip dua etti. Birden, evin damı ve kapısı ve duvarları “Âmin, âmin” diyerek duaya iştirak ettiler.[9]

     

    Uhud’un Sallanması

    Başta Buharî, İbni Hibban, Ebû Davud, Tirmizî gibi sahih hadis kitapları beraber olarak, Hazret-i Enes[10], Ebu Hüreyre[11], Hazreti Osman[12] ve Aşere-i Mübeşşereden Said ibni Zeyd’den[13] naklediyorlar ki:

    Allah Resulü (asm), Hazreti Ebu Bekir (ra), Hazreti Ömer (ra) ve Hazreti Osman (ra) ile Uhud Dağının başına çıktılar. Uhud Dağı, ya onların azamet ve heybetlerinden veya kendi sürur ve sevincinden sallanmaya başladı. Allah Resulü (asm) ferman etti ki:

    “Dur ey Uhud! Şüphesiz üzerinde bir peygamber, bir sıddık ve iki şehid var.”

    Şu hadîs aynı zamanda, Hazreti Ömer (ra) ve Hazreti Osman (ra)’ın şehid olacaklarını haber vermektedir.

     

    Sebir’in Korkusu, Hira’nın Çağrısı

    Allah Resulü (asm) Mekke’den hicret ettiği ve Kureyş müşrikleri takibe çıktıkları vakit, Sebîr isimli dağa çıktılar. Sebîr dedi: “Yâ Resulallah, benden ininiz. Korkarım, benim üstümde sizi vururlarsa Allah beni cezalandırır... Onun için korkarım.” Sonrasında Hira Dağı çağırdı  “Ya Resulallah! Bana gel.”[14]

    Bu örneklerden anlaşılır ki, o koca dağlar birer müstakil kuldur, Allah’ı tesbih ederler ve vazifedardırlar. Peygamber’i (asm) tanır ve severler; başıboş değillerdir.

     

    Titreyen Minber

    Sahih hadis kaynaklarında, Hazret-i Abdullah ibni Ömer’den rivayet ediliyor ki:

    “Allah Resulü (asm) minberde hutbe okurken, “Onlar Allah’ın kudret ve azametini hakkıyla bilemediler. Halbuki kıyamet gününde yeryüzü bütünüyle Onun tasarrufundadır; gökler de Onun kudretiyle dürülmüştür.”[15] âyetini okudu ve dedi ki “Cebbâr olan Allah kendini tâzîm ediyor ve buyuruyor ki: Cebbar Benim, Cebbar Benim; her şeyden büyük ve her şeyden yüce olan Benim.” Allah Resulü (asm) sözünü söylediği vakit minber öyle sarsıldı ve öyle titredi ki; Allah Resulü’nü (asm) düşürmesinden korktuk. Düşürecek derecede şiddetli sallandı.”[16]

     

    Devrilen Putlar

    Sahih kaynaklarda, ümmetin alimi ünvanına sahip, Kur’ân tercümanı Hazret-i İbni Abbas[17] ve Allah Resulü’nün (asm) hizmetinde bulunan, sahabenin önde gelen alimlerinden biri olan İbni Mes’ud’dan[18] haber veriliyor ki:

    Mekke’nin Fethi gününde, Kâbe ve etrafında, taşta kurşunlarla sabitlenmiş üç yüz altmış put vardı. Allah Resulü (asm) elinde yay gibi bir değnekle o sanemlere birer birer işaret ederek “Hak geldi, bâtıl yok oldu. Muhakkak ki bâtıl yok olup gidicidir.”[19] ayetini okuyarak, hangisine işaret ediyorsa, yere düşüyordu. Putun yüzüne işaret ettiğinde arkasına düşüyor, arkasına işaret ettiğinde ise yüz üstüne düşüyordu. Bu şekilde bütün putlar yere yuvarlandılar.[20]

     

    Rahib Bahira’nın Gördükleri

    Meşhur Rahib Bahîra’nın siyer kitaplarında detaylıca anlatılan meşhur hadisesidir. Allah Resulü’ne (asm) peygamberlik vazifesi verilmeden önce, amcası Ebu Talib ve bir kısım Kureyşlilerle beraber Şam tarafına, ticarete gidiyorlardı. Rahib Bahira’nın kilisesi civarına geldiklerinde istirahat etmek için kervanı durdurdular. O sıralarda inzivaya çekilen ve insanların içine çıkmayan Rahip, birden kafilenin yanına geldi. Kàfile içinde Hazret-i Muhammed’i (asm) gördü. Sonra kàfileye dedi ki: “Şu, Alemlerin Efendisidir ve peygamber olacaktır.” Kureyşliler dediler: Nereden biliyorsun?”Mübarek rahip dedi ki:“Siz gelirken baktım ki, havada, üstünüzde bir parça bulut vardı. Siz otururken, şu Muhammedü’l-Emin’in (a.s.m.) tarafına bulut meyletti, gölge yaptı. Hem görüyordum ki, taş, ağaç ona secde eder gibi bir vaziyet gördüm. Bu ise ancak peygamberlere  yapılır.”[21]

    * * *

    Bu mucizeler beraber değerlendirilediğinde öyle kopmaz bir zincir olur ki, hiçbir şüphe onu koparamaz ve sarsamaz. Şu tür mucizeler yani cansızların Allah Resulü’nün (asm) peygamberliğini tasdik etmeleri mucizeleri genellikle mânevî tevatür hükmünde kesin ve kat’iyeti ifade eder. Herbir nakledilen mucize, diğer mucizelerin  tamamının kuvvetinden bir kuvvet daha alır. Evet, zayıf bir direk, kuvvetli direklerle omuz omuza geldiği vakit, kuvvetleşir. Zayıf, kuvvetsiz bir adam, asker olup orduya girse öyle kuvvetleşir ki, bin adama meydan okur.

    * * *

    Düşmana Atılan Taşlar

    Kur’anda“Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı.”[22] ayetiyle işaret edilen Bedir Savaşı’nda vuku bulan bir hadisedir.

    Allah Resulü (asm) bir avuç toprakla küçük taşları aldı ve “Bu yüzler kahrolsun!..” diyerek müşrik ordusunun yüzüne attı. Söylenen bu tek sözün her kulağa gitmesi gibi, atılan toprak ve taşlar da aynen öyle her bir müşriğin gözüne gitti. Müşrikler kendi gözüyle meşgul olup, hücum etmekteyken, birden kaçmaya başladılar.[23]

    Huneyn Savaşı’nda da Bedir Savaşı’nda olduğu gibi, düşman ordusunun şiddetli hücumu esnasında yine bir avuç toprak atıp, “Bu yüzler kahrolsun!..” diyerek, herbirinin kulağına bir “Bu yüzler kahrolsun!” cümlesi girdiği gibi, Allah’ın izniyle herbir düşman askerinin yüzüne bir avuç toprak gitti, gözleriyle meşgul olup kaçtılar.[24]

    İşte, Bedir’de ve Huneyn’de meydana gelen şu harika hâdise, sıradan sebeplerin ve insan kudretinin dahilinde olmadığı için Kur’an  “Attığın zaman sen atmadın; ancak Allah attı.”[25]  diye ferman eder. Yani, “O hâdise bir insanın kudretinin haricindedir. Ancak Allah’ın kudretiyle olmuştur.”

     

    Bir Yahudi’nin Suikast Girişimi

    Başta Buharî ve Müslim olmak üzere, sahih hadis kaynaklarında nakledilen bir mucizedir. Hayber Savaşı’nda, Yahudi bir kadın, bir keçiyi biryan yapıp pişirmiş ve gayet tesirli bir zehirle zehirleyip, Allah Resulü’ne (asm) göndermişti. Sahabeler yemeye başladılar. Allah Resulü (asm) birden dedi ki: “Pişirilen keçi bana‘Ben zehirliyim!..’ diyor.” diye haber verdi. Sonra herkes elini çekti. Fakat o şiddetli zehirin tesirinden, Bişr ibni’l-Bera’ aldığı birtek lokmadan vefat etti.

    Allah Resulü (asm), o Zeynep ismindeki Yahudi kadını çağırdı. Sordu: “Neden böyle yaptın?” Kadın dedi ki: “Eğer peygambersen sana zarar vermeyecek. Eğer padişahsan, insanları senden kurtarmak için yaptım.”[26] Bazı rivayetlerde o kadını ölümle cezalandırdığı veya ölen sahabenin akrabalarına kısas için verip onların öldürdükleri nakledilmiştir.[27]

    Şu mucizevi hadiseyle ilgili bazı detaylar da şöyledir. Bir rivayette, o keçi haber verdiğinde bazı sahabeler de söylediklerini işittiler.[28]

    Bir rivayette vardır ki, Allah Resulü (asm), haber verdikten sonra dedi ki: “Bismillah deyiniz, ondan sonra yiyiniz. Zehir daha tesir etmeyecektir.” Şu rivayeti gerçi İbni Hacer-i Askalânî kabul etmemiştir, fakat başka hadis alimleri kabul etmişlerdir.[29]

    Bazı kötü niyetli ve ortalığı karıştırma gayretinde olan Yahudiler, Allah Resulü’ne (asm) ve O’na yakın olan sahabelere birden darbe vurmak istedikleri halde, birden gaipten haber verilmiş gibi suikast girişiminin ortaya çıkması ve tuzaklarının akîm kalması ve o ihbarın ifade ettiği vakıa doğru çıkması ve hiçbir vakit sahabeleri nazarında gerçeğe aykırı bir haberi görülmeyen Hazreti Muhammed’in (asm) “Şu keçi bana söylüyor.” demesi, herkesin kulağıyla o keçiden o sözü işitmesi kadar kesin kanaatleri olmuştur.[30]

    * * *

    Hazret-i Mûsâ’nın (as) “yed-i beyzâ” yani elinin nur saçması ve “asâ” mucizesine benzer, üç olayda Peygamberimizin (asm) mucizesini nakledeceğiz:

     

    Nur Saçan Değenek

    Hazret-i İmam-ı Ahmed ibni Hanbel, Ebu Saidi’l-Hudrî’den nakleder ki:

    Allah Resulü (asm), Katâde ibni Numan’a, karanlıklı, yağmurlu bir gecede bir değnek verir ve ferman eder ki: “Sana, lâmba gibi, onar arşın her tarafta ışık verecek. Evine gittiğin zaman bir siyah şahıs gölge göreceksin. O şeytandır. Onu hanenden çıkar, kov.” Katâde değneği alır, gider. Yed-i beyzâ gibi ışık verir. Evine gider, o siyah şahsı görür, evinden çıkarıp kovalar.[31]

     

    Bedir’de Kılınca Dönüşen Değenek

    Pek çok mucizenin ve olağanüstü hadisenin gerçekleştiği Bedir Savaşı’nda, Hazreti Ukkâşe’nin müşriklerle döğüşürken kılıcı kırıldı. Allah Resulü (asm), ona, kırılan kılıcına mukàbil, kalınca bir değnek verdi. Dedi: “Bununla savaş.” Birden, değnek, Allah’ın izniyle, uzun, beyaz bir kılıç oldu. Onunla savaşmaya devam etti. Hayatı miktarınca, tâ Yemâme harbinde şehid oluncaya kadar boynunda taşıdı.[32] Şu hâdise kesindir. Çünkü Hazreti Ukkâşe hayatı boyunca, o kılıcıyla iftihar etmiş ve o kılıç “el-avn” namıyla meşhur olmuştur.

     

    Uhud’da Kılınca Dönüşen Değenek

    İbnü Abdi’l-Berr[33] gibi bir asrının büyük bir alimi ve sahih kaynaklardan naklediyor ki:

    Uhud Savaşı’nda, Allah Resulü’nün (asm) halası oğlu olan Abdullah ibni Cahş savaşırken kılıcı kırıldı. Allah Resulü (asm) ona bir değnek verdi. O değnek onun elinde bir kılıç oldu; onunla savaşmaya devam etti. O mucizenin eseri olan kılıç bâki kaldı.[34] Meşhur İbnü Seyyidi’n-Nâs, siyer kitabında haber veriyor ki: Bir zaman sonra, Abdullah o kılıcı Buğa-yı Türkî isimli bir adama sattı.[35]

    İşte bu iki kılıç, Hazreti Mûsâ’nın (as) mucize olan asası gibi birer mu’cizedir. Fakat Asâ-yı Mûsâ, Hazreti Musa’nın (as) vefatından sonra mucizeliği kalmamıştır. Fakat Allah Resulü’nün (asm) mucizesinin eseri olan bu kılıçlar baki kalmışlardır.


    _______________________________________________

    [1]Buharî, Menâkıb: 25; Tirmizî, Menâkıb: 6 (tahkik: İbrahim A’vad) no. 3633; Müsned, 1:460; Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:306; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:627; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:97-98, 133.
    [2]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:306; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:70; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:627.
    [3]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:306; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 5:179, 8:298-299; İbni Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, 6:132-133.
    [4]Tirmizî, Menâkıb: 6; Dârîmî, Mukaddime: 4; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 8:260; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:607; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:628.
    [5]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:307; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:71.
    [6]Müslim, Fedâil: 2; Tirmizî, Menâkıb: 5; Müsned, 5:89, 95, 105; İbni Hibban, Sahih, 8:139.
    [7]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:307; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:71; el-Heysemî, Mecme’u’z-Zevâid, 8:259.
    [8]Beyhâkî, Delâilü’n-Nübüvve, 6:71
    [9]Kadı İyâz, eş-Şifâ, 1:608; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:628; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:309; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 9:269-270.
    [10]bk. Buharî, Fedâilü’l-Eshâb: 5, 6, 7; Tirmizî, Menâkıb: 19, no. 3697; Ebû Dâvud, Sünnet: 9 (Bâb: fi’l-Hulefâ).
    [11]Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe: 6 (no. 2417); Tirmizî, Menâkıb: 19.
    [12]Tirmizî, Menâkıb: 19.
    [13]Tirmizî, Menâkıb: 19; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:450.
    [14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:75.
    [15]Zümer Sûresi, 39/67.
    [16]Müslim, Sıfatü’l-Kıyâme: 19-26; Müsned, 2:88; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:252; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Hafâci, Şerhu’ş-Şifâ, 3:75; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:630; İbni Hibban, Sahih, 9:214.
    [17]Müslim, Cihad: 87, no. 1781.
    [18]Buhârî, Mağâzî: 48, Mezâlim: 32, Tefsîrü’l-Kur’ân: 12; Tirmizî, Tefsîrü’l-Kur’ân: 18 (Bâb: Sûretu Benî İsrâil); İbni Hibban, Sahih, no. 1702.
    [19]İsrâ Sûresi, 17/81.
    [20]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, 6:176 (Hz. İbni Mes’ud’dan).
    [21]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:308; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:631; Tirmizî, Menâkıb: 3 (Bab, Mâcâe fî Bed’i’n-Nübüvve); el-Mubârekforî, Tuhfetü’l-Ahvezî, no: 3699; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:615; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, s. 115.
    [22]Enfâl Sûresi, 6/17.
    [23]el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 6:84.
    [24]Müslim, Cihad: 76, 81 (Bâb: Gazvet-ü Huneyn); Dârîmî, Siyer: 15 (Bâb: Şâheti’l-Vücûh); Müsned, 5:286.
    [25]Enfâl Sûresi, 6/17.
    [26]Hz. Ebû Hureyre’den: Buharî, Tıb: 55, Cizye: 7, Mağâzî: 41; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no: 4509, 4511, 1512; Dârîmî, Mukaddime: 11; Müsned, 2:451 Hz. Enes’ten: Müslim, no: 2992; Buharî, el-Hibe: 28; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no: 4508. Hz. Câbir ibni Abdullah’tan: Dârîmî, Mukaddime: 11; Ebû Dâvud, Diyât: 6, no. 4510, 4511. Zehirli keçi hakkında rivâyet yolları ve yeterli bilgi için bk. Ebû Dâvud, Diyât: 6.
    [27]el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:219, 4:109; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:256, 264; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Me’âd, 3:336.
    [28]bk. Hz. Câbir’in hadisi: et-Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, no. 5931, Ebû Dâvud, Diyât: 6; Dârîmî, Mukaddime: 11; el-Cizrî, Câmiu’l-Usûl, 8888, el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:295-296.
    [29]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:317-319; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:645.
    [30]Ebû Dâvud, Diyât, 6; Dârimî, Mukaddime, 11; Mecmeu’z-Zevâid, 8:295-296; Beyhakî, Delâîlü’n-Nübüvve, 4:262.
    [31]Müsned, 3:65; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:66-67; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 2:166-167; el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 12:376; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:3323; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:671; el-Askalânî, el-İsâbe, no. 7076.
    [32]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:333; Ali el-Kari, Şerhu’ş-Şifâ, 1:671; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:156; İbni Hişâm, Siretü’n-Nebî, 1:637; İbnü’l-Kayyım, Zâdü’l-Meâd (tahkik: Arnavûd), 3:186.
    [33]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:333; Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:157; İbni Seyyidi’n-Nâs, Uyûnu’l-Eser, 2:20; el-Askâlânî, el-İsâbe, no. 4583.
    [34]İbni Abdi’l-Berr, el-İstibâb, 2:274 (İsâbe’nin kenarında); İbni Hacer, el-İsâbe, 2:287; İbni Seyyidi’n-Nâs, Uyûnü’l-Eser, 2:32; Abdürrezzâk, el-Musannef, 11:279.
    [35]İbni Seyyidi’n-Nâs, 2:32; Abdurrezzâk, el-Musannef, 11:279. 

    Yazar: 
     
    Bugün 69 ziyaretçi (880 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol