աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: peygamberimizin hz safiyye ile evlenmesi
      Bugün Ziyaretçi: 67
      Bugün Tıklama: 835
      Toplam Ziyaretçi: 136664
      Toplam Tıklama: 278320
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      3.145.84.90

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>peygamberimizin hz safiyye ile evlenmesi

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    peygamberimizin hz safiyye ile evlenmesi

    Peygamberimizin Hz. Safiyye ile Evlenmesi

    Hayber fethinde esir alınanlar arasında Hz. Safiyye de bulunuyordu.

    Asıl ismi “Zeyneb” olan Hz. Safiyye, Benî Nadîr Reisi Hu­yey b. Ahtab’ın kızı idi. Annesi ise, Benî Kurayza Yahudileri eşrafından olan Semevel’in kızı Berre idi. Hayber Yahudileri reislerinden Rebi’ b. Hukayk’ın oğlu Kinâne’yle yeni evlenmişti. Hayber günü Rebi öldürülünce dul kalmıştı. Müslümanlar ta­rafından da Kamus Kalesi’nin teslim olması sırasında esir alınmıştı.[1]

    Esirler toplandığı zaman Dıhyetü’l-Kelbî, Resûl-i Ekrem Efendimize gelip bir cariye istemişti. Peygamber Efendimiz de esirler arasından bir cariye alma­sına müsaade buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Dıhye, Hz. Safiyye’yi be­ğenip al­mıştı.[2]

    Fakat ashab-ı kiram, Hz. Safiyye’nin Hayber Reisinin ge­lini ve Benî Na­dîr’in en şerefli bir ailesinin kızı olduğunu düşünerek bunu uygun görmedi. Hz. Re­sû­lul­lah’a gelerek, “Yâ Re­sû­lal­lah! Benî Ku­rayza ve Benî Nadîrlerin reisi Huyey’in kızı Safiyye’yi Dıhye’nin alması uygun değildir! Onu ancak sen al­malısın!” diyerek itiraz etti­ler.[3]

    Peygamber Efendimiz bu itirazı kabul etmediği takdirde ashab-ı güzinin kal­ben rahatsız olacakları muhakkaktı. Bunun üzerine Efen­dimiz, Hz. Dıh­ye’ye başka bir kadın almasını emir buyurdu; Hz. Bilâl’i de, Hz. Safiyye’yi ge­tirmeye gönderdi.

    Hz. Bilâl’in Hz. Safiyye’yi Getirmesi

    Hz. Bilâl, Hz. Safiyye’yi, yine esir düşen amcası kızıyla alıp getirirken, on­ları Yahudi erkeklerinden iki kişinin cese­dinin yanından geçirdi. Amcası kızı bu manzarayı görür görmez feryat ve figana başladı; yüzünü parçalayıp, ba­şı­na topraklar saçtı.

    Uzaktan durumu fark eden Resûl-i Ekrem Efendimiz, yanına gelen Hz. Bi­lâl’e, “Ey Bilâl! Senden merhamet ve şefkat duy­gusu sökülüp atıldı mı ki bu ka­­dıncağızları ölülerinin yanından geçirdin?”[4]buyurdu.

    Hz. Bilâl, mahcup mahcup huzurda boynunu büktü ve “Yâ Re­sû­lal­lah! Zâ­tı­nı­zın bundan rahatsız olacağını tahmin etmemiştim” diyerek özür diledi.

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Safiyye’yi arka tarafına almalarını emrede­rek üzerine de omuz atkısını örttü. Bunun üzerine sahabe­ler, Peygamber Efen­di­mizin onu kendisine başkumandanlık hakkı [safiy] olarak aldığını an­la­dılar.[5]

    Peygamber Efendimizin harp sonrası bir prensibi de, mağlup ettiği veya teslime mecbur bıraktığı düşmanla uzlaşma yoluna gitmesi idi. Hz. Safiyye ai­lesi, Yahudiler arasında itibarlı ve şerefli bir aileydi. Elbette, onun mevkiinin muhafazası, İslamiyet ve Müslümanlar için iyi neticeler ve faydalar doğurabi­lecekti. Bir diğer husus da, Resûl-i Ekrem’in bazı evliliklerinde siyasî durumu göz önünde bulun­durmasıydı. Bir kabilenin veya bir kavmin ileri gelenlerin­den birinin kızını almakla, o kavmi, o kabileyi, düşman ise İslamiyete ve Müs­lümanlara karşı düşmanlıklarını en azından hafifletip yumuşatıyor, dost ise bu dostluğun daha da kuvvet bulmasını sağlıyordu. Hz. Cüveyriye ve Hz. Ümmü Habibe ile evlenmelerinde bu hususlar gayet açık görülür.

    Hz. Safiyye’nin Tercihi

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Safiyye’ye İslam’ı anlattı ve “Eğer Müslüman olursan, ben seni kendime zevce edine­ceğim; şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni azat ederim, sen de gider, kavmine kavuşursun!”[6]buyurdu.

    Resûl-i Kibriya Efendimizle bir kerecik olsun görüşüp kendisinden birkaç kut­sî kelâm duyan Hz. Safiyye, tercihini doğru yaparak, aynı zamanda kalbi­nin safiyetini ve derin anlayışını açıkça ortaya koydu: “Yâ Re­sû­lal­lah! Siz beni İs­lamiyete davet etmeden önce, konak yerine geldiğimde, Müslümanlığı ar­zu­la­mış ve seni tasdik etmiş bulunuyordum! Yahudilikle benim hiçbir ilgim kal­mamış ve ona artık ihtiyacım da yoktur. Hayber’de de artık ne babam ne de kar­deşim vardır! Sen, beni küfürle İslamiyetten birini seçmekte serbest bırakı­yorsun! Allah ve Allah’ın Resûlü, bana azat edilmem­den ve kavmimin yanına dönmem­den daha sevgilidir! Ben onları ter­cih ediyorum!”[7]

    Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye’yi hürriyetine kavuş­turdu ve onu Ezvac-ı Tâhirat arasına katarak şereflendirdi.[8]

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Safiyye ile Hayber’de ger­değe girmedi. Sibar mevkiine geldiği zaman ise, Hz. Safiyye bu işe muvafakat etmedi. Ancak Hayber’den on iki mil kadar uzaklaştıktan sonra Sahba’da muvafakat etti. Peygamber Efendimiz, “Sibar’da konmak istediğim zaman râzı olmamanın se­bebi neydi?” diye sorunca, Hz. Safiyye, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Yahudilerin yakınında sana bir zararın gelebileceğinden kork­muştum. Onlardan uzakla­şınca emniyete kavuştum!”[9]

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, onun bu bağlılığından memnun oldu.

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, Sahba mevkiinde Hz. Safiyye ile kendisine âit ça­dırda gerdeğe girdi.

    Hz. Safiyye’nin Rüyasını Anlatması

    Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye’nin yüzünde bir darbe çürüğü gördü. Se­bebini sordu. Hz. Safiyye izah etti:

    “Kinâne, b. Rebi ile evlendiğim ilk gece bir rüya görmüştüm. Rü­yamda Medine tarafından bir ayın gelip kucağıma düştüğüne şahit oluyordum. Bunu Kinâne’ye anlatınca kızdı ve ‘Sen ancak Hicaz Hükümdarı Muhammed’e var­mak istiyorsun!’ diyerek yüzü­me bir tokat vurdu. Onun izi kaldı.”[10]

    Hz. Ebû Eyyûb’un Fedakârlığı

    Hz. Ebû Eyyûb el-Ensarî, kılıcını kuşanıp o gece sabaha kadar çadırının et­ra­fında dolaşarak Peygamber Efendimizi beklemişti.

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, sabahleyin erkenden çadırından çıkınca, Hz. Ebû Eyyûb tekbir getirdi. Peygamber Efendimiz onu elin­de kılıç, çadırın yanında görünce, “Yâ Eba Eyyûb! Nedir bu halin?” diye sordu.

    Bütün gece gözü uyku tutmayan fedakâr sahabe, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Harpte babasını, kardeşini, kocasını, amcasını, akraba ve taallûkatını kaybe­den ve henüz yeni Müs­lüman olan bu kadından sana bir zarar gelebileceğin­den korktum da çadırını bekledim!”[11]

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, mübarek tebessümleri arasında, “Allah, seni hay­ra erdirsin!” diye buyurdu ve arkasından ona şu duayı yaptı:

    “Allahım! Beni koruyarak gecelediği gibi, sen de Ebû Eyyûb’u koru!”[12]

    Mücahitlerin Sabah Namazını Kaçırmaları

    Resûl-i Kibriya Efendimiz, ashab-ı kiramla Medine’ye yaklaşmıştı. Sabah na­mazı vaktine de fazla bir zaman kalmamıştı. Mücahitler, bütün gece yol al­dık­ları için, bir nebze istirahat etmek maksadıyla, Peygamber Efendimizin em­riyle bir yerde konakladılar.

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Sabah namazı vaktinizi kim bekleyecek? Belki uyuyabiliriz” diye ashab-ı kirama sordu.

    Hz. Bilâl ayağa kalkıp, “Ben beklerim yâ Re­sû­lal­lah!” dedi.

    Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem Efendimizle mücahitler uyudular.

    O arada Hz. Bilâl de namaza durdu. Uzun müddet namaz kıldı. Sonra çök­müş devesine yaslanarak sabah namazı vaktini gözlemeye başladı. Bu arada uy­kuya daldı. Mücahitlerin “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn” demeleriyle an­cak uyanabildi. Güneş doğmuş, her taraf aydınlanmıştı!

    Resûl-i Ekrem Efendimiz, telâşla, “Ey Bilâl! Nedir bu yaptığın bize?” diye­rek sitem etti.

    Hz. Bilâl, “Anam babam, sana feda olsun yâ Re­sû­lal­lah! Senin ruhunu tutan kudret, benim de ruhumu tuttu, bırak­madı!” deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz gülümseyerek, “Doğru söyledin!” buyurdu.[13]

    Sahabelerin uyuyakaldıkları vadiden çıkılınca, Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Burası, şeytanların eğleştiği bir vadidir!” buyurdu ve abdest aldıktan sonra Hz. Bilâl’e, “Ey Bilâl! Ezanı oku!” diye emretti.

    Ezan okununca Müslümanlar toplandı.

    Peygamber Efendimiz onlara, “Sabah namazının sünne­tini kılınız” bu­yur­du.

    Sünnet kılındıktan sonra Peygamber Efendimiz, “Ey Bi­lâl! Kamet getir” de­di.

    Hz. Bilâl kamet getirdi.

    Peygamber Efendimiz, imam olup namazı kıldırdıktan sonra, ashab-ı ki­rama döndü ve “Herhangi biriniz, uyur veya unutuverir de namazını geçirirse, onu vaktinde kıldığı şekilde kılsın, kazâ etsin” diye buyurdu.[14]

    Medine’ye Dönüş

    Fahr-i Kâinat Efendimiz, bütün bu olup bitenlerden sonra mücahitlerle bir­likte tekrar Medine’ye doğru yol aldı. Uhud dağı görününce, “Biz Uhud’u se­ve­­­riz, Uhud da bizi!” diye buyurdu. Ordusuyla Medine’ye girerken de, “Yâ Rab­­bi! Sen­den başka mâbud yoktur; yalnız sen varsın. Senin ortağın yoktur; bü­­tün mülk senindir. Bütün hamd da senindir. Allahım! Biz, sana yöneldik; gü­­nahlarımızdan tevbe ediyoruz. Biz, ancak Rabbimize ibadet, Rabbimize sec­de, Rabbimize hamd ederiz. Rabbimiz vaadinde sâdıktır; kuluna (Muham­med’e) nusret etmiştir, yalnız başına bütün düşman topluluklarını hezimete uğ­ratıp sindirmiştir”[15]diye dua etti.[16]


    ______________________________________________________________

    [1]İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 350; İbn Sa’d, Tabakat, c. 8, s. 120.
    [2]Ebû Dâvûd, Sünen, c. 3, s. 153.
    [3]Ahmed-i İbn Hanbel, Müsned, c. 3, s. 102.
    [4]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 351.
    [5]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 351.
    [6]İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s.123.
    [7]İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s.121-123.
    [8]İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s.121-125
    [9]İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s.122-123.
    [10]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s.351; İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 121.
    [11]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s.351; İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 126.
    [12]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 354-355.
    [13]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 355.
    [14]İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 355; İbn Kayyim, Zâdü’l-Meâd, c. 2, s. 163.
    [15]İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 123-124.
    [16]Peygamber Efendimiz, herhangi bir gazâdan, hacdan veya bir umreden döndüklerinde, bir dağ başı­na çıkınca, yahut düz, yüksek bir sahaya varınca üç defa tekbir getirdikten sonra hep bu duayı yapardı.

    Yazar: 
     
    Bugün 67 ziyaretçi (835 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol