աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: ebu zerr i gifarinin islamla sereflenmesi
      Bugün Ziyaretçi: 66
      Bugün Tıklama: 831
      Toplam Ziyaretçi: 136664
      Toplam Tıklama: 278316
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.145.84.90

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>ebu zerr i gifarinin islamla sereflenmesi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    ebu zerr i gifarinin islamla sereflenmesi

    Ebû Zerr-İ Gıfarî'nin İslâmla Şereflenmesi

    İslam’ın ebedî nuru, gizliden gizliye ruhları sarmaya ve gönülleri fethet­meye devam ediyordu. İlk Müslümanlar bütün samimi­yet­le­riyle Hz. Re­sû­lul­lah’ın muallimliğinde İlâhî davayı öğrenmeye ve yaşamaya çalışıyorlardı.

    Peygamber Efendimiz, henüz davasını âşikâre ilan etmemişti; ama buna rağ­men, Mekke’nin dışında da birçok yerden, bek­lenen Son Peygamberin zu­hur ettiğine dair haber duyanlar vardı. Bunlar­dan biri de, Gıfar kabilesine men­sup Ebû Zerr idi.

    Ebû Zerr, Câhiliyye devrinde de putlara tapmaktan nef­ret eden ve seneler­den beri hak ve hakikati arayan, Araplar­ın güzide şâirlerinden biriydi. Duy­duğu haber üzerine önce, aradığı rehber zâtın Mek­ke ufuklarında parlayan zât olup olmadığını anlamak maksadıyla kendisinden de üstün bir şâir olan kar­deşi Üneys’e, “Haydi, Mek­ke’ye, zuhur ettiği söylenen zâta git, kendisiyle bir gö­rüş ve onun hakkında bana haber getir” diyerek onu Mekke’ye gönderdi.

    Üneys, kardeşinin bu tâlimatı üzerine Mekke’ye geldi ve Peygamber Efen­di­mizle görüşüp konuştuktan sonra geri döndü.

    Ebû Zerr, “Ne haber getirdin? Halk onun hakkında ne söy­lü­yor?” diye sor­du.

    Üneys, “Gördüğüm zât, halka iyilikte bulunmayı, kötülükten sakınmayı tav­siye ediyor ve güzel ahlâkı duyuruyor” dedikten sonra, sözlerine şöyle de­vam etti:

    “Halk, ‘Şâirdir, kâhindir, sâhirdir’ diyor! Ama ben kâhinlerin sözlerini işit­tim. Onun söyledikleri kat’iyyen kâhinlerin sözlerinden değildir. Söyledikle­rini, şâirlerin de her türlü şiirleriyle kıyas ettim; aralarında hiçbir benzerlik görmedim. Onun söyledikleri şiirden başka, apayrı bir şey! Bundan sonra ona şâir demek kimsenin ağzına ya­kışmaz. Hülâsa, yeminle derim ki Muhammed (a.s.m.) sâdıktır; ona çeşitli ithamlara yeltenenler ise kâziptir, yalancıların ta ken­dileridir.”[1]

    Ebû Zerr kardeşine, “Sen” dedi. “Beni rahatlatıcı fazla bir malumat getir­me­din. Ama yine de gidip onu bizzat görmeliyim!”

    Üneys, onu ikaz etti: “Gitmesine git, ama kendini Mekke halkından kolla! Çünkü onlar Muhammed’e karşı düşman cephesi kurmuşlardır!”

    Bundan sonra Ebû Zerr, eline asâsını, sırtına bir su kırbası ile bir azık da­ğar­cığı alarak yola düştü. Çölleri aşa aşa gelip Mekke’ye kavuştu ve doğruca Kâ­be’ye gitti. Resûl-i Ekrem’i aradı, fakat tanımadığı için bulamadı. Kimseye sor­­maya da cesaret edemedi; hem de uygun bulmadı. Çünkü kardeşinin de söy­­le­diği gibi, Mekke’de Müslümanlarla müşrikler arasında şiddetli bir müca­dele vardı ve Müslümanlar çok nâzik bir devreyi yaşıyorlardı.

    Mescid-i Haram’da kalmaktan başka bir çaresi yoktu. Öyle yaptı. Açlığını ise zemzem suyu içerek gideriyordu.

    Bir aralık Hz. Ali, onu Mescid-i Haram’ın bir köşesinde büzülmüş halde gördü. Yanından geçerken, kendi kendine, “Zannımca bu adam uzak bir yol­dan gelmiştir” diye konuşunca Ebû Zerr, “Evet” dedi. “Uzak bir yoldan gelmi­şim!”

    Hz. Ali, “Gel, evimize gidelim” dedi ve onu alıp evinde misafir etti. İkisi de ihtiyatlı ve tedbirli davrandıklarından o geceyi birbirlerine açılmadan geçirdi­ler.

    Sabah olunca Ebû Zerr, yine Re­sû­lul­lah Efendimizi sorup bulmak için Mescid-i Haram’a gitti; fakat aynı şekilde hiç kimseden Efendimiz hakkında bir malumat alamadı.

    Yine aynı köşede ümitsiz bir vaziyette beklerken yanına Hz. Ali uğradı; tek­rar kendi kendine, “Bu adamcağızın hâlâ yerini öğrenmek zamanı gelmedi mi?” diye konuştu. Bunun duyan Ebû Zerr, “Hayır...” dedi.

    Bunun üzerine Hz. Ali aynı şekilde, “Haydi, öyle ise bize gidelim” dedi ve alıp evine misafir götürdü.

    Bu sefer birbirlerine açıldılar. Önce Hz. Ali, “Nereden ve niçin geliyorsun?” diye sordu.

    Ebû Zerr, “Eğer, gizli tutacağına söz verirsen, sana anla­tırım!” de­di.

    Hz. Ali, “Emin olabilirsin” karşılığını verince, Ebû Zerr asıl maksadını açık­ladı. “Ben” dedi. “Gıfar kabilesindenim. Buradan pey­gamberlik iddiasında bu­lunan bir zâtın zuhur ettiği haberini duy­dum. Bizzat onu görüp konuşayım, diye geldim!”

    Samimi maksadını anlayan Hz. Ali, “Sen, bu hareketinle akıllılık ettin, doğ­ruyu buldun!” diye konuştuktan sonra, “Ben” dedi. “Şimdi Re­sû­lul­lah’ın ya­nı­na gidiyorum. Sen de peşimden gel! Benim girdiğim yere sen de gir! Eğer ben yolda sana zarar vereceğinden korktuğum birisini görürsem, pabucumu dü­zel­tir gibi bir duvara yönelir dururum. O zaman sen beni beklemezsin, yü­rür gi­dersin!”

    Evden çıktılar. Hz. Ali önde, Ebû Zerr ise onu arkadan takip ediyordu. Hiç­bir anormal durumla karşılaşmadan Hz. Re­sû­lul­lah’­ın huzuruna vardılar.

    Ebû Zerr,“Selam, sana olsun ey Allah’ın Re­sûlü!” dedi.[2]

    Resûl-i Ekrem, “Allah’ın rahmeti, senin üzerine de olsun” dedikten sonra, “Sen kimsin?” diye sordu.

    Ebû Zerr, “Ben, Gıfar kabilesindenim” diye cevap verdi.

    “Ne zamandan beri buradasın!”

    “Üç gün üç geceden beri buradayım!”

    “Seni kim doyuruyor?”

    “Tek yiyeceğim zemzem suyu idi. Şişmanladım bile! Hiç açlık ve susuzluk duymadım!”

    Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Zemzem, mübarek, doyurucu bir yiyecektir” buyurdu.

    Sonra Ebû Zerr, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bana İslam’ı anlat” dedi.

    Re­sû­lul­lah Efendimiz, İslamiyeti kendilerine anlatınca, derhal şehâdet geti­rerek Müslüman oldu.[3]

    Müslümanlığını İlân Etti!

    Şehâdet getirerek İslam’la şerefyab olan Hz. Ebû Zerr’e, ihtiyat ve tedbiri asla elden bırakmayan Re­sû­lul­lah’­ın tavsiyesi şu oldu:

    “Yâ Ebû Zerr! Sen, şimdilik bu işi gizli tut! Ve memleke­tine dön, git! İşi açı­ğa vurduğumuzu haber aldığın zaman gel!”

    Vecd ve heyecan mâdeni haline gelen Hz. Ebû Zerr, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Seni hak peygamber olarak gönderen Al­lah Teâlâ’ya yemin olsun ki ben bunu müşriklerin arasında açıkça ilan edeceğim!” Sonra da kalkıp doğruca Kâbe’ye koştu ve müşriklere karşı per­vasızca, “Ey Ku­reyş top­luluğu! Ben şehâ­det ede­rim ki Allah’tan başka ilâh yok ve Muhammed, O’nun Resûlüdür!” diye hay­kırdı.

    Bu kahramanca haykırış, müşrikleri hiddetlendirdi. Hep birden üzerine çul­landılar ve onun bayıltıncaya kadar dövdüler. Eğer, henüz o sırada İslamiyete girmemiş olan Hz. Abbas, ye­tişip, Gıfar kabilesine mensup oldu­ğunu ve bu ka­bilenin de Şam ticaret yoluna hâkim bulunduğunu söyleme­seydi, onu öldüre­ceklerdi!

    Fakat imanın verdiği cesaret ve heyecana sahip Hz. Ebû Zerr’i, bu darbeler de yıldırmadı. İkinci gün aynı şekilde ve ay­nı yerde, yine müşriklere karşı Al­lah’ın varlık ve birliğini, Hz. Re­sû­lul­lah’ın da O’nun hak peygamberi oldu­ğunu pervasızca haykırdı. Tekrar müşriklerin ağır darbelerine maruz kaldı. Yine araya Hz. Abbas girdi ve “Yazıklar olsun size! Siz, Gıfar kabilesinden bi­rini mi öldürmek istiyorsunuz? Onların sizin ticaret yeriniz ve yolunuz üze­rinde bulunduğunu bilmiyor musunuz?” diyerek onu müşriklerin merhamet­sizce savurdukları darbelerden kurtardı.[4]

    Bu hadiseden sonra Hz. Ebû Zerr, kavim ve kabilesini hak dine davet etmek üzere yurdunun yolunu tuttu. Hicret’in altıncı yılına kadar da orada kaldı. Bu sebeple Bedir, Uhud ve Hendek Gazâlarında bulunamadı. Fakat bunlardan sonraki gazâlarda Resûl-i Ekrem Efendimizin yanından ayrılmadı.


    _______________________________________________________

    [1] İbn Sa’d, Tabakat, c. 4, s. 224; Müslim, Sahih, c. 7, s. 153-154.
    [2] İslam’da bu türlü ilk selam veren zât, Ebû Zerr Hazretleridir.
    [3] İbn Sa’d, Tabakat, c. 4, s. 224-225; Müslim, Sahih, c. 7, s. 153-154.
    [4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4. s. 255.

     
    Bugün 66 ziyaretçi (831 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol