աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: yiyeceklerin ve iceceklerin bereketlenmesiyle ilgili mucizeler
      Bugün Ziyaretçi: 70
      Bugün Tıklama: 905
      Toplam Ziyaretçi: 136667
      Toplam Tıklama: 278389
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      18.222.109.84

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>yiyeceklerin ve iceceklerin bereketlenmesiyle ilgili mucizeler

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    yiyeceklerin ve iceceklerin bereketlenmesiyle ilgili mucizeler

    Yiyeceklerin ve İçeceklerin Bereketlenmesiyle İlgili Mucizeler

    Bu bölümde Peygamber Efendimizin (asm) temasıyla yiyecek ve içeceklerin bereketlenmesi şeklinde gösterdiği mucizeleri aktarmaya çalışacağız. Mucizeleri nakletmeye geçmeden evvel bir hatırlatma yapmakta fayda görüyoruz.

    Burada nakledeceğimiz bereketle ilgili mucizelerin her birisi sahih hadis kaynaklarından farklı farklı rivayetçilerden günümüze kadar ulaşmıştır. Bu mucizeler genellikle kalabalık cemaatler içerisinde vuku bulmuştur. Mucizeye tanık olanların hepsi yerine, daha çok manen bu işle vazifeli olanlar bu mucizeleri nakletmişlerdir. Çokça hadis nakleden sahabelerin ortak özelliklerini belirtirsek bu “manen vazifeli” demenin ne olduğu daha iyi anlaşılır:

    1. Allah Resulü’nün (asm) sürekli yanında ve hizmetinde bulunanlar (Enes bin Malik, Ebu Hureyre, Hazreti Ali ve Hazreti Ayşe başta olmak üzere diğer eşleri gibi…)

    2. Allah Resulü’nden (asm) özel olarak İslami eğitim alanlar. (Suffe Ashabı gibi)

    3. Hafızası kuvvetli olanlar ve yazı işiyle bizzat vazifeli olanlar. (Ebu Hureyre, Abdullah bin Amr gibi)

    4. Yakın dostları ve akrabalık bağları olanlar. (Hazreti Ebu Bekir, Hazreti Ömer, Hazreti Osman, Hazreti Ali gibi…)

    Dolayısıyla burada akla “Neden yüzlerce insanın huzurunda olduğu nakledilen bir mucize, sadece birkaç rivayetçiden rivayet edilmiş? Hâlbuki yüzlerce sahabe aynı hadiseyi nakletmeliydiler?..” şeklinde bir soru gelmemelidir. Çünkü bu işte manevi vazifeli olanlar varsa onlar naklederdi. Mucizeye tanık olan diğer sahabelerin itiraz etmemesi, onların da bunu kabul ettikleri anlamına gelmektedir. Çünkü en küçük bir yalan veya hata olsa, yalana hiç tahammülü olmayan sahabeler hemen itiraz ederlerdi. Yalanlama olmadığına göre nakledilen rivayetlerin sıhhatinden şüphe etmemeliyiz. Örneğin “Sâ’ denilen dört avuç bir yiyecekten yetmiş adam yemişler, tok olmuşlar.”[1] naklediliyor. O yetmiş adam bu rivayeti anlatan sahabelerin sözünü işitiyor ve yalanlamıyorsa sükûtla tasdik ediyorlar demektir. O yüzden bu rivayetler aslında sadece rivayet edenler tarafından değil, o mucizeye tanık olan bütün sahabelerin ortak rivayeti gibi değerlendirilmelidir.

    Bu kısa girişten sonra şimdi mucizeleri nakletmeye başlayalım:

     

    Düğün Yemeğindeki Mucize

    Enes b. Malik anlatıyor:

    "Resûlullah (asm), Zeyneb binti Cahş'la evleneceği gün, annem Ümmü Süleym, bana:

    “Ey Enes! Allah Resûlü (asm) bugün gerdeğe girecektir. Sanıyorum ki, yanlarında hiç yiyecekleri de yoktur. Şu yağ tulumunu buraya getir!” dedi. Getirdim. Annem, yalnız Allah Resulü (asm) ile eşine yetecek kadar halis Medine hurmasını toprak bir çanak içinde yağla karıştırarak, hays isimli bir yemek yaptı.

    “Ey Enes! Bunu Allah Resulü’ne (asm) götür ve deki: 'Sana bunu annem gönderdi. Kendisi sana selam söylüyor. Bu sana tarafımızdan küçük ve az bir hediyedir yâ Rasûlallah!' diyor de.” dedi.

    Onu Allah Resulü’ne (asm) götürdüm ve:

    “Annem sana selam söylüyor. Bu sana tarafımızdan küçük, az bir hediyedir yâ Rasûlallah!' diyor.” dedim. Resûlullah (asm):

    “Bırak onu!” buyurdu. Onu, kendisi ile duvar arasındaki boş yere koydum. Bana:

    “Ebu Bekir'i, Ömer'i, Osman'ı ve Ali'yi çağır!” buyurdu. Ashabı olan halktan da, birçoklarının ismini andı, saydı. Resûlullah’ın (asm) azıcık bir yiyecek için birçok kimseleri yanına çağırmayı bana emir buyurmasına şaştım! Bununla beraber, emrine aykırı hareket etmeyi uygun görmeyip, onların hepsini çağırdım. Bana:

    “Bak! Mescidde kim varsa, onları da çağır!” buyurdu. Öyle yaptım. Mescide gidip, namaz kılan veya orada uyuyan kimi buldumsa, onlara:

    “Resûlullah’ın (asm) düğün ziyafetine buyurun!” dedim. Geldiler. Nihayet, sofa doldu. Bana:

    “Mescidde kimse kaldı mı?” diye sordu.

    “Hayır!” dedim. Bana:

    “Bak! Yolda kim varsa, onları da çağır!” buyurdu. Çağırdım. Bana:

    “Gelmeyen kimse kaldı mı?” diye sordu.

    “Hayır yâ Rasûlallah! Kalmadı.” dedim. Sofa ve odalar doldu. Bana:

    “Haydi, çanağı getir!” buyurdu. Çanağı getirip önüne koydum.

    “Onar onar, herkes halka olsun ve herkes önüne konulan yemekten yesin!” buyurdu. Bu minval üzere cemaat takım takım gelip yemek yediler ve doydular. Bir takım çıktı, başka bir takım girdi. Böylece, herkes yemek yedi. Bana:

    “Kaldır artık sofrayı ey Enes!” buyurdu. Ben de kaldırdım. Ama, çanaktaki yemek sofraya koyarken mi daha çoktu, yoksa kaldırırken mi daha çoktu, bilemiyorum. Çanağı zevcesinin yanına koyduktan sonra, annemin yanına vardım, görmüş olduğum hadiseye şaşakaldığımı söyledim. Annem, bana:

    “Hiç şaşma! Eğer Allah bütün Medinelilerin yemesini murad buyurmuş olsaydı, hepsi de yerler ve doyarlardı!” dedi. O zaman, gelip yemek yiyenlerin sayısının üç yüz kadar olduğu bildirilmiştir.[2]

     

    Hazreti Eyyüb’ün Evinde Yüz Seksen Kişinin Tanık Olduğu Mucize

    Peygamberimizin (asm) Medine’ye hicret etmesinde, O’na evini açan Hazreti Eyyüb (ra) anlatıyor:

    "Bir gün, Allah Resulü (asm) ve Ebu Bekir (ra)'e yetecek kadar yemek yapıp getirince, Resûlullah:

    “Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden otuz kişi çağır!” buyurdu. Yanımda hazırladığım yemeğe ekleyecek bir şey bulunmadığından, bu bana çok ağır geldi. Biraz ağırdan aldım. Peygamber (asm), tekrar:

    “Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden otuz kişi çağır!” buyurdu. Bunun üzerine, gidip onları çağırdım, geldiler. Gelince, onlara:

    “Yemek yiyiniz!” buyurdu, yediler. Önlerinden, ancak bir kısmını yiyebildiler! Bu mucize karşısında, Hazreti Muhammed (asv)’in, Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettiler ve oradan ayrılmadan Peygamber’e (asm) ve İslam’a bağlılık sözü verdiler. Peygamber (asm), bundan sonra:

    “Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden altmış kişi çağır!” buyurdu. Vallahi, altmış kişi beni otuz kişiden daha çok korkuttu! Gidip çağırdım. Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler! Bu mucize karşısında, Hazreti Muhammed (asv)’in  Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettiler ve oradan ayrılmadan Peygamber’e (asm) ve İslam’a bağlılık sözü verdiler. Bundan sonra, Resûlullah (asm):

    “Git, bana Ensar’ın önde gelenlerinden doksan kişi çağır!” buyurdu. Beni, bu doksan kişi, altmış ve otuz kişiden daha çok korkuttu. Onları da gidip çağırdım. Yemekten yediler. Onlar da önlerinden ancak bir kısmını yiyebildiler ve bu mucize karşısında, Hazreti Muhammed (asv)’in  Allah’ın Resulü olduğuna şehadet ettiler ve oradan ayrılmadan Peygamber’e (asm) ve İslam’a bağlılık sözü verdiler. İşte o zaman bu yemekten yüz seksen kişi yedi ki, hepsi de Ensardan idiler."[3] Yüce Allah, onların hepsinden razı olsun!

     

    Cabir b. Abdullah'ın Hurma Mahsulünün Bütün Borçlarını Ödeyecek Kadar Bereketlenişi

    Cabir'in babası Abdullah b. Amr b. Haram, Uhud savaşında şehit olmuş, arkasında altı kız çocuğu ile bir hayli de borç bırakmıştı. Abdullah b. Amr’ın, içinde çeşitli hurma ağaçları bulunan iki bahçesi bulunmakla beraber, bunların mahsulü bıraktığı borçları karşılayacak derecede değildi. Cabir'in borçtan bir kısmının düşülmesi isteği alacaklılarca kabul edilmediği gibi, borcun ertelenmesi isteği de kabul edilmemişti. Bunun üzerine, Cabir, Peygamberimiz (asm)’e gelerek:

    "Yâ Rasûlallah! Biliyorsun ki, babam Abdullah, Uhud günü şehit oldu. Bana birçok borç bıraktı. Alacaklılara, hurma bahçesinin bütün mahsulünü vermeyi teklif ettiğim halde, kabul etmediler!" dedi ve alacaklı Yahudi ile görüşüp aracılık etmesini, yardımcı olmasını rica etti.

    Peygamberimiz (asm), Cabir'in boynundaki borca karşılık hurmalığın meyvesinin bütününü almasını Yahudiye teklif etti. Fakat Yahudi buna yanaşmadı. Peygamberimiz (asm) Yahudi ile tekrar konuştu. Ona alacağını ertelemesini teklif etti. Yahudi bunu da kabul etmedi. Peygamberimiz’in (asm); bu yıl borcun bir kısmının, gelecek yıl da diğer kısmının ödenmesi teklifini de kabul etmedil. Hatta, ödenecek hurmanın hepsinin iyi cinsten olması hususunda da direndi.

    Ertesi gün, Peygamberimiz (asm), Hz. Ebu Bekir (ra) ve Hz. Ömer (ra) ile birlikte, Cabir’in hurma bahçesine gitti ve bahçeyi dolaşıp bereket duası yaptı. Cabir'e de:

    "Git! Hurmanı toplayıp tasnif et: Acveyi (iyi cinsi) bir boy, Azk-ı Zeyd'i (erginini) de bir boy yaptıktan sonra, bana haber gönder!" buyurdu.

    Cabir bu emri yerine getirdikten sonra, Peygamberimiz (asm) geldi. Cabir, aynı zamanda, alacaklılara da haber salmıştı. Onlarda, eşekler ve çuvallarla bahçeye geldiler. Cabir, başka bir yerden iyi cins hurma satın alıp babasının borcunu alacaklılara ödemeyi bile göze almıştı.

    Peygamberimiz (asm) hurma öbeklerinin en büyüğünün çevresini üç kere dolaştı. Hurma harmanının başına veya ortasına oturduktan sonra, orada bekleşen alacaklılara işaret ederek, Cabir'e:

    "Haydi, şu kavmin istediklerini ölç, ver!" buyurdu.

    Cabir de, alacaklılara haklarını ölçüp ölçüp tamamıyla verdi. Geri kalan hurma, sanki aslından bir şey eksilmemiş gibi idi! Tek babamın borcu ödensin de kız kardeşlerimin yanına bir tek hurma tanesiyle bile dönmeyeyim. diye düşünen, buna razı olan Cabir'e, bütün borçlar ödendikten sonra, on yedi deve yükü hurma kalmış bulunuyordu![4]

     

    Bir Avuç Hurmanın İslâm Ordusunu Doyuruşu

    Beşir b. Sa'd'ın kızı, Numan b. Beşir'in kızkardeşi der ki:

    "Annem Amre binti Revâha beni çağırdı. Eteğime iki avuç hurma koyduktan sonra: 'Kızcağızım! Git de, baban ile dayın Abdullah b. Revâha'nın gıdalarını kendilerine ver! dedi. Giderken, Allah Resulüne (asm) rastladım, babamla dayımın nerede olduklarını sordum. Resûlullah (asm):

    “Kızcağızım! Beri gel! Yanındaki nedir?” buyurdu.

    “Yâ Rasûlallah! Bu, hurmadır! Annem bunu yesinler diye babam Beşir ile dayım Abdullah’a gönderdi.” dedim. Resûlullah (asm):

    “Getir onu!” buyurdu.

    Ben de, onu Resûlullah’ın (asm) iki avucuna döktüm, avuçlarını doldurmadı. Sonra, bir örtü getirilmesini emretti. Örtü getirilip serildi. Hurmayı örtünün üzerine yayıp dağıttıktan sonra, yanındakilere:

     Yemeğe geliniz! diyerek hendek kazımında çalışan sahabelere sesleniniz!” buyurdu. Hendek halkı toplanıp ondan yemeye koyuldular. Hurmalar yendikçe artmış, örtünün etrafından dolup taşmıştı."[5]

     

    Az Bir Hurmanın Bereketlenişi

    Hazreti Ömer (ra), Ebu Hüreyre, Selemetübnü’l-Ekvâ ve Ebu Amrate’l-Ensarî gibi sahabelerden rivayet ediliyor ki:

    Tebük Seferi esnasında ordu aç kaldı. Sahabeler, Allah Resulü’ne (asm) müracaat edip durumu arzettiler.. Allah Resulü (asm) buyurdu ki: “Herkes yanında kalan yiyecekleri bir yere toplasın.” Herkes yanındaki hurmaları getirdi. En çok getiren sahabe, dört avuç getirebildi. Bir kilime koydular.

    Hazreti Seleme der ki: “Tamamı ancak oturmuş bir keçi kadar olmuştu.” Sonra Allah Resulü (asm) bereketle dua edip dedi ki: “Herkes kabını getirsin.” Koşuştular, kaplarını alıp geldiler. O ordu içinde hiçbir kap kalmadı, hepsini doldurdular. Hem fazla kaldı.

    Hatta mucizeye tanık olan bir sahabe demiş ki: “O bereketin gidişatından anladım: Eğer bütün dünya gelseydi, onlara dahi kâfi gelecekti.”[6]

     

    Yüz Otuz Kişiye Az Bir Yiyecekle Verilen Ziyafet

    Hazreti Ebu Bekir (ra)’in oğlu Abdurrahman anlatıyor:

    “Biz yüz otuz Sahabe, bir seferde Allah Resulü (asm) ile beraberdik. Dört avuç miktarı olan bir sâ’ (yaklaşık 3 kg. kadar) tahıl ekmek için hamur yapıldı. Bir de keçi kesildi, pişirildi; yalnız ciğer ve böbrekleri kebap yapıldı. Kasem ederim, o kebaptan, yüz otuz sahabeden herbirisine bir parça kesti, verdi. Sonra Allah Resulü (asm) pişmiş eti iki kâseye koydu. Biz hepimiz tok oluncaya kadar yedik; fazla kaldı. Ben fazlasını deveye yükledim.”[7]

     

    Bin Kişiye Bir Oğlak ve Az Bir Ekmeğin Yeterli Gelişi

    Hendek Savaşı esnasında Hazreti Cabir’in evinde, bir keçi oğlağı pişrilmişti ve ve bir sa’ (yaklaşık 3 kg. kadar) tahıl, ekmek yapılmıştı. Hazreti Câbiru’l Ensârî yemin ederek anlatıyor ki:

    “O günde, dört avuç olan bir sâ’ arpa ekmeğinden ve bir senelik bir keçi oğlağından bin adam yediler ve öylece kaldı.” Hazret-i Câbir der ki: “O gün yemek, benim evimde pişirildi. Bütün bin adam o sâ’dan (ekmekten), o oğlaktan yediler, gittiler. Daha tenceremiz dolu kaynıyor, daha hamurumuz ekmek yapılıyor. Allah Resulü (asm), o hamura ve o tencereye mübarek ağzının suyunu koyup bereketle dua etmişti.”[8]

    İşte, şu bereket mucizesi, bin sahabenin huzurunda, onları ona alâkadar göstererek Hazret-i Câbir naklediyor. O bin kişi bu rivayeti duydukları halde yalanlamıyorlarsa kabul ediyorlar demektir. Demek şu hâdise “bin kişiden rivayet edilmiş gibidir” denilebilir.

     

    Bir Ekmekten Yetmiş - Seksen Kişinin Doyurulması

    Peygamberimizin (asm) hizmetinde yıllarca bulunan Hazreti Enes’in amcası, Ebu Talha anlatıyor:

    “Allah Resulü (asm), yetmiş seksen adamı, Enes’in koltuğu altında getirdiği az arpa ekmeğinden tok oluncaya kadar yedirdi. “O az ekmekleri parça parça ediniz.” emretti ve bereketle dua etti. Menzil dar olduğundan, onar onar gelip yediler, tok olarak gittiler.” [9]

     

    Bitmeyen Arpa

    Hazreti Câbir anlatıyor:

    “Birisi, Allah Resulü’nden (asm) ailesi için yiyecek istedi. Allah Resulü (asm) ona yarım yük arpa verdi. Çok zaman o adam ailesiyle ve misafirleriyle o arpadan yediler. Bitmediğini görünce merak edip, eksilip eksilmediğini anlamak için ölçtüler. Ölçmelerinden sonra bereketi kalktı; azalmaya başladı. Allah Resulü’ne gidip durumu anlattılar. Efendimiz (asm) onlara dedi ki: ‘Eğer tecrübe için tartmasaydınız hayatınız boyunca size yeterdi’[10]

     

    Bir Kase Etle Doyan Kalabalık

    Hazreti Semure anlatıyor:

    “Allah Resulü’ne (asm) bir kâse et geldi. Sabahtan akşama kadar dalga dalga adamlar geldiler, yediler.”[11]

    İşte, bereketli ilgili mucizelerin giriş kısmında dediğimiz gibi, bu mucizeler aslında bir kişinin naklettiği mucizeler değil, bu hadiseye tanık olan ve bizzat o yemekten yiyen insanların sayısınca şahitler tarafından nakledilmiş anlamına gelmektedir. Hazreti Semure, o yemeği yiyen cemaatlerin mümessili gibi, onların namına ve tasdiklerine binaen rivayet etmiştir...

     

    Suffe Mektebine Verilen Ziyafet

    Hazreti Ebu Hüreyre anlatıyor:

    “Allah Resulü (asm) bana emretti: ‘Mescid-i şerifin suffesini mesken olarak kullanan sayıları yüzün üzerinde olan fakir muhacirleri davet et.’ Ben de onları aradım, topladım. Hepimize bir kabın içerisinde yemek konuldu. Biz istediğimiz kadar yedik, kalktık. O kâse konulduğu vakit nasılsa; halen öyle dolu şekilde kalıyordu. Yalnız parmakların izi yemekte görünüyordu.”[12]

    İşte, Hazret-i Ebu Hüreyre, bu mucizeye tanık olan tüm kamil suffe ehli namına ve onların tasdiklerine dayanarak, onlar namına haber verir. Demek ki, bu mucize tüm suffe mektebi tarafından rivayet edilmiş gibidir. Çünkü bu rivayet eğer yalan bir rivayet olsaydı, hayatları ilim ve irfanla geçen bu sahabelerin, “yalandır” dememeleri mümkün müydü?

     

    Akrabalarını İslam’a Davet Edince, Onlara Gösterdiği Bir Bereket Mucizesi

    Hazret-i Ali anlatıyor:

    “Peygamberliğin ilk yıllarında Allah Resulü (asm) en yakınlarına İslam’ı tebliğ etmek için bir ziyafet tertipleyip, bütün akrabalarını davet etmişti. Gelenler tam kırk kişiydiler. Onlardan bazıları tek başına bir deve yavrusunu yerdi ve dört kıyye (yaklaşık 5 kg. kadar) süt içerdi. Halbuki, gelenlerin tamamına bir avuç kadar bir yemek verildi; hepsi yiyip doydular, ama yemek hiç yenilmemiş gibi aynen duruyordu.”

    “Sonra, üç dört adama ancak kâfi gelecek, ağaçtan bir kap içinde süt getirdi. Hepsi içtiler, doydular; içilmemiş gibi halen duruyordu.”[13]

     

    Hazreti Ali (ra) ile Hazreti Fatma (r.anha)’nın Düğün Yemeği

    Hazreti Ali (ra) ve Hazreti Fatma (r.anha)’nın düğün yemekleri için, Efendimiz (asm), Hazreti Bilâl’e “Dört beş avuç un, ekmek yapılsın ve bir deve yavrusu kesilsin.” diye emretti.

    Hazret-i Bilâl diyor ki:“Ben yemeği getirdim. Mübarek elini üstüne vurdu. Sonra taife taife sahabeler geldiler, yediler, gittiler. O yemekten, arta kalan kısmına yine bereketle dua etti. Bütün eşlerine, birer kâse göndertti ve dedi ki: “Hem yesinler, hem yanlarına gelenlere yedirsinler.”

    Böyle mübarek bir ailenin düğün yemeğinde, böyle bir mucize olması normaldir ve gereklidir.

     

    Peygamber Ailesinin Mazhar Olduğu Bereket

    İmam-ı Ali (ra)’den naklediliyor ki:

    Hazreti Fatma (r.anha), yalnızca kendi ailesine yetecek bir yemek pişirdi. Sonra Hazreti Ali (ra)’yi, Peygamber Efendimizi (asm) yemeğe çağırması için gönderdi. Efendimiz (asm) geldi ve yemekten eşlerine de birer kâse yollanmasını emretti. Tüm eşlerine birer kâse gönderildi. Daha sonra Efendimize (asm), Hazreti Ali (ra)’ye, Hazreti Fatıma (r.anha)’ya ve torunlarına birer kâse koyduktan sonra, Hazreti Fatma (r.anha) bakmış ki, tencere daha dolup taşıyor. Hatta Allah’ın izniyle o yemekten bir hayli zaman yemişlerdir.[14]

     

    Dört Yüz Kişinin Tanık Olduğu Mucize

    Peygamber Efendimiz (asm) Hazret-i Ömer (ra)’e “Ahmesî kabilesinden gelen dört yüz atlıya yolculuk için erzak ver.” diye emretti. Hazret-i Ömer, “Ya Resulallah, elimizdeki erzak birkaç sâ’dır. (bir sâ’ yaklaşık 3 kg)  Toplansa, ancak oturmuş bir deve yavrusu kadar eder.” dedi. Efendimiz (asm) ise tekrar “Git, ver.” diye emretti. O da gitti, yarım yük hurmadan, dört yüz süvariye yetecek kadar erzak verdi. Ve dedi ki:“Erzak hiç eksilmemiş gibi eski halinde kaldı.”

    İşte şu bereket mucizesi, dört yüz adamla ve özellikle Hazreti Ömer (ra) ile alakalı bir surette vukua gelmiştir. Rivayetlerin arkasında bunlar var. Bunların ses çıkarmaması, tasdik ettikleri anlamına gelir.

     

    Tebük Savaşında Ordunun Bir Avuç Hurmadan Yemesi

    Ebu Hüreyre naklediyor:

    “Tebük Savaşı yolculuğunda, ordu aç kaldı. Allah Resulü (asm) ‘Yiyecek bir şey var mı?’diye sordu. Ben dedim ki: ‘Heybede bir kaç tane hurma var.’ (Bir rivayet göre on beş tane) Efendimiz (asm) getirmemi istedi, ben de getirdim. Mübarek elini soktu, bir avuç çıkardı, bir kaba bıraktı, bereketle dua buyurdu. Sonra onar onar askerleri çağırdı, hepsi o bir avuç hurmadan yediler. Sonra ‘Getirdiğin şeyi al götür. Onu tut muhafaza et ve boşaltma.’ dedi.  

    Ben aldım, elimi o heybeye soktum. Baktım ki, önceden olduğu kadarı yine elime geldi. Sonra Peygamber Efendimiz (asm) hayatta olduğu sürece, ardından Hazreti Ebu Bekir (ra), Ömer (ra) ve Osman (ra) hayatta oldukları sürece o hurmalardan yedim. (Başka bir rivayette de o hurmalardan kaç yük, Allah yolunda sarf ettim demiş) Sonra Hazreti Osman (ra)’ın şehit edilmesi esnasında o hurma, kabıyla birlikte yağmalandı ve tahrip edildi.”[15]

    İşte, kâinatın hocası olan Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâmın, kudsî medresesi ve okulu olan Suffe mektebi’nin daimi ve mühim bir talebesi ve hafızasının kuvvetlenmesi için Peygamberimizin (asm) duasına  mazhar olan Hazreti Ebu Hüreyre, Tebük Savaşı gibi insanların bol olduğu bir yerde meydana geldiğini haber verdiği şu bereket mucizesi, manen o ordunun sözü kadar kesin ve kuvvetli olması gereklidir.

     

    Bir Kadeh Süt ile Doyan Sahabeler

    Hazreti Ebu Hüreyre anlatıyor:

    “Bir defasında aç olduğum bir halde, Allah Resulü’nün (asm) evine kadar beraber gitmiştik... Baktık ki, bir kadeh süt oraya hediye getirilmiş. Allah Resulü (asm) sütten ikram etmek için Ehl-i Suffeyi çağırmamı söyledi. Ben kalbimden dedim ki: “Bu sütün bütününü ben tek başıma içebilirim; hem aç olduğum için daha fazla muhtacım.” Fakat Efendimizin (asm) emrine binaen gittim, onları topladım ve yüzün üzerinde sahabeyi getirdim. Allah’ın Elçisi (asm), sütü onlara ikram etmemi söyledi. Ben de o kadehteki sütü birer birer hepsine verdim. Her birisi doyuncaya kadar sütten içiyorlardı sonra diğerine veririm. Böyle birer birer içirerek bütün Ehl-i Suffe o sâfi sütten içtiler.”

    “Sonra, Efendimiz (asm)“Geriye seninle ben kaldık, önce sen iç.” dedi. Ben de içtim. İçtikçe, “iç” dedi. Artık içemez hale geldikten sonra dedim ki: “Seni hak ile gönderen Zât-ı Zülcelâle yemin ederim, yer kalmadı ki içeyim.” Sonra kendisi aldı, Bismillâh deyip hamd ederek kalanı içti.”[16] Yüz bin âfiyet olsun!

    İşte şu sâfi, hâlis süt gibi şüphesiz şu bereket mucizesi bize nasıl ulaşmış:

    1. Beş yüz bin hadîsi ezberleyen Hazret-i Buharî başta olarak, Kütüb-ü Sitte gibi kitaplardan... Bu kitaplar ki, ihtisas ehlinin yanında bu kitaplardaki bir rivayet gözle görülmüş gibi kesindir.

    2. Allah Resul’nün (asm) özel mektebi olan Suffe’nin, hem zeki, hem sadık hem de hafız bir talebesi olan Ebu Hüreyre’nin, tüm Ehl-i Suffe namına, onları şahid ederek nakletmiştir.

    Şimdi hal böyle olduğu halde bu mucizeleri kabul etmeyen insanların kalbinde veya aklında problemi var demektir. Çünkü, Ebu Hüreyre gibi sadık ve bütün hayatını hadîse ve dine adayan ve

    “Kim bilerek bana yalan isnad ederse (benden yalan bir şey haber verirse) Cehennem ateşindeki yerine hazırlansın.”[17]

    hadîsini duyan ve hatta bizlere nakleden bir sahabenin yalan söylemesi mümkün müdür? Çünkü yalan söylese hem Suffe mektebi tarafından yalanlanacaktır, hem de demin naklettiğimiz hadis uydurmanın dehşetli cezasına maruz kalacaktır. -Haşa- bütün hayatlarını İslama adayan bu mümtaz sahabelerin yalan söylemesi imkansızdır, bunu savunan insanlar da ya kalpsiz ya da akılsızdır.

    Bereketli ilgili örneklerden bir kaçını burada naklettik. Konuyu bitirmeden evvel ehemmiyetine binaen bir hatırlatma yapmak istiyoruz.

    Malûmdur ki, zayıf şeyler bir araya gelince kuvvet­leşir. İncecik ipler topak yapılsa, kuvvetli halat olur. Kuvvetli halatlar topak ya­pılsa, kimse koparamaz. İşte, Peygamberimizin (asm) mucizelerinin farklı farklı türlerinden sadece bereketle ilgili mucizelerinden birkaç tanesini yukarıda sizlere naklettik. Naklettiğimiz mucize misallerinin her biri tek başına Allah Resulü’nün (asm) nübuvvetini tasdik etmeye yeter. -Farzımuhal- nakledilen rivayetlerin bir kısmına zayıf rivayetlerdir, desek bile yine de içlerindeki sahih ve kuvvetli rivayetlerle bir araya geldiklerinde kuvvetlenip aynı davaya imza basarlar. Çünkü, kuvvetli ile ittifak eden kuvvetleşir.

    Hem şu naklettiğimiz bereket mucizelerini, diğer yüzlerce mucize ile beraber değerlendirdiğimizde, bunlar kopmaz bir deliller yumağı haline gelir ki, artık onu hiçbir vesvesenin koparması mümkün olamaz.

    Evet, berekete dair naklettiğimiz mucizeler gösteriyorlar ki, Hazreti Muhammed (asm), umuma rızık veren ve rızıkları halk eden bir Zât-ı Rahîm ve Kerîm’in sevgili bir memurudur, pek hürmetli bir kuludur ki, rızkın her türünden, O’na mucizevi bir şekilde gaybdan ziyafetler gönderiyor.

    Malûmdur ki, Arap yarımadası, suyu ve tarımı az bir yerdir. Onun için, halkı, özellikle de ilk sahabeler, geçim noktasında sıkıntı yaşamaktaydılar. Hem susuz­luk musibetine çok defa maruz kalıyorlardı. İşte, bu hikmete binaen, Peygamber Efendimizin (asm) mucizelerinin en önemlileri, yiyecek ve içecekler üzerinde gösterilmiştir. Bu harikalar, Peygamber Efendimizin (asm) peygamberlik davasına delil ve mucize olmaktan ziyade, ihtiya­ca binaen, Allah Resulü’ne (asm) bir İlâhî ikram, Rabbânî bir ihsan ve Rahmâni bir ziyafet hükmündedir. Çünkü, o mucizeleri görenlerin büyük çoğunluğu zaten Allah Resulü’nün (asm) davasını tasdik edenlerdendi. Bu iman edenler bu mucizelere tanık oldukça zayıf imanı olanların imanları kuvvetlendi, ehl-i imanın da imanları ziyadeleşti.

    Yâ Rab! Şu Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bereketi hürmetine, bize ihsan ettiğin maddî ve mânevî rızkımıza bereket ihsan et! Amin...


    _________________________________________

    [1]Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Eşribe, 142; Tirmizî, Menâkıb, 6; İbni Mâce, Et’ime, 47; Muvatta’, Sıfatü’n-Nebî, 19.
    [2]İbn Sa'd, Tabakâtü'l-kübrâ, c. 8, s. 104. Müslim, Sahih, c.2, s. 1051. İbn Sa'd, Tabakât, c. 8, s. 105.
    [3]Ebu Nuaym, Delâilü'n-nübüvve, c. 2, s. 428; Kadı İyaz, eş-Şifa, c. 1 , s. 243-244; Ebu'l-Ferec İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 280; Heysemî, Mecmau'z-zevâid, c. 8, s. 303.
    [4]Buhârî , Sahih, c. 3, s. 21-22-84-138-199; Nesâf, Sünen, c. 6, s. 244-245-246.; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 373, 391; Ebu Dâvud, Sünen, c. 3, s. 119; İbn Mâce, Sünen, c. 2, s. 813-814.
    [5]İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 3, s. 228, 229; Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 476; Ebu Nuaym, Delâilü'n-Nübüvve, c. 2, s. 499, 500; Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, c. 3, s. 427; İbn Seyyid, Uyûnu'l-eser, c. 2, s. 57; Zehebî, Megâzî, s. 235; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-nihâye, c. 4, s. 99; Suyûtî, Hasâisü'l-kübrâ, c. 1, s. 572.
    [6]Buharî, Şerike: 1; Cihad: 123; Müslim, İman: 44, 45; Müsned, 3:11, 418.
    [7]Buharî,Hibe: 28, Et’ıme: 6; Müslim, Eşribe: 175; Müsned: 1:197, 198; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbâ­nî: 22:55.
    [8]Buharî,Mağâzî: 29; Müslim, Eşribe: 141; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:31; Ali el-Kari, eş-Şifâ, 1:290; Kenzü’l-Ummal, 12:409, 424.
    [9]Buharî,Et’ıme: 6, 48; Müslim, Eşribe: 142, 143; Müsned, 3:218; Ali el-Kari, eş-Şifâ, 1:291, 297; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:31.
    [10]Müslim,Fedâil: 3, no. 2281; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:114.
    [11]Tirmizî(tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2629; Ebû Dâvud, Mukaddime: 9; Müsned, 5:12, 18; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2:618.
    [12]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:293; Ali el-Kari, eş-Şifâ, 1:606; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:308; Beyha­kî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:101.
    [13]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:293; Ali el-Kari, eş-Şifâ, 1:607; el-Hafâcî, Şerhu’ş-Şifâ, 3:36; el-Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 8:302-303; Ahmed ibni Hanbel, Fedâilü’s-Sahâbe (tahkik: Vasiyyüllah), 1220; Müsned, 1:159.
    [14]Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:294; Ali el-Kari, eş-Şifâ, 1:608; İbni Hacer, el-Metâlibü’l-Âliye, 4:73, no. 4001.
    [15]Tirmizî, Menâkıb: 47, no. 3839; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve: 6:110 (muhtelif tariklerle); Müsned, 2:352; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:295; es-Sâ’âtî, el-Fethü’r-Rabbânî, 22:56; Tebrîzî, Mişkâtü’l-Mesâbîh, 3:191 no. 5933.
    [16]Buharî, Rikâk: 17; Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme: 36, no. 2477; Müsned, 2:515; Tirmizî (tahkik: Ahmed Şâkir), no. 2479; el-Hâkim, el-Müstedrek, 3:15; Kadı Iyâz, eş-Şifâ, 1:296.
    [17]Buharî, İlim: 39; Cenâiz: 33; Enbiyâ: 50; Edeb: 109; Müslim, Zühd: 72; Ebû Dâvud, İlim: 4; Tirmizî, Fiten: 70, İlim: 8, 13; Tefsir: 1; Menâkıb: 19; İbni Mâce, Mukaddime: 4; Dârîmî, Mukaddime: 25, 46; Müsned, 1:70, 78.

    Yazar: 
     
    Bugün 70 ziyaretçi (905 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol