//-->


աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: Yasin Suresi 2
      Bugün Ziyaretçi: 83
      Bugün Tıklama: 217
      Toplam Ziyaretçi: 116306
      Toplam Tıklama: 240781
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      18.222.83.185

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>Yasin Suresi 2

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    Yasin Suresi 2

     

    Yâsin Suresi, Arapça Okunuşu ve Anlamı

    Yâsin Sûresi, Tecvitli Okunuşu ve Meâli Okuma Kuralları: â, â, î ve û harfleri, uzatılarak okunur. [k]h, hırıltılı he demektir. Transkripsiyonda harfler olduğu gibi değil; tecvit kurallarına göre uğradığı değişime göre yazılır.

    Sayfa 1

    بِسمِ اللهِ الرَّحمنِ الرَّحيمِ

    Bismillâhirrahmânirrahîm.

    Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla...

    يَا-سِين

    1. Yâsîn. play

    Yâsîn.

    وَالْقُرْآنِ الْحَكِيمِ

    2. Vel kur'ânil hakîm play

    O hikmet dolu Kurân'a yemîn ederim ki,

    إِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ

    3. İnneke leminel murselîn. play

    Sen (Habîbim), hiç şübhesiz (Hak tarafından) gönderilen (peygamber)lerdensin.

    عَلَىٰ صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ

    4. Alâ sırâtim-müstagîm. play

    Dosdoğru bir yol üzerindesin.

    تَنزِيلَ الْعَزِيزِ الرَّحِيمِ

    5. Tenzîlel azîzir-rahîm. play

    (Bu Kurân) yegâne gâlib, çok esirgeyici (Allah)'nin indirdiği (bir kitab)dır.

    لِتُنذِرَ قَوْماً مَا أُنذِرَ آبَاؤُهُمْ فَهُمْ غَافِلُونَ

    6. Litunzira gavmem-mâ unzira âbâuhum fehum ğâfilûn. play

    (Bunun) hikmeti de (yakın) ataları azâb ile korkutulmamış, bu yüzden kendileri gaflet içinde kalmış olan bir kavmi (onunla) korkutmandır.

    لَقَدْ حَقَّ الْقَوْلُ عَلَىٰ أَكْثَرِهِمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ

    7. Legad haggal gavlü alâ ekserihim fehum lâ yu'minûn. play

    Andolsun ki onların çoğunun üzerine azap sözü hak olmuştur. Onlar, imana gelmezler.

    إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلاَلاً فَهِيَ إِلَىٰ الأَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ

    8. İnnâ cealnâ fî ağnâgihim ağlâlen fehiye ilel ezgâni fehum mugmehûn. play

    Çünkü biz onların boyunlarına kelepçeler geçirmişiz. O kelepçeler çenelerine dayanmıştır da burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmaktadırlar.

    وَجَعَلْنَا مِنْ بَيْنِ أَيْدِيهِمْ سَدّاً وَمِنْ خَلْفِهِمْ سَدّاً فَأَغْشَيْنَاهُمْ فَهُمْ لاَ يُبْصِرُونَ

    9. Vecealnâ mim-beyni eydîhim seddev-vemin [k]halfihim sedden feağşeynâhum fehüm lâ yubsirûn play

    Biz hem önlerinden bir sed, hem arkalarından bir sed çektik. Böylece onları sarıverdik. Artık görmezler.

    وَسَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ

    10. Vesevâun aleyhim eenzertehum emlem tünzirhum lâ yu'minûn. play

    Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.

     إِنَّمَا تُنذِرُ مَنِ اتَّبَعَ الذّ ِكْرَ وَخَشِيَ الرَّحْمَنَ بِالْغَيْبِ فَبَشّـِرْهُ بِمَغْفِرَةٍ وَأَجْرٍ كَرِيمٍ

    11. İnnemâ tunziru menittebeaz-zikra ve [k]haşiyer-rahmâne bil ğayb. Febeşşirhu bimağfirativ-veecrin kerîm. play

    Sen ancak Kurân'a tabi olan ve görünmediği halde Rahman olan Allah'tan korkan kimseyi sakındırırsın. İşte onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir mükafatla müjdele.

     إِنَّا نَحْنُ نُحْيِ الْمَوْتَىٰ وَنَكْتُبُ مَا قَدَّمُوا وَآثَارَهُمْ وَكُلَّ شَيْءٍ أحْصَيْنَاهُ فِي إِمَامٍ مُبِينٍ

    12. İnnâ nahnü nuhyil mevtâ venektubu mâ gaddemû ve âsârahum. Ve külle şey'in ehsaynâhu fî imâmim-mubîn. play

    Onları korkutsan da korkutmasan da onlara göre birdir, inanmazlar.

    Sayfa 2

     وَاضْرِبْ لَهُمْ مَثَلاً أَصْحَابَ الْقَرْيَةِ إِذْ جَاءَهَا الْمُرْسَلُونَ

    13. Vadriblehüm meselen eshâbel garyeh. İz câehel murselûn. play

    Sen onlara, o şehir halkını örnek ver. Hani oraya peygamberler gelmişti.

     إِذْ أَرْسَلْنَا إِلَيْهِمُ اثْنَيْنِ فَكَذَّبُوهُمَا فَعَزَّزْنَا بِثَالِثٍ فَقَالُوا إِنَّا إِلَيْكُمْ مُرْسَلُونَ

    14. İz erselnâ ileyhimusneyni fekezzebûhumâ feazzeznâ bisâlisin fegâlû innâ ileyküm murselûn. play

    Hani biz onlara iki peygamber göndermiştik, fakat onlar ikisini de yalanlamışlardı. Biz de (onları) üçüncü bir peygamberle destekledik. Onlara: "Şüphesiz ki biz size gönderilmiş elçileriz." dediler.

     قَالُوا مَا أَنْتُمْ إِلاَّ بَشَرٌ مِثْلُنَا وَمَا أَنزَلَ الرَّحْمَنُ مِنْ شَيْءٍ إِنْ أَنْتُمْ إِلاَّ تَكْذِبُونَ

    15. Gâlû mâ entum illâ beşerum-mislunâ. Vemâ enzelerrahmânu min şey'. İn entum illâ tekzibûn. play

    Onlar da: "Siz bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz, hem Rahman olan Allah, hiçbir şey indirmedi. Siz sadece yalan söylüyorsunuz." dediler.

    قَالُوا رَبُّنَا يَعْلَمُ إِنَّا إِلَيْكُمْ لَمُرْسَلُونَ

    16. Gâlû Rabbûne yağlemu innâ ileykum lemurselûn. play

    Peygamberler dediler ki: "Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş elçileriz."

    وَمَا عَلَيْنَا إِلاَّ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ

    17. Vemâ aleynâ illel belâğul mubîn. play

    "Bize düşen de sadece apaçık tebliğdir."

    قَالُوا إِنَّا تَطَيَّرْنَا بِكُمْ لَئِنْ لَمْ تَنتَهُوا لَنَرْجُمَنَّكُمْ وَلَيَمَسَّنَّكُمْ مِنَّا عَذَابٌ أَلِيمٌ

    18. Gâlû innâ tetayyernâ bikum. Leil-lem tentehû lenercumennekum veleyemessennekum minnâ azâbun elîm. play

    Onlar dediler ki: "Herhalde biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer bu işten vazgeçmezseniz, andolsun ki, sizi hiç tınmadan taşlarız ve mutlaka bizden size pek acıklı bir azap dokunur."

    قَالُوا طَائِرُكُمْ مَعَكُمْ أَئِنْ ذُكّـِرْتُمْ بَلْ أَنْتُمْ قَوْمٌ مُسْرِفُونَ

    19. Gâlû tâirukum meaküm. Ein zukkirtum. Bel entüm gavmum-musrifûn. play

    Peygamberler de şöyle cevap verdiler: "Sizin uğursuzluğunuz beraberinizdedir. Size öğüt verildi diye mi (uğursuzluğa uğradınız)? Doğrusu siz israfı âdet etmiş bir kavimsiniz."

    وَجَاءَ مِنْ أَقْصَىٰ الْمَدِينَةِ رَجُلٌ يَسْعَىٰ قَالَ يَاقَوْمِ اتَّبِعُوا الْمُرْسَلِينَ

    20. Vecâ emin egsal medîneti raculuy-yes'â gâle yâ gavmittebiul murselîn. play

    O sırada şehrin ta ucundan bir adam koşarak geldi ve: "Ey kavmim! Uyun o elçilere!"

    اتَّبِعُوا مَنْ لاَ يَسْأَلُكُمْ أَجْراً وَهُمْ مُهْتَدُونَ

    21. İttebiû mel-le yes'elukum ecrav-vehum muhtedûn. play

    "Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o zatlara ki, onlar hidayete ermişlerdir."

    وَمَا لِيَ لاَ أَعْبُدُ الَّذِي فَطَرَنِي وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

    22. Vemâ liye lâ ağbudullezî fetaranî veileyhi turceûn. play

    "Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim beni yaratana? Hep döndürülüp O'na götürüleceksiniz."

    أَأَتَّخِذُ مِنْ دُونِهِ آلِهَةً إِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمَنُ بِضُرّ ٍ لاَ تُغْنِ عَنّـِي شَفَاعَتُهُمْ شَيْئاً وَلاَ يُنقِذُونِ

    23. Eette[k]hizu min dûnihî âliheten iy-yuridnirrahmânu bidurril-lâ tuğni annî şefâatuhum şey'ev-velâ yungizûn. play

    "Hiç ben O'ndan başka ilâhlar edinir miyim? Eğer O Rahman, bana bir zarar dileyecek olsa, onların şefaati benden yana hiçbir şeye yaramaz ve onlar beni kurtaramazlar."

    إِنّـِي إِذاً لَفِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ

    24. İnnî izel-lefî dalâlim-mubîn. play

    "Şüphesiz ki ben, o zaman apaçık bir sapıklık içinde olurum."

    إِنّـِي آمَنْتُ بِرَبّـِكُمْ فَاسْمَعُونِ

    25. İnnî âmentu birabbikum fesmeûn. play

    "Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman getirdim, gelin dinleyin beni."

    قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قَالَ يَالَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ

    26. Gîled[k]hulil cenneh. Gâle yâ leyte gavmî yağlemûn. play

    (Sonra ona) "haydi gir cennete!" denildi. O da dedi ki: "Ne olurdu kavmim bilseydi!"

    بِمَا غَفَرَ لِي رَبّـِي وَجَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ

    27. Bimâ ğaferalî rabbî vecealenî minel mukremîn. play

    "Rabbimin beni bağışladığını ve beni kendilerine ikram edilen kullarından kıldığını."

    Sayfa 3

    وَمَا أَنزَلْنَا عَلَىٰ قَوْمِهِ مِنْ بَعْدِهِ مِنْ جُندٍ مِنَ السَّمَاءِ وَمَا كُنَّا مُنزِلِينَ

    28. Vemâ enzelnâ alâ gavmihî mim-bağdihî min cundim-mines-semâi vemâ künnâ munzilîn. play

    Biz arkasından kavminin üzerine bir ordu indirmedik, indirecek de değildik.

    إِنْ كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ خَامِدُونَ

    29. İn kânet illâ sayhatev-vâhideten feizâhum [k]hâmidûn. play

    Sadece bir gürültü oldu, onlar da hemen sönüverdiler.

    يَاحَسْرَةً عَلَىٰ الْعِبَادِ مَا يَأْتِيهِمْ مِنْ رَسُولٍ إِلاَّ كَانُوا بِهِ يَسْتَهْزِئُون

    30. Yâ hasraten alel ibâd. Mâ ye'tîkum mir-rasûlin illâ kânû bihî yestehziûn. play

    Yazıklar olsun o kullara ki, kendilerine gelen her bir peygamberle mutlaka alay ediyorlardı.

    أَلَمْ يَرَوْا كَمْ أَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ أَنَّهُمْ إِلَيْهِمْ لاَ يَرْجِعُونَ

    31. Elem yerav kem ehleknâ gablehum minel gurûni ennehum ileyhim lâ yerciûn. play

    Görmediler mi ki, kendilerinden önce nice kuşakları helak etmişiz. Onlar artık kendilerine dönüp gelmiyorlar.

    وَإِنْ كُلٌّ لَمَّا جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ

    32. Ve in küllül-lemmâ cemîul-ledeynâ muhdarûn. play play

    Onların hepsi toplanıp, sadece bizim huzurumuza getirilmişlerdir.

    وَآيَةٌ لَهُمُ الأَرْضُ الْمَيْتَةُ أَحْيَيْنَاهَا وَأَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبّاً فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ

    33. Ve âyetül-lehümül erdul meyteh. Ehyaynâhâ ve ek[h]racnâ minhâ habben feminhu ye'kulûn. play

    Hem bir delildir onlara ölü toprak. Biz ona hayat verdik ve ondan taneler çıkardık da ondan yiyip duruyorlar.

    وَجَعَلْنَا فِيهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخِيلٍ وَأَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا فِيهَا مِنَ الْعُيُونِ

    34. Vecealnâ fîhâ cennâtim-min na[k]hîliv-ve ağnâbiv-ve feccernâ fîhâ minel uyûn. play

    Biz orada hurmalıklardan, üzüm bağlarından bahçeler yaptık. İçlerinde pınarlardan sular fışkırttık.

    لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِهِ وَمَا عَمِلَتْهُ أَيْدِيهِمْ أَفَلاَ يَشْكُرُونَ

    35. Liye'kulû min semerihî vemâ amilethu eydîhim. Efelâ yeşkurûn. play

    (Bunu), Onun ürününden ve kendi elleriyle yaptıklarından yesinler diye (yaptık). Hâlâ şükretmeyecekler mi?

    سُبْحَانَ الَّذِي خَلَقَ الأَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الأَرْضُ وَمِنْ أَنفُسِهِمْ وَمِمَّا لاَ يَعْلَمُونَ

    36. Subhânellezî [k]halegal ezvâce küllehâ mimmâ tünbitül erdu ve min enfusihim ve mimmâ lâ yağlemûn. play

    Yerin bitkilerinden, kendi nefislerinden ve daha bilemeyecekleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah'ın şanı ne yücedir.

    وَآيَةٌ لَهُمُ اللَّيْلُ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَإِذَا هُمْ مُظْلِمُونَ

    37. Ve âyâtül-lehumul-leyl. Nesla[k]hu minhun-nehâra feizâhüm muzlimûn. play

    Gece de onlara bir delildir. Biz ondan gündüzü soyar çıkarırız, bir de bakarlar ki karanlığa dalmışlar.

    وَالشَّمْسُ تَجْرِي لِمُسْتَقَرّ ٍلَهَا ذٰلِكَ تَقْدِيرُ الْعَزِيزِ الْعَلِيمِ

    38. Veşşemsu tecrî limustegarril-lehâ. Zâlike tagdîrul azîzil alîm. play

    Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.

    وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتَّىٰ عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَدِيمِ

    39. Vel gamera gaddernâhu menâ zile hattâ âde kel urcûnil gadîm. play

    Ay'a gelince, ona menziller tayin ettik. Nihayet o eski hurma salkımının çöpü gibi (yay haline) dönmüştür.

    لاَ الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلاَ اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

    40. Leşşemsu yembeğî lehâ en tudrikel gamera velelleylu sâbigun-nehâr. Ve küllün fî felekiy-yesbahûn. play

    Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.

    Sayfa 4

    وَآيَةٌ لَهُمْ أَنَّا حَمَلْنَا ذُرّ ِيَّتَهُمْ فِي الْفُلْكِ الْمَشْحُونِ

    41. Veâyetül-lehüm ennâ hamelnâ zürriyyetehum fil fulkil meşhûn. play

    Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.

    وَخَلَقْنَا لَهُمْ مِنْ مِثْلِهِ مَا يَرْكَبُونَ

    42. Ve [k]halagnâ lehum mim-mislihî mâ yerkebûn. play

    Yine kendileri için onun gibi binecek şeyler yaratmamızdır.

    وَإِنْ نَشَأْ نُغْرِقْهُمْ فَلاَ صَرِيخَ لَهُمْ وَلاَ هُمْ يُنقَذُونَ

    43. Vein neşe' nuğrighum felâ sarî[k]ha lehum velâhum yungazûn. play play

    Eğer dilesek onları boğarız da o zaman ne onların feryadına yetişen bulunur, ne de onlar kurtarılır.

    إِلاَّ رَحْمَةً مِنَّا وَمَتَاعاً إِلَىٰ حِينٍ

    44. İllâ rahmetem-minnâ ve metâan ilâhîn. play

    Ancak tarafımızdan bir rahmet ve bir zamana kadar yaşatmak başka. .

    وَإِذَا قِيلَ لَهُمُ اتَّقُوا مَا بَيْنَ أَيْدِيكُمْ وَمَا خَلْفَكُمْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

    45. Ve izâ gîlelehümüt-tegû mâ beyne eydîküm vemâ [k]halfeküm leallekum turhamûn. play

    Durum böyle iken onlara: "Önünüzdekinden ve arkanızdakinden korkun ki size rahmet edilsin" denildiği zaman,

    وَمَا تَأْتِيهِمْ مِنْ آيَةٍ مِنْ آيَاتِ رَبّـِهِمْ إِلاَّ كَانُوا عَنْهَا مُعْرِضِينَ

    46. Vemâ te'tîhim-min âyetim-min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ muğridîn. play

    Ve kendilerine Rablerinin âyetlerinden herhangi bir âyet geldiği zaman mutlaka ondan yüz çevirirler.

    وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ أَنفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللَّهُ قَالَ الَّذِينَ كَفَرُوا لِلَّذِينَ آمَنُوا أَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَاءُ اللَّهُ أَطْعَمَهُ إِنْ أَنْتُمْ إِلاَّ فِي ضَلاَلٍ مُبِينٍ

    47. Ve izâ gîlelehum enfigû mimmâ razegakumullâhu gâlellezîne keferû lillezîne âmenû enut imu mel-lev yeşâullâhu et ameh. İn entüm illâ fî dalâlim-mubîn. play

    Onlara: "Allah'ın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın" dendiği zaman, o kâfirler, müminler için: "Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz apaçık bir sapıklık içinde değil de nesiniz?" dediler.

    وَيَقُولُونَ مَتَىٰ هٰذَا الْوَعْدُ إِنْ كُنتُمْ صَادِقِينَ

    48. Ve yegûlûne metâ hâzel vağdu in küntüm sâdigîn. play

    Yine onlar: "Eğer doğru söylüyorsanız bu (kıyamet) vaadi ne zaman?" diyorlar.

    مَا يَنظُرُونَ إِلاَّ صَيْحَةً وَاحِدَة تَأْخُذُهُمْ وَهُمْ يَخِصّـِمُونَ

    49. Mâ yenzurûne illâ sayhatev-vâhideten te'[k]huzûhum vehum ye[k]hissimûn. play

    Onlar sadece bir tek çığlığa bakıyorlar, bir çığlık ki, onlar çekişip dururken kendilerini yakalayıverir.

    فَلاَ يَسْتَطِيعُونَ تَوْصِيَةً وَلاَ إِلَىٰ أَهْلِهِمْ يَرْجِعُونَ

    50. Felâ yestetîûne tavsiyetev-ve lâ ilâ ehlihim yerciûn. play

    O zaman bir vasiyette bile bulunamazlar. Ailelerine de dönemezler.

    وَنُفِخَ فِي الصُّورِ فَإِذَا هُمْ مِنَ الأَجْدَاثِ إِلَىٰ رَبّـِهِمْ يَنسِلُونَ

    51. Venufi[k]ha fissûri feizâ hüm minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn. play

    Sûr'a üfürülmüştür, bir de ne baksınlar kabirlerinden Rablerine doğru akın ediyorlar.

    قَالُوا يَاوَيْلَنَا مَنْ بَعَثَنَا مِنْ مَرْقَدِنَا هٰذَا مَا وَعَدَ الرَّحْمَنُ وَصَدَقَ الْمُرْسَلُونَ

    52. Gâlû yâ veylenâ mem-beasenâ mim-mergadînâ. Hâzâ mâ veader-rahmânuve sadegal murselîn. play

    Onlar: "Eyvah başımıza gelenlere! Mezarımızdan bizi kim kaldırdı? O Rahmân'ın vaat buyurduğu işte bu imiş. Gönderilen peygamberler de doğru söylemişler" derler.

    إِنْ كَانَتْ إِلاَّ صَيْحَةًوَاحِدَةً فَإِذَا هُمْ جَمِيعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ

    53. İn kânet illâ sayhatev-vâhideten feizâ hum cemîul-ledeynâ muhdarûn. play

    Başka değil, sadece bir tek çığlık olmuş, derhal hepsi toplanmış huzurumuza getirilmişlerdir.

    فَالْيَوْمَ لاَ تُظْلَمُ نَفْسٌ شَيْئاً وَلاَ تُجْزَوْنَ إِلاَّ مَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ

    54. Felyevme lâ tuzlemu nefsun şey en velâ tuczevne illâ mâ küntüm tağmelûn. play

    Artık bugün hiç kimseye zerre kadar zulmedilmez. Ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.

    Sayfa 5

    إِنَّ أَصْحَابَ الْجَنَّةِ الْيَوْمَ فِي شُغُلٍ فَاكِهُونَ

    55. İnne eshâbel cennetil yevme fî şuğulin fâkihûn. play

    Gerçekten cennetlik olanlar bugün bir meşguliyet içinde zevk etmektedirler.

    هُمْ وَأَزْوَاجُهُمْ فِي ظِلاَلٍ عَلَىٰ الأَرَائِكِ مُتَّكِئُونَ

    56. Hum veezvâcuhum fî zilâlin alâl erâiki muttekiûn. play

    Kendileri ve eşleri, gölgelerde koltuklar üzerine kurulmuşlardır.

    لَهُمْ فِيهَا فَاكِهَةٌ وَلَهُمْ مَا يَدَّعُونَ

    57. Lehum fîhâ fâkihetuv-velehum mâ yeddeûn. play

    Onlara orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey onlarındır.

    سَلاَمٌ قَوْلاً مِنْ رَبّ ٍ رَحِيمٍ

    58. Selâmun gavlem-mir-rabbir-rahîm. play

    (Onlara) Rahîm olan Rab'den "selâm" sözü vardır.

    وَامْتَازُوا الْيَوْمَ أَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ

    59. Vemtâzûl yevme eyyühel mucrimûn. play

    Ey günahkârlar! Bugün siz bir tarafa ayrılın.

    أَلَمْ أَعْهَدْ إِلَيْكُمْ يَابَنِي آدَمَ أَنْ لاَ تَعْبُدُوا الشَّيْطَانَ إِنَّهُ لَكُمْ عَدُوٌّ مُبِينٌ

    60. Elem ağhed ileykum yâ benî âdeme el-lâ tağbuduş-şeytân. İnnehû leküm aduvvum-mubîn. play

    "Ey Âdemoğulları! Şeytana tapmayın, o size apaçık bir düşmandır."

    وَأَنِ اعْبُدُونِي هٰذَا صِرَاطٌ مُسْتَقِيمٌ

    61. Ve eniğbudûnî. Hâzâ sırâtum-mustagîm. play

    "Ve bana kulluk edin, doğru yol budur, diye size and vermedim mi?" (buyurulacak)

    وَلَقَدْ أَضَلَّ مِنْكُمْ جِبِلّاً كَثِيراً أَفَلَمْ تَكُونُوا تَعْقِلُونَ

    62. Velegad edalle minküm cibillen kesîrâ. Efelem tekûnu tağgilûn. play

    Böyle iken o sizden birçok nesilleri yoldan çıkardı. Ya o zaman düşünmüyor muydunuz?

    هٰذِهِ جَهَنَّمُ الَّتِي كُنتُمْ تُوعَدُونَ

    63. Hâzihî cehennemulletî küntüm tûadûn. play

    İşte bu size vaat edilen cehennemdir.

    اصْلَوْهَا الْيَوْمَ بِمَا كُنتُمْ تَكْفُرُونَ

    64. İslev hel yevme bimâ küntüm tekfurûn. play

    Bugün yaslanın ona bakalım inkâr ettiğiniz için.

    الْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلَىٰ أَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلّـِمُنَا أَيْدِيهِمْ وَتَشْهَدُ أَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ

    65. Elyevme na[k]hyimu alâ efvâhihim ve tukellimunâ eydîhim ve teşhedû erculuhum bimâ kânû yeksibûn. play

    Bugün biz onların ağızlarını mühürleriz de neler kazandıklarını bize elleri söyler, ayakları da şahitlik eder.

    وَلَوْ نَشَاءُ لَطَمَسْنَا عَلَىٰ أَعْيُنِهِمْ فَاسْتَبَقُوا الصّـِرَاطَ فَأَنَّىٰ يُبْصِرُونَ

    66. Velev neşâu letamesnâ alâ ağyunihim festebegus-sırâta feennâ yubsirûn. play

    Hem dileseydik gözlerini üzerinden silme kör ediverirdik de yola dökülürlerdi. Fakat nereden görecekler?

    وَلَوْ نَشَاءُ لَمَسَخْنَاهُمْ عَلَىٰ مَكَانَتِهِمْ فَمَا اسْتَطَاعُوا مُضِيّاً وَلاَ يَرْجِعُونَ

    67. Velev neşâu lemasehnâhum alâ mekânetihim femestetâû mudiyyev-velâ yerciûn. play

    Yine dileseydik oldukları yerde kılıklarını değiştirirdik de ne ileri gidebilirlerdi, ne de geri dönebilirlerdi.

    وَمَنْ نُعَمّـِرْهُ نُنَكّـِسْهُ فِي الْخَلْقِ أَفَلاَ يَعْقِلُونَ

    68. Vemen nuammirhu nunejjishu fil [k]halg. Efelâ yağgilûn. play

    Bununla beraber kimin ömrünü uzatıyorsak, yaratılışta onu (güç ve kuvvetini alarak) tersine çeviriyoruz. Hâlâ akıllanmayacaklar mı?

    وَمَا عَلَّمْنَاهُ الشّـِعْرَ وَمَا يَنْبَغِي لَهُ~ إِنْ هُوَ إِلاَّ ذِكْرٌ وَقُرْآنٌ مُبِينٌ

    69. Vemâ allemnâhuş-şiğra vemâ yembeğî leh. İn hüve illâ zikruv-ve gur'ânum-mubîn. play

    Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da... O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kurân'dır.

    لِيُنْذِرَ مَنْ كَانَ حَيّاً وَيَحِقَّ الْقَوْلُ عَلَىٰ الْكَافِرِينَ

    70. Liyunzira men kâne hayyev-veyehiggal gavlu alel kâfirîn. play

    (Bu), diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azap sözünün hak olması içindir.

    Sayfa 6

    أَوَلَمْ يَرَوْا أَنَّا خَلَقْنَا لَهُمْ مِمَّا عَمِلَتْ أَيْدِينَا أَنْعَاماً فَهُمْ لَهَا مَالِكُونَ

    71. Evelem yerav ennâ [k]halagnâ lehum mimmâ amilet eydînâ en âmen fehum lehâ mâlikûn. play

    Şunu da görmediler mi: Biz onlar için kudretimizin meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yaratmışız da onlara sahip bulunuyorlar.

    وَذَلَّلْنَاهَا لَهُمْ فَمِنْهَا رَكُوبُهُمْ وَمِنْهَا يَأْكُلُونَ

    72. Ve zellelnâhâ lehum feminhâ rakûbuhum ve minhâ ye'kulûn. play

    Onları, kendilerinin hizmetine vermişiz de, hem onlardan binekleri var, hem de onlardan yiyorlar.

    وَلَهُمْ فِيهَا مَنَافِعُ وَمَشَارِبُ أَفَلاَ يَشْكُرُونَ

    73. Velehum fîhâ menâfiu ve meşârib. Efelâ yeşkurûn. play

    Onlarda daha birçok menfaatleri ve türlü içecekleri de var. Hâlâ şükretmeyecekler mi?

    وَاتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنصَرُونَ

    74. Vette[k]hazû min dûnillâhi âlihetel-leallehum yunsarûn. play

    Onlar, Allah'tan başka birtakım ilâhlar edindiler. Güya yardım olunacaklar.

    لاَ يَسْتَطِيعُونَ نَصْرَهُمْ وَهُمْ لَهُمْ جُندٌ مُحْضَرُونَ

    75. Lâ yestetîûne nasrahum vehum lehum cundum-muhdarûn. play

    Onların, onlara yardıma güçleri yetmez. Kendileri ise onlar için bazı askerlerdir.

    فَلاَ يَحْزُنْكَ قَوْلُهُمْ إِنَّا نَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ

    76. Felâ yehzunke gavluhum. İnnâ nağlemu mâ yusirrûne vemâ yuğlinûn. play

    O halde onların sözleri seni üzmesin. Biz onların içlerini de biliriz, dışlarını da.

    أَوَلَمْ يَرَ الإِنسَانُ أَنَّا خَلَقْنَاهُ مِنْ نُطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُبِينٌ

    77. Evelem yeral insânu ennâ [k]halagnâhu min nutfetin feizâ hüve [k]hasîmum-mubîn. play

    İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmedi mi de, şimdi apaçık bir hasım kesildi?

    وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُ قَالَ مَنْ يُحْيِي الْعِظَامَ وَهِيَ رَمِيمٌ

    78. Ve darabe lenâ meselev-venesiye [k]halgah. Gâle mey-yuhyil izâme vehiye ramîm. play

    Yaratılışını unutarak bize bir de mesel fırlattı: "Kim diriltecekmiş o çürümüş kemikleri?" dedi.

    قُلْ يُحْيِيهَا الَّذِي أَنشَأَهَا أَوَّلَ مَرَّةٍ وَهُوَ بِكُلّ ِ خَلْقٍ عَلِيمٌ

    79. Gul yuhyîhellezî enşeehâ evvele merrah. Ve hüve bikülli [k]halgin alîm. play

    De ki: "Onları ilk defa yaratan diriltecek ve o her yaratmayı bilir."

    الَّذِي جَعَلَ لَكُمْ مِنَ الشَّجَرِ الأَخْضَرِ نَاراً فَإِذَا أَنْتُمْ مِنْهُ تُوقِدُونَ

    80. Ellezî ceale lekum mineş-şeceril e[k]hdari nâran feizâ entüm minhu tûgidûn. play

    Size o yeşil ağaçtan bir ateş yapan O'dur. Şimdi siz ondan tutuşturmaktasınız.

    أَوَلَيْسَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ بِقَادِرٍ عَلَىٰ أَنْ يَخْلُقَ مِثْلَهُمْ بَلَىٰ وَهُوَ الْخَلاَّقُ الْعَلِيمُ

    81. Eveleysellezî [k]halagas-semâvâti vel arda bigâdirin alâ en-ye[k]hluga mislehum. Bele ve hüvel [k]hallâhul alîm. play

    Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibisini yaratmaya kâdir değil midir? Elbette kâdirdir. Çünkü o her şeyi yaratandır, her şeyi bilendir.

    إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئاً أَنْ يَقُولَ لَه ُُ كُنْ فَيَكُونُ

    82. İnnemâ emruhû izâ erâde şey en ey-yegûle lehû kün feyekûn. play

    O'nun emri, bir şeyi dileyince ona sadece "Ol!" demektir. O da hemen oluverir.

    فَسُبْحَانَ الَّذِي بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلّ ِ شَيْءٍ وَإِلَيْهِ تُرْجَعُونَ

    83. Fesubhânellezî biyedihî melekûtu külli şey'iv-ve ileyhi turceûn. play

    O halde her şeyin mülkü ve tasarrufu (hükümranlığı) elinde bulunan Allah'ın şanı ne yücedir. Siz de yalnız O'na döndürüleceksiniz.

     

    Bugün 83 ziyaretçi (217 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol