աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: peygamber efendimizin annesine getirilmesi
      Bugün Ziyaretçi: 68
      Bugün Tıklama: 876
      Toplam Ziyaretçi: 136665
      Toplam Tıklama: 278361
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      18.191.150.201

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>peygamber efendimizin annesine getirilmesi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    peygamber efendimizin annesine getirilmesi

    Peygamber Efendimizin Annesine Getirilmesi

    Saadet Güneşi, ömrünün dört yılını geride bırakmış, oldukça gür­büzleşmiş ve gelişmişti.

    Zâtında görülen gariplikler, hele göğsünün yarılması hadisesi, Hz. Ha­lî­me’yi bütün bütün düşündürmeye ve telâşlandırmaya başladı. Hatta artık en­di­şe duyuyordu. Canı gibi sevdiği Efendimizin ba­şına hoş olmayan herhangi bir hadisenin gelmesinden korkuyordu.

    İşte, bu düşünce, endişe ve korku, Halîme ve kocası Hâris’i şu ka­rarı al­maya mecbur etti:

    “Başına bir iş gelmeden, bu yavruyu annesine teslim et­me­liyiz!”

    Halîme’nin içi cayır cayır yanıyordu, ama ne yapabilirdi ki?

    Nihayet, Nur Çocuk kendisine muvakkaten emanet edil­mişti! Emanete el koyacak hali yoktu ya!

    Sa’doğulları yurduna dört sene ışık saçan Saadet Güneşi, şimdi süt annesi tarafından Mekke’ye getiriliyordu. Burada bir başka haş­met­le, bambaşka bir azametle dünyaya ışık saçsın diye!

    Halîme ve kocası Mekke’ye gece girdiler. Bir ara Sevgili Efendimiz, gözler­den kayboldu. Halîme ve kocasında bir telâş başladı. Bütün aramalara rağmen onu bulamadılar. Gidip, dedesi Ab­dül­mut­ta­lib’e haber verdiler.

    Nur torununun kaybolduğunu haber alan şefkatli dede, birden şaşkına dön­dü. Üzgün ve telâşlı, aramaya koyuldu. Fakat ortalıkta Efendimiz görün­mü­yor­du. Ab­dül­mut­ta­lib, çaresiz, el­lerini açarak yalvardı: “Allahım! Ne olur Mu­hammed’imi bana geri ver!”

    Bu arada iki kişi, yanlarında bir çocukla görünüverdiler. Bunlar, Varaka b. Nevfel ve bir arkadaşı ile Peygamber Efendimiz idiler. Ab­dül­mut­ta­lib, hasre­ti­ni çektiği Saadet Güneşini bağrına bastı, doyasıya kokladıktan sonra boynuna bindirdi. Doğruca Kâbe’ye giderek onunla birlikte tavafta bulundu. Sonra da Sevgili Peygamberimizi götürüp annesine teslim etti.[1]

    Bilâhare, Ab­dül­mut­ta­lib, sevgili torununa kavuşmanın sevinç ve saadet bayramını kutlamak üzere, kurbanlar kes­tirerek Mekkelilere güzel bir ziyafet çekti.

    Artık Peygamber Efendimiz, aziz annesinin sıcak kucağında, şefkatli kolları arasında, mesut ve mütevazı evin­de idi.

    Sütanne Halîme, Saadet Güneşini Mekke’de bırakıp yurduna dön­dü. Fakat ne o Efendimizi, ne de Efendimiz onu hayatı boyunca unutmadı. Kendisini dört sene gibi uzun bir zaman kucaklayan ve saran kollara karşı hürmetini, saygısını hiçbir zaman yitirmedi. Onu, her gördüğünde, “Anneciğim!” diye, saygı ve hürmetle çağırır, kendisine ihsan ve ikramda bulunurdu. İhtiyacının olup olmadığını sorar, varsa hemen gidermeye çalışırdı.

    Aradan uzun zaman geçecek, yine Sa’doğulları yurdunu, bir yıl, kıtlık ve kuraklık saracak. Bu kıtlık ve kuraklığın dehşetine dayanamayan Halîme, çıkıp Mekke’ye gelecek ve Resûl-i Ekrem Efendimizle görüşmek isteyecektir.

    Kâinatın Efendisiyle görüşen Halîme, kendisine yurdundaki kıtlık ve ku­rak­lıktan şikayet eder. Zengin ve zengin olduğu kadar da kadîrşinas ve ha­yır­sever olan pâk zevcesi Hz. Hatice, derhal Halîme’ye kırk koyun, binmek ve yüklerini taşımak için bir de deve verir.

    Yine bir hayır ve vefa örneği: Efendimizin süt kardeşlerinden biri de Şeyma idi. Sa’doğulları yurdunda, Şeyma ile çok tatlı günler geçmişti.

    Bu tatlı hatıralardan seneler sonra, Huneyn Savaşı’nda, Şey­ma da, Müslü­manlar tarafından alınan esirler arasındaydı. Şey­ma, ken­disini tanıtınca, bir kız kardeşe gösterilmesi gereken alâkanın en üstününe Peygamber Efendimiz tara­fından mazhar oldu.

    Peygamber Efendimiz, Sa’doğulları yurdunda sütanne Halîme’­nin yanında geçen günlerinin hatıralarını ashabına zaman zaman anlatır ve şöyle derdi:

    “Ben, aranızda en halis Arabım. Çünkü Ku­reyşliyim. Aynı zamanda, Benî Sa’d b. Bekir yanında süt emdim ve li­sanım da onların lisanıdır.”[2]

    Peygamber Efendimiz Annesinin Yanında

    Nebiyy-i Muhterem Efendimiz, süt annesi Halîme tarafından annesi Hz. Âmine’ye teslim edildiğinde dört yaşını bitirmiş, beş yaşına ayak basmıştı.

    Takvim yaprakları, Milâdî 575 yılını gösteriyordu.

    Aziz annenin kalbine, henüz evliliklerinin ilk aylarında ebedî âleme göç eden kocası Abdullah’ın ayrılık acısı, ızdıraptan bir yumak gibi oturmuştu. Bu ızdırabı az da olsa hafifleten tek teselli kaynağı vardı: Biricik oğlu Muhammed (a.s.m.).

    Hz. Âmine, olanca şefkat ve muhabbetiyle nur yavrusunu sarmaya çalışı­yor, ona babadan yetim kalışın da acısını bu şekilde hatırlatmamaya gayret edi­yordu!

    Peygamber Efendimiz, Mekke’deki mütevazı evin ışığıydı, bereketiydi, gülüydü, huzur ve sevinci idi. Bu küçük yaşta bile annesine yardım etmekten asla geri durmuyordu. Hele, temizliğe dikkat edişine aziz annesi hayrandı!

    O, sadece annesine karşı değil, tanıdıklarının hepsine karşı yardımsever ve hürmetkâr idi. Arkadaşlarının yardımına koşmaktan zevk alırdı. Bu sebeple, arkadaşları da onu sever, sayar ve kendisiyle gezip dolaşmaya adeta can atar­lardı.

    Evet, Cenab-ı Hak, peygamberlik yüksek ve kutsî vazifesiyle me­mur ede­ceği resûlünü, böylece en güzel şekilde büyütüyor ve en mükemmel surette terbiye ediyordu!

    Baba Kabrini Ziyaret

    Kâinatın Efendisi, altı yaşında.

    Bu sırada Hz. Âmine’nin içine Medine’yi ziyaret arzusu doğdu. Maksadı; Ab­dül­mut­ta­lib’in annesi tarafından kendilerine dayı gelen Adiyy b. Neccaro­ğullarını görmek, hem de orada medfun bulunan bahtiyar kocasının kabrini zi­ya­ret etmekti.

    Bu maksatla hazırlıklar yapıldı. Günü gelince Mekke’den biricik oğlu ve dadısı Ümmü Eymen’le birlikte hareket etti. Âmine’nin âlemi şen ve neşeli ol­ması lâzım gelirken, bilâkis hüzünle kaplı idi. Sanki bir daha bu mukaddes beldeye ve bu Saadet Güneşinin doğuşuna sahne olan mübarek eve kavuşma­yacakmış gibi, tekrar tekrar dönüp Mekke’ye bakıyordu!

    Mevsimin en sıcak günlerinde yaptıkları yorucu bir yol­cu­luktan sonra Me­dine’ye vardılar. Efendimizin dayısı oğul­larından Nabi­ga’nın evine indiler.

    Hz. Âmine, bu evin avlusunda bulunan aziz kocasının kabrinin başına göz­yaşları içinde yıkılıverdi. Gözyaşları, Abdullah’ın kabrinin toprağını bol bol su­ladı.

    Peygamber Efendimiz de, ilk defa ruhunda yetimliğin acısını bu manzara karşısında duydu. O da, muhterem pede­rinin kabrine damla damla gözyaşı serpti.

    Sanki bu damlalar, Hz. Abdullah’a bir gül demeti yerine tak­dim ediliyordu!

    PEYGAMBERİMİZİN, YAHUDİ ÂLİMLERİNİN DİKKATİNİ ÇEKMESİ

    Medine’de geçirdikleri tatlı günlerinin birinde, Peygamberimiz, dadısı Üm­mü Eymen’le kaldıkları evin kapısı önünde oturuyordu. Oradan geçen ruhanî kı­yafetinde iki Yahudi, birden dikkatlerini onun üzerine diktiler. Peygamberi­miz, bu bakışlardan rahatsız olmuş gibi içeri girdi.

    Yahudiler, geçip gitmediler ve Ümmü Eymen’e yaklaşarak sordular: “Bu ço­cuğun adı nedir?”

    Ümmü Eymen, onları tanımıyordu. Art niyetli olabilirler ihtimâlini göz önünde bulundurarak, “Niçin soruyorsunuz?” de­di.

    Adamlar itimat telkin eder konuştular: “Bizim tanıdığımız bir çocuğa ben­ziyor da onun için sorduk. Lûtfen söy­ler misiniz, onun adı nedir?”

    Ümmü Eymen, davranışlarından ve konuşmalarından pek korkulacak kim­se­ler olmadığı kanaatine varınca, “Onun adı Ahmed’­dir” dedi.

    İki Yahudi, bu cevap üzerine, aradıklarını bulmuş gibi bir­birlerine tebes­sümle bakıştılar. Sonra içlerinden biri, Ümmü Ey­men’e yalvardı: “Ne olur, onu buraya biraz çağırır mısın?”

    Ümmü Eymen, tekrar tereddüde kapıldı. Neden, niçin isti­yor­lar­dı? Fakat adam bu tereddüdü şu sözleriyle izale etti:

    “Bizler” dedi. “İyilikten başka bir şey düşünmeyen insanlarız. Kimseye za­rar vermeyiz. Allah için onu seviyoruz ve senden, çağırmanı istiyoruz.”

    Ümmü Eymen, arzularını reddetmedi. İçeri girdi. Biraz sonra Pey­gamberi­mizle birlikte çıkıp geldi.

    Peygamberimizi görür görmez iki Yahudi de yerlere kadar eğildiler. Sonra da sevgi ve hürmet karışığı bir eda içinde Efendimize yaklaştılar. Onu tepeden tırnağa süzdüler. Sonra sır­tını açtılar, baktılar.

    Her ikisinin heyecan ve hayretleri gözlerinden okunuyordu. Biri­nin diğe­rine şöyle dediğini, Ümmü Eymen duydu:

    “İşte, bu çocuk, bu ümmetin peygamberidir! Bu şehir de onun hic­ret ede­ce­ği yerdir. Bu memlekette çok şiddetli savaşlar, hicretler ve büyük işler ola­cak­tır.”[3]

    Bu sözlerinden sonra ikisi de uzaklaşıp gittiler.

    Yine rivayete göre Resûl-i Ekrem Efendimiz yüzmeyi, bu ziyareti esnasında Benî Neccâr Kuyusu denilen suda öğrenmiştir.[4]


    ___________________________________________________________________

    [1] İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 176.
    [2] İbn Hişam, a.g.e., c. 1, s. 176; İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 113; Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 96.
    [3] İbn Sa’d, Tabakat, c, 1, s. 116.
    [4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 116.

    Yazar: 
     
    Bugün 68 ziyaretçi (876 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol