աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: gercekkible
      Bugün Ziyaretçi: 47
      Bugün Tıklama: 369
      Toplam Ziyaretçi: 136644
      Toplam Tıklama: 277853
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.139.104.134

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>gercekkible

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    gercekkible

    Gerçek Kıble

    (Bu yazı aylık Yeni Dünya Dergisinde yayınlanmıştır

    İnsanların çoğu, günde beş kez eda ettiği namazın gerçek manasını sanırım pek bilmez. Maun Suresi’nin dördüncü ve beşinci Ayetleri bu yargının kanıtıdır. “Vay haline o namaz kılanların ki, namazlarından gaflet içindedirler.”

    Öyle ya, doktor olacaksın, muayene ettiğin hastanın hastalığından haberdar olmayacaksın, veya mühendis diploman var, proje uygulamasından bihabersin.

    Burada, bildiğimiz, farz olarak kılınan anlatılmaktadır. Namazın ne anlama geldiğini bilmeyenin, kıblesini algılaması mümkün mü?..

    Diğer Ayeti Kerime’lerde geçen ‘salât-ı vusta’ (orta namaz) ve ‘salât-ı daim’ (daimi namaz) kavramları ise, namazın ikame edilen farklı boyutlarına işarettir.

    Mutlak bir adabı gerektiren namazın en alt basamağı, ‘ihsan hali’ dir. ‘Sen Rabbını göremiyorsan da, o seni görüyordur’ anlayışıyla belirli bir intizam içinde kılınanıdır.

    Ancak, evrensel kitabımız Kur’an, ‘İhsan hali’ni dahi yeterli görmediğini vurgular ve gerçek anlamı yakalayamayan insanı, övgü noktasından aşağıya çekerek, mutlak bilince dayandıracak işaretleri verir.

    “Namazlarından gaflet içinde bulunmak” ifadesi, uyandırılışın bir göstergesidir.

    Bu çok değerli ikaz, namazdaki hareketlere de bir espri getirmiştir. Örneğin ‘Allahuekber’deyip ellerin kulak hizasına kadar götürülmesi, Allah ile aramdaki perdeleri arkama attım’ anlayışını, kıyamda durulması, kişide Allah’ın varlığıyla kaim bir varlık olduğu bilincini, rûku’nun mutlak yaratıcı yanında eğilmeyi gerektiğini, secde etmenin ise, Hakk’ın varlığı yanı sıra, ikinci bir varlığın olmadığı idrakını getirir.

    “Kişi, bütün bunları bilmek zorunda mıdır?” sualinin yanıtı, tereddütsüz “evet” olmalıdır. Alternatifi yoktur; zira, yaradılış gayesindeki hikmet, kendi aslını hakikatını bilmesidir.

    Kıble’ye gelince...

    Resulullah(s.a.v) Medine’ye hicretinden sonra, on altı veya on yedi ay boyunca Kudüs’e doğru namaz kılmıştır.

    Onun bütün arzusu, Kıblenin Kâbe’ye yöneltilmesiydi. Neden böyle bir istek vardı kendisinde!...

    Boş bir anı olmayan, İnsanları akın akın kendisine çeken, Resullere ve Nebilere dahi kucak açan ve yapımı tam on iki kez yenilenen bu emsalsiz mabedin vasıfları neydi?..

    Ve bu arada Efendimiz’e;

    “Doğrusu biz senin yüzünün semaya çevrilip durduğunu görüyoruz” (Bakara 144) Ayeti nazil oldu.

    Resululah’ın ‘yüzünü semaya doğru çevirmesi, şüphesiz onun göklerde bir tanrı araması değil, vahyi özünden beklemesi demektir.

    Vahyin gelişi, öğle vakitlerindeydi. Bir rivayete göre, Kâbeye doğru kılınan ilk namaz, öğle namazıydı. Ancak, keşfî görüş ikindi namazı olduğu yolundadır.

    Ve Cebrail (a.s), Resûlullah’a rehberlik ederek kendisini, Kâbe’nin Altınoluk tarafına döndürdü.

    Kıble’nin Kudüs’teki mabedden alınıp Kâbe’ye yönlendirilmesi, basit bir istikamet değişikliği değildir. Konuyu mana yönüyle tetkik etmek isteyenler,ResûlullahEfendimiz'in daha önce yaptığının ‘asla nakıs’ olmadığı kabulünden yola çıkarak varabilecekleri yere ulaşır.

    Zira, Yahudi meşrebinde olanlar, yersiz bir hayıflanmayla, kıskançlık kokan düşüncelerini şöyle dile getirdiler;

    “Eğer Kudüs’e dönmek -daha önce olduğu gibi- batıl idiyse, sizin önce kılmış olduğunuz namazlar boşa gitmiştir. Şayet batıl değildiyse, şimdi Mescid-i Haram’a yönelmeniz yersizdir...” (Bak.Ibni Kesir s.611)

    Kıble değişimi, bir anlamda islâm liderliğinin Yahudilerden alınıp, Muhammedi kemalâtla doruk noktaya ulaştığının açık bir ifadesidir.

    İmam-ı Rabbani, Mektubatı Rabbani isimli eserinde bu konuyla ilgili ;

    “Beni İsrail Peygamberlerinin Kâbesi, Beyt-i Makdis’in büyük taşı idi. Onun kemalâtı ve zuhuru nihayette Kâbe’nin kemalâtına katılmaktır...” demektedir.

    Kâbe öncesinde insanlar, belirli bir süre Mescid-i Aksa’ya yönelmişti. Esasen Kudüs’teki Ruhaniyet, yani radyasyon, her ne kadar ahiret yaşantısı için yeterli peformansı sağlamakta ise de, insanın kendi hakikatını bilmedeki îstıfayı yani arınmışlığı temin edemiyordu.

    Bütün gerçekleri, kıyasa gelmeyecek şekilde, fetih yolu ile bilen Resulullah Efendimiz (s.a.v), Kâbe’nin hakikatına yönelmenin ancak arınmışlık vasfıyla elde edilebileceğini vurguluyordu.

    Kur’an’da kendisi için aynı uyarıyı insana yapmıyor mu?..

    “Arınmayanlar el sürmesinler” ( )

    Efendimiz, ayrıca Ka’be’nin gerçek Kıble olması konusundaki temennisi, arzusu, O’nun çok güçlü bir ruhaniyete, enerji potansiyeline ve ilme sahip olması sebebine dayanıyordu.

    Şayet, insanın öz benliğini, varlığını bilme yolunda bir anlayışı yoksa, Kâbe’ye yönelse dahi, bu onun kıblesinin Mescidi Aksa’da yani Kudüs’te olduğu gerçeğini değiştirmez.

    İslâm tarihinde, Kâ’be’yi yıkmak amacıyla hazırlanan ve görülmemiş büyüklükte fillerin katıldığı Ebrehe’nin ordusundan korumak için, Ebabil kuşlarının, fil sahiplerine yaptığı ve ‘ilahi bir sır’ olarak kalacak saldırılarını hatırlayın... (Bak.El-Fil Suresi)

    Resûlullah Efendimiz (s.a.v);

    “Kâ’betullah’a ilk sefer insanın gözü değdiği vakit, Allah’tan ne isterse, Cenabı Hak kabul eder” buyurdular.

    Resulullah Efendimiz, müşriklerden teslim aldığında, Kâbe’nin bir anahtarcısı ve zemzem suyunun bir bakıcısı bulunuyordu. İster müslüman, ister münafık olsun, bu gerçek sembolün dostu idi...

    Kâbe-i Muazzama’yı ziyaret edenler, sadece taş bir yapı görmesin, o bu haliyle canlı, diri ve şuurludur.

    Beynin üst alıcı devrelerini faaliyete geçiren, Kur’an’daki ifadeyle ‘Fetih Ehli’ zat’lar onun yerden göğe uzanan mübarek Ruhunu görebilir. (Bak.El-İbriz Abdülaziz Debbağ)

    Evet... Kâbe, yüksek düzeyde bir veli’dir.

    Kâbe duvarına sarılmak, yüz sürmek, onu bir sevgili gibi kabullenmek gerekir. “O”, sevgiye mutlak karşılık verendir.

    Allah, Kabe-i Muazzama hakkında şöyle buyurmuştur;

    “Şüphesiz Alemlere mübarek ve hidayet olarak, insanlar için ilk yapılan Beyt, Mekke’dekidir.” (3/96)

    Resulullah Efendimiz, bir Hadisinde;

    “Dünyadaki mescitlerin en hayırlısı benim Mescidimdir. Ancak Mescid-ül Haram bundan müstesnadır.” demektedir.

    Kur’an, Kâbe’yi ‘emin yer’ ve ‘Allah’ın evi’ vasıflarıyla nitelendirir. Evden kasıt, ‘vechi’dir. Allah, bu vech ile alemleri seyretmiştir.

    Ayeti Kerime;

    “Her nereye dönerseniz dönün, Allah’ın vechiyle karşılaşırsınız.” (2/115) diyor. Ne var ki, her zerrede mutlak kemaliyle var olan vech’in, Kâbe’deki izharı farklıdır.

    Bu arada bu mabedi keşfedip ilk kez inşa eden ve ehlince Hz.Muhammed’e en yakın Nebi olarak bilinen Hz.İbrahim’i unutmamak gerekiyor.

    Kur’anın bu konudaki ikazı şu;

    “İbrahim’in makamını namazgah yapın.” (Bakara 125)

    Resulullah Efendimiz (s.a.v) Kâbe’yi putlardan temizleyip, içinde namaz kılmıştır. Bir rivayete göre vechinden (giriş kapısının olduğu yer anlamına da geliyor) girmiş, karşı duvarı Kıble edinmiş ve Hz.İbrahim’in Kâbe içinde temsili olarak yapılan resmini de sildirmiştir. Bu hareket, Hz.İbrahim’le ilgili bir mesaj niteliğindedir. Zira Kâbe, içiyle, dışıyla resimden, mânâdan, vasıftan münezzehtir.

    Burada, şu Hadis-i Şerif’i nakletmeden geçemeyeceğim.

    “Bir yolculuk sırasında Resulü Ekrem (s.a.v);

    -Bu hangi deredir? diye sordular...

    Sahabiler;

    -El Ezrak deresidir.. dediler.

    Resulü Ekrem (s.a.v);

    -‘Musa (a.s) iki parmağının uçlarını iki kulağına koyup, yüksek sesle ‘Lebbeyke’ duasını okumak suretiyle Allah’a niyaz ederek, bu dereden geçerken gözümün önündedir.’ buyurdu..” (İbni Mace cilt

    Hadisten, Beni İsrail Nebisi Hz.Musa’nın, ‘muhterem yer’ anlamına gelen Mescid-ül Haram’ı ziyaret ettiği anlaşılıyor.

    İbni Abbas’tan (r.a) rivayet olduğuna göre, bir başka Hadisi Şerif’te Resulullah (s.a.v), şöyle buyuruyor;

    “Bu Kâbe, on dört evden biridir, yedi arzın her birinde bu evlerin bir benzeri yaratıldı. İnsanlar içinde de İbni Abbas, benim benzerimdir.” (Bak.Nakş El Fusus Şerhi)

    Benzerlerini sadece Ehlullahın saptayabildiği Kâbe, Ruhu Azam’ın, yani Ruh adlı Meleğin, dünya üzerinde kudret yönüyle zuhur eden güçlü temsilcisidir.

    Kabe’nin Beytül Makdis’ten farkını ve namazın kıblesini teşkil etmesinin gerçek sebebini, Efendimizin ve büyük Evliyaullahın ilmi yanında, denizden bir katre mesabesinde kalan ilmim ile izah etmeye çalıştım.

    Yeterli olup olmadığı konusundaki kanaati takdirlerinize bırakıyorum.

     
    Bugün 47 ziyaretçi (369 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol