//-->


աաա.ʀǟʋʐǟ-ʀǟɖʏօ.Ʈʀ .ɢɠ İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı
Toplist Ziyaretçi Defteri Anasayfa
Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

Üye Panelİ

Forum Girisi
Kullanıcı adı:
Sifre:
Şifremi Unuttum | Kayıt Ol

B-S REKLAM

CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı
CSS Kutu (Çerçeve) Yapımı

Anket

    • Sayfayı Nasıl Buldunnuz ?
      Gayet Güzel
      İyi
      Normal
      İdare eder
      Kötü

      (Sonucu göster)
  • Etİketler

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    Dost Sİteler

    Dini Bilgiler



    BAŞLIK

    Fikirlerini Paylaş, Sen de Kazanmaya Başla!

    İLETİŞİM

    BİZE ULAŞIN
    Geri dönüşüm için lütfen bir adres bırakın!
    E-mail adresin:
    İsmin:
    Mesajın:

    SPONSOR REKLAM

    Esma'ul Hüsna







      "O, yaratan, var eden, sekil veren Allah'tir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun sanini yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.(Hasr-24)"


      ALLAH
      (Varligi zorunlu olan ve bütün övgülere layik bulunan zatin özel ve en kapsamli adi)


      RAHMÂN
      (Bagislayan, esirgeyen)


      RAHÎM
      (Aciyan, esirgeyen)


      MELIK
      (Görünen ve görünmeyen alemlerin sahibi)


      KUDDÛS
      (Her eksiklikten münezzeh)


      SELÂM
      (Esenlik veren)


      MÜ'MIN
      (Güven veren, vaadine güvenilen)


      MÜHEYMIN
      (Kainatin bütün islerini gözetip yöneten)


      AZÎZ
      (Yenilmeyen yegane galip)


      CEBBÂR
      (Iradesini her durumda yürüten, yaratilmislarin halini iyilestiren)


      MÜTEKEBBIR
      (Azamet ve yüceligini izhar eden))


      HÂLIK
      (Takdirine uygun bir sekilde yaratan)


      BÂRI'
      (Bir model olmaksizin canlilari yaratan)


      MUSAVVIR
      (Sekil ve özellik veren)


      GAFFÂR
      (Daima affeden, tekrarlanan günahlari bagislayan)


      KAHHÂR
      (Yenilmeyen, yegane galip)


      VEHHÂB
      (Karsilik beklemeden bol bol veren)


      REZZÂK
      ((Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren)


      FETTÂH
      (Iyilik kapilarini açan, hakemlik yapan)


      ALÎM
      (Hakkiyla bilen)


      KÂBID
      (Rizki tutan, canlilarin ruhunu alan)


      BÂSIT
      (Rizki genisleten, ruhlari bedenlerine yayan)


      HÂFID
      (Alçaltan, zillete düsüren)


      RÂFI'
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MUIZ
      (Yücelten, izzet ve seref veren)


      MÜZIL
      (Alçaltan, zillet veren)


      SEMI'
      (Isiten)


      BASÎR
      (Gören)


      HAKEM
      (Son hükmü veren)


      ADL
      (Mutlak adalet sahibi, asiriliga meyletmeyen)


      LATÎF
      (Yaratilmislarin ihtiyacini en ince noktasina kadar bilip sezilmez yollarla karsilayan)


      HABÎR
      (Her seyin iç yüzünden haberdar olan)


      HALÎM
      (Acele ile ve kizginlikla muamele etmeyen)


      AZÎM
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      GAFÛR
      (Bütün günahlari bagislayan)


      SEKÛR
      (Az iyilige çok mükafat veren)


      ALÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      KEBÎR
      (Zatinin ve sifatlarinin mahiyeti anlasilamayacak kadar ulu)


      HAFÎZ
      (Koruyup gözeten ve dengede tutan)


      MUKÎT
      (Bedenlerin ve ruhlarin gidasini yaratip veren, bilip gücü yeten ve koruyan)


      HASÎB
      (Kullarina yeten, onlari hesaba çeken)


      CELÎL
      (Azamet sahibi)


      KERÎM
      (Fazilet türlerinin hepsine sahip)


      RAKÎB
      (Gözetleyip kontrol eden)


      MÜCÎB
      (Dileklere karsilik veren)


      VÂSI'
      (Ilmi ve merhameti herseyi kusatan)


      HAKÎM
      (Bütün emirleri ve isleri yerli yerinde olan)


      VEDÛD
      (Çok seven, çok sevilen)


      MECÎD
      (Sanli, serefli)


      BÂIS
      (Ölümden sonra dirilten)


      SEHÎD
      (Her seyi gözlemis olarak bilen)


      HAK
      (Fiilen var olan, mevcudiyeti ve uluhiyyeti gerçek olan)


      VEKÎL
      (Güvenilip dayanilan)


      KAVÎ
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      METÎN
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      VELÎ
      (Yardimci ve dost)


      HAMÎD
      (Övülmeye layik)


      MUHSÎ
      (Her seyi tek tek ve bütün ayrintilariyla bilen)


      MÜBDI'
      (Ilkin yaratan)


      MUÎD
      (Tekrar yaratan)


      MUHYÎ
      (Can veren)


      MÜMÎT
      (Öldüren)


      HAY
      (Ebedi hayatta diri)


      KAYYÛM
      (Her seyin varligi kendisine bagli olup kainati idare eden)


      VÂCID
      (Diledigini diledigi zaman bulan bir müstagni)


      MÂCID
      (Sanli, serefli)


      VÂHID
      (Bölünüp parçalara ayrilmamasi ve benzerinin bulunmamasi anlaminda tek)


      SAMED
      (Arzu ve ihtiyaçlari sebebiyle herkesin yöneldigi ulular ulusu bir müstagni)


      KÂDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKTEDIR
      (Her seye gücü yeten, kudretli)


      MUKADDIM
      (Öne alan)


      MUAHHIR
      (Geriye birakan)


      EVVEL
      (Varliginin baslangici olmayan)


      ÂHIR
      (Varliginin sonu olmayan)


      ZÂHIR
      (Varligini ve birligini belgeleyen birçok delilin bulunmasi açisindan asikar)


      BÂTIN
      (Zatinin görülmesi ve mahiyetinin bilinmesi açisindan gizli)


      VÂLÎ
      (Kainata hakim olup onu yöneten)


      MÜTEÂLÎ
      (Izzet, seref ve hükümranlik bakimindan en yüce, askin)


      BER
      (Iyilik eden, vaadini yerine getiren)


      TEVVÂB
      (Kullarini tövbeye sevkeden ve tövbelerini kabul eden)


      MÜNTAKIM
      (Suçlulari cezalandiran)


      AFÜV
      (Hiçbir sorumluluk kalmayacak sekilde günahlari affeden)


      RAÛF
      (Sefkatli)


      MÂLIKÜ'L-MÜLK
      (Mülkün sahibi)


      ZÜ'L-CELÂLI ve'l-IKRAM
      (Azamet ve kerem sahibi)


      MUKSIT
      (Adaletle hükmeden)


      CÂMI'
      (Toplayip düzenleyen, kiyamet günü hesaba çekmek için mahlukati toplayan)


      GANÎ
      (Her seyden müstagni, kendi disinda her sey O'na muhtaç)


      MUGNÎ
      (Zenginlik verip tatmin eden)


      MÂNI'
      (Dilemedigi seyin gerçeklesmesine müsaade etmeyen, kötü seylere engel olan)


      DÂR
      (Zarar veren)


      NÂFI'
      (Fayda veren)


      NÛR
      (Nurlandiran, nur kaynagi)



      HÂDÎ
      (Yol gösteren, murada erdiren)


      BEDÎ'
      (Esi ve örnegi olmayan, sanatkarane yaratan)


      BÂKÎ
      (Varliginin sonu olmayan)


      VÂRIS
      (Varliginin sonu olmayan)


      RESÎD
      (Bütün isleri isabetli ve hedefine ulasici, irsad edici)


      SABÛR
      (Çok sabirli)


      ©RavzaRadyo.Tr.Gg
      ALLAH c.c En Güzel Isimleri

    Veda Hutbesi





      Veda Hutbesi

      Bismillahirrahmanirrahim

      EY İNSANLAR!

      Sözümü iyi dinleyiniz.Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedi olarak bir daha birleşemeyeceğiz.

      İNSANLAR!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız da öyle mukaddestir, her türlü tecâvüzden korunmuştur.


      ASHABIM!

      Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız! Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsin! Olabilir ki bildiren kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlıyarak muhafaza etmiş olur.


      ASHABIM!

      Kimin yanında bir emanet varsa onu sahibine versin. Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Lâkin borcunuzun aslını vermek gerektir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle faizcilik artık yasaktır. Cahilliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz deAbdulmuttalib'in oğlu (amcam) Abbas'ın faizidir.

      ASHABIM!

      Cahilliyet devrinde güdülen kan dâvâları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası Abdulmuttalib'in torunu (amcazadem) Rebia'nın kan davasıdır.


      İNSANLAR!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden tesir ve hakimiyet kurmak gücünü ebedi suretle kaybetmiştir. Fakat siz; bu kaldırdığım şeyler dışında, küçük gördüğünüz işlerde ona uyarsanız bu da onu memnun edecektir. Dininizi korumak için bunlardan da sakınınız!

      İNSANLAR!


      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları, Allah emaneti olarak aldınız; onların namuslarını ve iffetlerini Allah adına söz vererek helal edindiniz. Sizin kadınlar üzeridne hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki

      hakkınız, onların, aile yuvasını, hoşlanmadığınız hiçbir kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer razı olmadığınız herhangi bir kimseyi aile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe döğüp sakındırabilirsiniz. Kadınların da sizin üzerinizdeki hakları, memleket göreneğine göre, her türlü yiyim ve giyimlerini temin etmenizdir.


      MÜ'MİNLER!


      Size bir emanet bırakıyorum ki ona sıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanet Allah Kitabı Kur'andır.

      MÜ'MİNLER!

      Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz! Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslümanlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan herhangi bir hakka tecavüz başkasına helal değildir. Meğer ki gönül hoşluğu ile kendisine vermiş olsun...


      ASHABIM!

      Nefsinize zulmetmeyiniz. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır.

      İNSANLAR!

      Allah Teala her hak sahibine hakkını (Kur'an'da) vermiştir. Varise vasiyet etmeğe lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa ona aittir. Zina eden için mahrumiyet vardır. Babasından başka bir soy iddia eden soysuz, yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lanetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın! Cenab-ı Hak, bu gibi insanların ne tevbelerini, ne de adalet ve şahadetlerini kabul eder.

      İNSANLAR!

      Rabbiniz birdir. Babanız da birdir; hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah yanında en kıymetli olanınız, O'na en çok saygı göstereninizdir. Arabın Arap olmayana -Allah saygısı ölçüsünden başka- bir üstünlüğü yoktur.

      İNSANLAR!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne diyeceksiniz?

      "-Allah'ın elçiliğini ifa ettin, vazifeni yerine getirdin, bize vasiyet ve öğütte bulundun diye şahadet ederiz." (Bunun üzerine Resûl-i Ekrem mübarek şahadet parmağını göğe doğru kaldırarak sonra da cemaat üzerine çevirip indirerek şöyle buyurdu.)

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!

      Şahid ol yâ Rab!


    İstatistikler

      İstatistikler

      Nerdeyim: HzSalih
      Bugün Ziyaretçi: 83
      Bugün Tıklama: 216
      Toplam Ziyaretçi: 116306
      Toplam Tıklama: 240780
      Hangi Ülke: us
      Ülke Kodu: us
      Online: Kişi var
      18.222.83.185

    .: Günün Ayeti :.

    .: Günün Hadis-i Şerif-i :.

    .: Günün Sözü :.

         

    Ravza-Radyo =>HzSalih

    yazarYazar: Ravza-Radyo | tarihTarih: |

    ((¯`» Ravza-Radyo «´¯)) ((¯`» İslam Dünyasına Açılan Eşsiz Bir Kapı «´¯))

    HzSalih

    Semud kavmine gönderilmiştir.

    SÂLİH ALEYHİSSELÂM

    Semûd kavmine gönderilen peygamber. Hazret-i Âdem'in on dokuzuncu batından torunudur. Hûd aleyhisselâmın peygamber olarak gönderildiği Ad kavmi, isyânları sebebiyle büyük bir azaba düşüp, helâk olmuştu. İmân ettikleri için bu azabtan kurtulan insanlar ise kendilerine yeni yurtlar kurmak üzere çeşitli bölgelere dağıldılar. Bu dağılan insanlardan bir kısmı Semûd denilen kimsenin evlatlarıdır. Semûd kavmi, Şam ile Hicaz arasındaki Hicr denilen bölgede yerleşmişti. Bu sebeble ''Eshâb-ül-Hicr'' de denilen bu kavim, gün geçtikçe çoğalıp büyüdü. Dokuz kabileden meydana geldi. Çok çalışıp, bağlar, bahçeler yetiştirdi. Çöllerin kuru sıcağından kurtulup, dağları oyarak tepelere saraylar, ovalara köşkler kurdular. Sanatta ve servette iyice ilerlediler. Ancak, zevk ve safâya düşüp daha önce kendilerine Hûd aleyhisselâm tarafından bildirilen, hak dinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladılar. Kabile reislerinin de zulme ve haksızlığa başlamaları üzerine, gittikçe çözülen, Semûd kavmi, nihâyet ağaçtan ve taştan putlar yapıp tapmaya başladılar. Saptıkları kötü yolda sürüklenerek, tevhid esâsından, Allahü teâlâya imân etmekten tamâmen uzaklaştılar. Câhil ve azgın bir kavim oldular. Sâlih aleyhisselâm, bu kavim arasında herkesle iyi geçinen, fakirlere yardım eden, zayıfları koruyan ve üstün ahlâkıyla sevilen bir zâttı. Kırk yaşlarına geldiği sırada, Allahü teâlâ onu Semûd kavmine, doğru yolu göstermek üzere peygamber olarak gönderdi. Sâlih aleyhisselâm kavmini imâna dâvet edip, putlara tapmaktan, zulümden ve diğer bütün kötülüklerden uzak durmalarını ısrarla söyledi. Kavmine; ''Gerçekten ben size gönderilen güvenilir bir peygamberim. Artık Allah'tan korkun, bana itâat edin.'' diyerek dâvetini açıkladı.Sâlih aleyhisselâmın bu dâveti karşısında pek az kimse imân etti. Kavmin çoğunluğu imân etmemekte direndi. Servetlerine güvenen, zevk ve safâ içinde kendinden geçip, zulme başvuran inkârcılar, Sâlih aleyhisselâma; ''Sen de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsin!'' diyorlar, onu, ''büyülenmiş, yalancı'' sayıyorlardı. Sâlih aleyhisselâm ise kavmini imâna davet etmeye devam ediyor ve şöyle diyordu:

    Ey Semûd kavmi! Sizin içinde bulunduğunuz bu güzel bağ ve bahçelerde, bu yemyeşil ekinler, altın başaklarla, güzel hurmalarla ve çağlayan sularla berâber ebdi olarak burada kalacağınızı mı zannediyorsunuz? Bu evleri kim yaptı. Şimdi kim oturuyor, hiç düşünüyor musunuz? Bu bağların ve bahçelerin ilk sâhibleri kimlerdi, şimdi kim oturuyor? Belki onlar da sizin kendilerini burada ebedi kalacak zannediyorlardı. Fakat hepsi ölüp gittiler. Siz de gelip geçenler gibi öleceksiniz. Bunlar size kalmayacak. Âhirette, yaptıklarınızdan birer birer hesâba çekileceksiniz. Henüz fırsat eldeyken bana tâbi olun. Şunu iyi bilin ki, bugün sizi aldatıp, Allah'a isyân ettirenler, ilâhi azâbtan kendilerini de sizi de  kurtaramayacaklardır. Çünkü onlar da sizin gibi âciz insanlardır.'' Allahü teâlâ,  Semûd kavmine isyân ve taşkınlıktan vaz geçmeleri için, kadınlarını kısır bıraktı. Ağaçlar kuruyup meyve vermedi. Semûdluların bir kuyu hâricindeki bütün suları kurudu.  Sâlih aleyhisselâma kin ve öfkeyle gelen Semûdlular: ''Ey Sâlih! Aramıza fesâd karıştırdın. Mallarımıza, çoluk-çocuğumuza, bize zarar verdin. Buradan çekil git. Yoksa seni öldürürüz.'' dediler. Sâlih aleyhisselâm bir müddet onlardan ayrılıp tenhâ yerlere gitti. Bir müddet sonra tekrar dönüp Semûdluları imâna dâvet etti. Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselâmdan mûcize göstermesini istedi. Ancak mûcizeleri gördükleri hâlde yine imân etmediler. Yine bir gün Sâlih aleyhisselâma gelip: ''Eğer doğru söylüyorsan, şu dağdaki sarp kayalardan kızıl tüylü ve doğurmak üzere olan bir dişi deve çıksın. O zaman sana imân ederiz.'' dediler. Bunu istemekten maksatları akıllara durgunluk verecek, insanları şaşırtacak bir iş isteyip, yapmamasını ve mahcup olmasını düşündüler. Sâlih aleyhisselâm; ''Allahü teâlâ her şeye kâdirdir, böyle bir mûcize görürseniz, dağdan akan pınar suyunun bir gün deveye, bir gün size âit olmasına râzı mısınız?'' dedi. Semûd kavmi böyle bir şey olamayacağını düşünerek: ''Bu şartı da kabul ediyoruz.'' dediler.

    Sâlih aleyhisselâmın bu şarttan maksâdı; dağdan gelen pınar suyunun az olması ve zagın insanların sâhiplenmesi sebebiyle zor durumda kalan kimselere yardımcı olup, devenin hissesi olan suyu fakir ve zayıflara vermekti. Sâlih aleyhisselâm onlara; ''Benimle sözleştiğinizi unutmayın, şâyet deve çıkınca ona bir zarar verirseniz ve verdiğiniz sözlerde durmazsanız acı bir azâba uğrarsınız.'' dedi. Semûd kavmi; ''Sen deveyi çıkar, her istediğini kabul edeceğiz. Aksine bir iş yaparsak azâbı da kabul ediyoruz.'' dediler. Nihâyet devenin çıkmasını istedikleri dağın kayalıkları önünde toplanıp, beklemeye başladılar. Sâlih aleyhisselâm böyle bir mûcize vermesi için Allahü teâlâya duâ etti ve duâsı kabul oldu. Kaya yarılıp, arasından istedikleri gibi bir deve çıktı. Deve, iki yana dizilip hayret ve şaşkınlıktan donakalan Semûd kavmi arasından salına salına yürümeye başladı. Sonra da bir yavru doğurdu. Bu mûcizeyi görenlerden bir kısmı imân etti. Diğer bir kısmı ise menfaatlerinin ve zulümlerinin ortadan kalkacağını görerek bir türlü imân etmediler. Sâlih aleyhisselâm onlara sözlerinde durmalarını, aksi takdirde ağır bir azâba düşeceklerini söyledi. Fakat inad ve inkârdan vazgeçmediler. Suyun taksimi işi de kendilerine ağır gelip kendilerine göre çâreler aramaya başladılar. Mûcize olarak kayadan çıkan deve, yavrusuyla birlikte her tarafı dolaşıyor, su içme nöbeti olduğu gün de suyun başına gelip suyu tamâmen içiyordu. Su içmesi de ayrı bir mûcize olup tonlarca su içiyor, su vücûdunda kayboluyordu. Suyu içip bitirince, su çıkan yerde oturuyordu. İmân edenler, ondan bir kabiliye yetecek kadar bol süt sağıyorlar, sütten içeyor ve yiyecekler yapıyorlardı. Böylece inananların imânı kuvvetlenir, inkârcıların kinleri artardı. Bu mûcize karşısında âciz kalan  Semûd kavmi deveyi öldürmeyi plânlıyordu. Nitekim, Sâlih aleyhisselâmın nasihat edip, imân etmeye çağırdığı bir sırada, onlar, su içmekte olan deveyi göstererek; ''Güyâ şu deveyi öldürsek biz helâk olacakmışız! Onu öldürelim de gör!'' dediler. Nihâyet çeşitli plânlar kurarak deveyi öldürdüler. Sonra da Sâlih aleyhisselâma; ''İşte deveyi öldürdük. Eğer sözledişin gibi bir peygambersen sözlediğin azâbı getir.'' dediler. Sâlih aleyhisselâm bu azgın kavme şefkat ve merhâmetle nasihat edip; ''Ey kavmim! Nedir bu yaptığınız? Sizin için bir imtihan vesilesi olan deveyi de öldürdünüz. İnkârda ve günâhkarlıkta ısrar ettiniz. Buna rağmen tövbe kapısı açıktır. Neden azâbın gelmesini istiyorsunuz, tövbe ediniz!'' dedi. Bu son dâvete de sert cevaplar veren Semûd kavmi, Sâlih aleyhisselâmı, âilesini ve imân edenleride öldürmeyi plânlamaya başladılar.

    Sâlih aleyhisselâm bu azgın kavme şöyle dedi: ''Yurdunuzda üç gün daha kalın, birinci gün yüzünüz sararacak, ikici gün kızaracak, üçüncü gün siyahlaşacak, dördüncü gün ise üzerinize azâb gelerek sizi helâk edecektir!''  Sâlih aleyhisselâmın söylediği bu günler gelip çattı. Bu sırada Semûd kavmi Sâlih aleyhisselâmı ve inananları öldürme teşebbüsüne giriştiler. Onlar harekete geçmeden, Cebrâil aleyhisselâm gelip, durumu Sâlih aleyhisselâma bildirdi. Sâlih aleyhisselâm da imân edenlerle birlikte oradan uzaklaşıp gitti. Birinci günde bâzı hâller zuhûr etti. Devenin bastığı yerlerde kanfışkırdığı, ağaçların yapraklarının kızardığı, kuyu suyunun kan renginde ve insanların yüzlerinin sapsarı olduğu görüldü.İkinci gün de Semûdluların yüzleri kana boyanmış gibi kıpkırmızı oldu. Bu belirtileri gören Semûdlular azâbın geleceğini kanâat getirip feryât ettiler. Yüzlerinin siyahlaştığı üçüncü gün, evini sarıp hücum ettikleri Sâlih aleyhisselâmın, şehirden çıkıp gittiğini anladılar. O gün, gece yarısından sonra, sabaha karşı şiddetli bir sarsıntı ve dağlardan fışkıran ateş ile Semûd kavminin yurdu altüst oldu. Sayhanın (sarsıntının) şiddetinden hepsinin ödleri patladı. Hepsi helâk olup gittiler. Bundan sonra da yurtları hiç mâmur edilmedi. Sanki hiç insan yaşamamış bir yer hâlini aldı. Semûd kavmi helâk edildikten sonra Sâlih aleyhisselâm, imân edenlerle birlikte gelip, yerle bir edilen şehre ibretle bakarak; ''Ey kavmim! Sizden hiçbir ücret istemeden, sizi sâdece Allahü teâlâ imân etmeye dâvet ettim ve bunu size  nice nasihatlar yaptım. Fakat siz dinlemediniz. Sonra bu azâba uğradınız!'' dedi.Sâlih aleyhisselâm, kavminin helâkinden sonra kendisine imân edenlerle birlikte Mekke'ye veya Şam taraflarına gitti. Remle kasabasına yerleşti. Hadramût tarafına gittiğine dâir rivâyetler de vardır. Kur'ân-ı kerimin değişik âyet-i kerimelerinde Sâlih aleyhisselâmdan ve kavminden bahsedilmekte olup, Semûd kavminin helâk edilişi meâlen şöyle bildirilmektedir. Semûd kavmine gelince: Biz onlara doğru yolu gösterdik de onlar, körlüğü (câhillik ve sapıklığı) hidâyete tercih ettiler. Bunun üzerine onları, kazandıkları (işledikleri) günâh yüzünden şiddetli azap yıldırımı yakalayıverdi. İmân edip de azâbımızdan korkanları ise kurtardık. (Fussilet sûresi: 17- 18)

    MÛCİZELERİ:

    1- Kayadan deve çıkartması. 2- Sâlih aleyhisselâmın kavminin bulundukları yerde hamt denilen meyvesiz ağaçlardan başka ağaç yoktu. ''Hak peygambersen, bu ağaçlar meyve versin!'' diye kendisine mûcize teklifinde bulundular. Sâlih aleyhisselâm duâ edince, bu ağaçların hepsi çeşit çeşit meyveler verdi. 3- Sâlih aleyhisselâmın duâsı bereketiyle büyük taştan su çıkmıştır. 4- Sâlih aleyhisselâmın çadırına ateş tesir etmemiştir. Şöyle ki, kavmi koyuncu idi. Senenin bâzı aylarını sahralarda, yaylalarda çadır kurarak geçirirlerdi. İmân etmeyenlerden biri, gizlice Sâlih aleyhisselâmın çadırını ateşe verince, çadır yanmağa başladı. Bunun üzerine kavminden kâfir olanlar; ''Hak peygamber isen, çadırındaki yangını söndür!'' diye alay etmeye, eğlenmeye başladılar. Hazret-i Sâlih, yangının sönmesi için duâ edince, kendi çadırı kurtulup, ateş kâfirlerin çadırlarına geçti ve hiçbir çadır kalmayıp, içindeki eşyâlarla berâber, yanıp kül oldu.

    Bugün 83 ziyaretçi (216 klik) kişi burdaydı!
    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol